Yalnızca hava, ışık ve arkadaşın varsa hiç üzülme. -Goethe |
|
||||||||||
|
Bombalar, gökteki meteorlar gibi, ışık seli arasından tanımadığım insanların topraklarına düşüyor ardı ardına. Zenginler, çoktan güvenli yerlere çekilmiş, geride kalanlar her zaman olduğu gibi yine yoksullar; savaşta kaybettiklerine haykırdıkça aralanan dudakların arkasında görünen, yoksulluğun emaresi dişler.., tek tük. İsrailli bir asker, biraz sonra belki de Kana’ya fırlatacağı füzenin başında, elindeki Tevrat’tan bir dua okuyor. Çok değil 30 km uzağında bir Hizbullah askeri, başı secdede, arkasındaki caminin gökyüzüne uzanan çifte minaresinden, ezan sesi yayılıyor vadiye, perde perde. Biri İbranice, diğeri Arapça, Allah’a yakarıyor. Her ikisi de birbirini düşman olarak görüyor, birbirlerini yok etmeye koşullanmış, içleri kin ve nefretle dolu. 21. yy’da, savaşlar nasıl değerlendirilir ki? Savaşa nasıl bakmalıyım ki, geceleri yatağımda rahat uyuyabileyim. Ekonomik sonuçlarını düşünmeli.., galiba en az rahatsız edici yanı bu. Savaşın bilançosu; İsrail’in bir ayın sonunda yaptığı harcama 1 milyar Doların üstünde. Lübnan’a verdiği zarar 12 milyar Dolar ki bu rakam Lübnan’ın GSMH’sinden çok daha yüksek. Bir de paraya çevrilemeyenler var. İsrail’in bombaladığı elektrik santralinden binlerce ton petrol Akdeniz’e sızmaya devam ediyor. İsrail’de kişi başı yıllık gelir 18 620 Dolar. İnsanların yaşam standartları yüksek. Lübnan ise, on yıl önce İsrail’in çekilirken ardında bıraktığı gazap üzümlerini; savaşın enkazlarını, yeni yeni toplamaya başlamış, küllerinden doğmaya çalışıyor. Talihsiz ülke, 30 yılda 7 kez İsrail saldırısına uğramış, bu ilk değil. Gelecek planları yine yarım kalmış, turizm ve sanayi projeleri yarım, inşaatlar yarım, yabancı sermaye çoktan tası tarağı toplamış, ekonomi elli yıl öncesine dönmüş. Batının gelişmiş ülkeleri, Lübnan da yaşananları nasıl görüyor? Yıkılan köprüler, altyapı, binalar, yeni iş olanakları.., yeterince iştah kabartıcı mı? Akdeniz kıyısında küçük, dağlık bir ülke Lübnan. 1943 yılında bağımsızlığını kazanana dek Fransız mandası altında yaşadı, 70’den 90’lara kadar ise kanlı iç savaşlar. Talihsizlik bununla da bitmedi, İsrail’in Filistin’i işgali sonunda, yüz binlerce Filistinli mülteciye kucak açtı ve sırf bu yüzden, son 30 yılda 7 kez İsrail’in saldırılarına hedef oldu. Bugün 3.8 milyon nüfusun 1 milyonu ülkeyi terk etti, 1103 masum insan öldü, yüzlercesi enkaz yığınlarında kayboldu ve binlerce yaralı, hastanelerde acı çekiyor. Savaşın bir de askeri yönü var. Lübnan ordusunda 62 400 asker kayıtlı görünüyor. -60 bini piyade, 1000’i hava ve 400’ü deniz kuvvetlerinde.- Yıllık savunma için ayrılan bütçe 500 milyon Dolar ve bu para ancak personel ve büro giderlerini karşılıyor. Araçlar ve ekipmanlar eski, yedek parçaları yok. Askerler, ülkede genel güvenliği sağlayabilecek kadar eğitimli, savaşmak için değil. Zaten görünürde Lübnan ordusu da yok, İsrail, Hizbullah ile savaşıyor. Hizbullah, İsrail’in Lübnan’a ilk saldırısından sonra yani 1982 yılında örgütlenmiş, İran destekli, fakat tıpkı Filistin’deki Hamas gibi askeri gücünün yanında siyasi gücü de var ve 128 üyeli Lübnan Parlamentosunda 14 milletvekiline sahip. Savunma kapasitesine ilişkin resmi bir bilgi yok. İsrail ordusu ise, silahlanmaya ayırdığı kişi başı bütçe ile dünyada süper güç ABD’nin de önünde, birinci sırada. BM’in İran’ı sıkı sıkıya takibe almasına neden olan nükleer silahlara İsrail, -Amerikan Ordusundan Yarbay Warner D. Farr’un raporuna göre- Filistin topraklarına yerleştiği 1948’lerden beri sahip. Üstelik orda burda yayınlanan diğer raporlara bakılırsa, kimyasal ve biyolojik silah üretme konusunda, yalnızca Arapları değil, tüm dünya ülkelerinin de tüylerini diken diken edecek şeytani buluşlarla, yüreğini demir yumruk yapma yolunda. 125 bin civarındaki askerinin 8000’i deniz, 35 bini ise hava kuvvetlerinde. Destek personeli ile birlikte toplam 576 bin kişi İsrail savunma kuvvetlerinde görev yapıyor. 6.7 milyonluk nüfus için oldukça büyük bir organizasyon. Askeri harcaması yıllık 8.7 milyar Dolar. Üstelik 73’lü yıllardan beri ABD’den büyük oranda askeri yardım alıyor. Güney Lübnan’daki yangın Suriye’ye, oradan da İran’a sıçrar mı? ABD, İsrail ile birlikte bölgede bilinmeyen ortak bir amaçla hareket ediyor. Suriye ile İran ise ABD’nin, Küba, Birmanya, Belarus, Kuzey Kore ve Zimbabwe ile birlikte “Şer Ekseni”inde addettiği ülkeler arasında. Aynı şekilde İran ve Suriye, onlar da tıpkı ABD ve İsrail gibi bilinmeyen ortak bir amaçla hareket ediyor. Ve masum insanlar bu gizemli hesaplaşmanın bombardımanları altında yaşamlarını kaybediyor. Savaşın bir de siyasi yanı var. Yine orda burda yayınlanan raporlara bakılırsa, Ortadoğu toprakları üstünde, insanın kanını donduran bin bir vahşi senaryo uçuşuyor. Condoleezza Rice’ın İsrail’in Lübnan’a saldırısını, “Yeni Ortadoğu’nun doğum sancısı”na benzetmesi ise kafaları hepten karıştırdı. Umarız bu sancıların sonu, Ortadoğu’yu bugün Irak’ta yaşananlara döndürmez. Washington Hükümetine göre, İsrail’in Lübnan’a saldırısını, dünya kamuoyuna haklı gösterecek yeterli bir nedendi, iki İsrailli askerin kaçırılması. Bu durumda “İsrail’in kendini ve vatandaşlarını savunma hakkı” vardı ve bu hak, bu coğrafyada nasıl da çifte standart örneği oluşturuyordu. Birbirini takip eden şiddet-intikam-şiddet döngüsü ve 39 yıllık bir geçmişin perdesi aralandıkça, ortaya çıkan acılar; İsrail’in güvenliği için bunca yıldır işgal altında tuttuğu Gazze şeridinde yaşanan insanlık dramları, kendi topraklarında savaş esiri olmuş, kötü muamele gören 4 milyon yoksul insan, tank gölgeleri altında büyüyen Filistinli çocuklar. Dünya, yani; sen, ben, o hepimiz, Roma kolezyumlarının seyirci koltuğunda, gladyatör dövüşlerini izler gibiyiz, imparatorsa çoktan baş parmağını toprağa yöneltmiş ve çiftliğine çekilmiş. BM, II. Dünya Savaşından hemen sonra kuruldu, başka “Hitler”ler ortaya çıkmasın, ülkeler bildiklerini okumasın, savaş durumunda bile uyulması gereken kurallar olsun diye. Bugün dünyanın 192 ülkesine uzanan temsilcilikleriyle, toplumların yaşam kalitesini artırma çabasında. Uluslar arası barış ve güvenliğin sağlanması ise BM’in birinci ve asli görevi. Bunun başarmak içinse daha şeffaf, daha etkili ve daha adil olacak şekilde yeniden yapılanmaya ihtiyacı olduğunun sinyallerini veriyor, süper güçlerin değil, tüm dünya insanının ortak çıkarlarını kollayıp korumak zorunda olduğunun da. Diğer türlü savaşın Ortadoğu ile sınırlı kalacağını düşünmek sanırım bir hayal olur. Savaşın bilançosu, orantısız güç kullanıldığı, rakamlar ve görüntülerle bu denli ortada iken yükselmesi gereken sesler, ne kadar da cılız. Silahsız 4 gözlemci askerinin, gözdağı verilir gibi hedef alındığı saldırıları kınaması beklenirken yalnızca “üzüntü ve şaşkınlık”, Kana bombardımanının akabinde ise “şaşkına dönmüş ve çok sarsılmış” olduğunu belirten bir Güvenlik Konsey’i çıkıyor karşımıza. Günlerce ateşkesin ne şekilde olması gerektiğine karar vermekte zorluk çeken, güçsüz ve masum insanların barış umuduyla bel bağladığı bu dev organizasyonda olup bitenler dünya kamuoyunu da şüphesiz “şaşkına döndürüyor ve çok sarsıyor”. BM yüklendiği ağır sorumluluğun altında gittikçe küçülüyor. BM’in, İsrail ve Filistin arasındaki sorunun çözümü için aldığı ama uygulatamadığı için havada kalan yüzlerce kararı var. Temmuz’un o son Pazar sabahı, 37’si çocuk, 54 masum insanın öldüğü Kana katliamından hemen sonra, işte bu yüzden BM karargahı, yüz binlerce Lübnanlının ilk hedefi oldu. Aldığı kararların hiçe sayılmasında BM, etkisiz ve şeffaf olmayan yapısıyla daha ne kadar itibar kaybetmeyi göze alacak? Nedenleri ne olursa olsun, hiçbir şey Kana’da babasının kucağında başı arkaya düşmüş, yüzü beton tozlarına bulanmış, emziği boynundan sarkan bebeğin cansız görüntüsünü hafifletmiyor ve hiçbir şey üst üste yığılmış enkazların altında, beton blokları elleriyle kaldırıp yakınlarına ulaşmaya çalışanların çığlıklarını bastırmaya yetmiyor. Savaşın uzaması, masum insanların yaşamlarını kaybetmeye devam etmesi, yalnızca kin ve nefret canavarının ateşini körüklüyor. Dünya, savaşın olası sonuçlarını tartışıyor. Petrol Borsasını.., petrol fiyatlarındaki yükselişin yaşamlarını nasıl etkileyeceğini… Dünyanın geleceğini, o emzikli bebeğin temsil ettiğini görmüyor kimse. Anne ve babasız kalan masum çocukların gözlerindeki yaşlar, ne yazık ki petrol fiyatları kadar etkili olamıyor. Ölen çocuklarının ardından ağlayan annelerin çığlıkları ise enkazların arasında bir an yankılanıp sonra hızla sönümleniyor… Bu kadar acı yaşanmadan, kin ve nefret dallanıp budaklanmadan, İsrail Hükümeti işgal ettiği topraklardan yıllar önce çekilme basiretini gösterebilseydi şüphesiz bugünlere gelinmezdi. İsrail’in bildiğini okuyan, hak hukuk tanımayan tavrı bu coğrafyada güven içinde yaşamasını da engelliyor. Bu yüzden Filistin’de Gazze şeridini tutmaya, dünyada eşi benzeri görülmemiş devasa duvarlar örmeye devam ediyor ve şimdi de Lübnan sınırını temizleme telaşında. Güney Lübnan, yıllar sonra yeniden enkazlar altında ve bu görünümüyle Yahudi soykırımını konu alan Polanski’nin o ünlü filminin son sahnesinde, piyanist Szpilman’ın dolaştığı enkazlar ülkesini andırıyor. Hamas ve Hizbullah.., İsrail’in uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayan, kanun dinlemeyen Hitlervari yaklaşımları, bu coğrafyada hüküm sürdükçe güç kazanıyor. İsrail tıpkı barışta olduğu gibi savaşta da adil davranamıyor. Uluslar arası hukuku ihlal ediyor, orantısız güç kullanıyor, sivil, asker ayrımı yapmadan gelişi güzel her yeri bombalıyor. Kim bilir belki de dünyanın kurnaz olarak tanıdığı İsraillilerin bile fark edemediği, başından beri oynanan tek bir oyun var. Yalnızca Yahudi oldukları için bin yıldır Avrupa’nın her köşesinden silinmeye çalışılan, yaşama hakları ellerinden alınan, tarihin görüp göreceği en vahşi soykırıma uğratılan Yahudiler ile Müslüman Arapları birbirine kırdırmak ve bu iki dini de yeryüzünden silmeye çalışmak. Karşılıklı kin ve nefretin Arap ve İsrail toplumlarından bir an önce silinmesi tek çözüm. Orda burda dolaşan –yukarıdaki de dahil- senaryolar çöpe atılmalı, eminim her iki toplumun da isteği barış ve huzur içinde yaşayabilmek. Diğer türlü her gün, eskisine bir yenisinin eklendiği bin bir senaryo ve komplo teorileriyle dolu paranoyalar dünyasında yaşamayı kim ister. 21 yy’da insanlar dinlere, dillere, uyruklarına göre değil, iyi veya kötü özelliklerine göre değerlendirmeli birbirlerini. Merhamet aranmalı yüreklerde ve elbette sevgi. Savaşan ülkelerin düşünürleri, insanlığın ortak geleceğinin kaygısını duyanlar, şiddetin nasıl daha büyük vahşete gebe olduğu, nasıl hızla alevlendiğini görmezden gelemezler ve ülkeler iyi niyetli olduklarını kanıtlamak zorunda, biri diğerini beklemeden uzatmalı ilk barış elini. Ve bu; ilk uzanan el, ne yüce bir erdem olurdu. Not: "Ortadoğu, Mezopotamya ve İğde Çiçekleri" başlıklı savaşlara ilişkin bir diğer yazı Atlas Dergisi Sitesinde http://www.kesfetmekicinbak.com/atlascilar/okurlardan/02228/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hülya Atakan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |