Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland |
|
||||||||||
|
Yolda yavaş adımlarla yürüyordum. Esen rüzgâr, kar tanelerini yüzüme doğru serpeliyordu. Üşümeye başladım, mantomun yakasını enseme doğru kaldırdım. Boynumdaki atkıyı yukarıya doğru çekerek ağzımı örtüm. Yol büyüyordu gözümde, ellerimi ve ayaklarımı hissetmemeye başlamıştım. Başımdaki melon şapkamı sündürerek kulaklarımı iyice örtüm. Ellerim cebimin içinde titriyordu. Ayaklarım iyice yavaşlamaya başladı, buzun üstünde yürümek gerçekten çok zordu. Yürüdükçe karnımın açlığını daha çok hissetmeye başladım. Sıcak bir çorba istedi canım, ama limonlu olacak illa ki. Bu soğukta ne de iyi olurdu. Dallarda biriken kar taneleri, rüzgârın etkisiyle etrafa savruluyordu, bir kısmı toprağa düşerken, bir kısmı da benim üstümde toplanıyordu. Şapkamın ağırlaştığını hissetmeye başladım. Dağlara doğru baktım, etekleri beyazlaşmıştı. Bir ressamın tablosuna benziyordu her taraf, fırçadan beyaz boyalar damlamıştı sanki. Öyle ustaca, öyle saf ve öyle temiz. Bu duygular içinde şaşkın şaşkın evin yolunu tutmuşken, bir gölge belirdi karşımda, ne olduğunu tam olarak anlamamıştım, gerek kardan, gerekse miyop olmamdan seçemiyordum geleni. İyice yaklaştı, yaklaştıkça gelenin bir çocuk olduğunu fark ettim. Sağ tarafına kararmış olan boya sandığını asmıştı. Üzerinde ki yeşil montu, yıkanmaktan yıpranmıştı. Ayağındaki siyah olan pantolonun rengi, siyah olmaktan çıkmış grileşmişti. Kim bilir babasının mı? Dayısının mı? Elbiselerini bozarak yapmışlardı, giydiklerini. Diz kapaklarının olduğu yerdeki yırtıklarsa, siyah bir yamayla kapatılmıştı. “Abla” dedi “Boyayayım mı?” o an sadece sustum. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ayağımdaki ayakkabı boyanacak cinsten değildi, mavi renkte olan bir spor ayakkabıydı. Hiç bir şey düşünmeden sadece boş boş çocuğun yüzüne baktım. Bal rengi olan gözleri sulu sulu olmuş bana bakıyordu. Daha önce hiç bu kadar çaresiz, hiç bu kadar güçsüz hissetmemiştim kendimi, “Hayır!” dedim kısık ve mutsuz bir ses tonuyla bakışları yere doğru eğildi. Elimle başını okşadım. “Aç mısın?” diye sordum. Bakışlarındaki durgunluktan, nefesindeki soğukluktan aç olduğu pek belliydi. Hiç bir şey demedi, sadece baktı yüzüme donuk donuk. Elimle başını okşadım, “Gel benimle!” dedim. Bir elim cebimde, bir elim çocuğun elinde, yemek yiyeceğimiz bir yerleri aramaya çıktık. Ayakkabılarının yan taraflarından su girmişti, yanları daha koyu renkteydi çünkü. Ben bu ayakkabılarla üşürken, acaba o delik ayakkabıyla nasıl duruyordu? Abisinin mi? Ablasının mıydı? Belki de komşunun büyüyen çocuğunun ayakkabısıydı kim bilir? Sağ omzunun üstünde duran sandığının rengi, kışın yağmur yemekten, yazın sıcaktan kararmıştı, mavi olan rengi, küflenmeye başlamıştı. “Okuyor musun?” dedim. “Üçüncü sınıftayım” dedi. Tahminen dokuz yaşlarındaydı. Bu duygular içinde yürürken, bir de baktım ki, sokağın ilk lokantasının olduğu yere gelmiştik bile. Hemen kapıyı araladım, içeri girdik. En köşedeki boş olan masaya oturduk. Dört tane sandalye koymuşlardı, bir masaya. Masanın en sağ tarafında içi yarıya kadar dolu bir cam sürahiyle iki tane ters çevrilmiş bardak bulunuyordu. Yanıma yaklaşan garson “Ne istiyorsunuz?” diye sordu, ben ilk önce ona baktım, hiç bir şey demeden anlamsızca yüzüme bakıyordu. “Çorba” dedim. “İkimizde çok üşüdük, ikimize de limonlu bir ezogelin.” Yüzüne bakarak, “Adın ne?” dedim. “Hasan” dedi fısıltı halinde. İçim ürperdi, “Benim babamın adı da Hasan” dedim. “Baban ne iş yapıyor?” diye ekledim ardından. “Hiç” dedi. “Ne iş olursa yapar.” “Kaç kardeşsiniz?” diye ekleyiverdim ardından. “Altı” dedi. “Okuldan kalan zamanlarımda, bu işi yapıyorum ama bu gün fazla iş yapamadım, hava soğuk olunca, kimse sokağa çıkmamış.”dedi. Başımı önüme eğip, dalgın dalgın düşünürken sıcak çorbanın buharı bakışlarımı canlandırdı. Gözlerimi ona dikerek “İçsene” dedim. Kaşığı hızla kavradı, bu zayıf ve çelimsiz çocuğunun bu kadar hızlı çorba içebileceğini hiç düşünmemiştim. Artık yanaklarında ki soğukluk, yerini al bir renge bırakmıştı. Dudaklarında ki morlukta kalmamıştı. O an, ne ellerimin soğukluğu, ne de ayaklarımın titremesi gelmişti aklıma. Vücudumda ki ateş, sanki birden kırk dereceye fırlamıştı. Onun ellerine bakıyordum, küçücük ellerine. Ben bu havada, lahana gibi giyinip gezerken, bu kadar üşüyorsam, o ne kadar çok üşüyordu kim bilir yırtık ayakkabısıyla? Her sorum, onu daha çok yıkıyordu, daha fazla soru sormak istemedim bu yüzden “Kalkalım!” dedim. Hesabımız üç yeni Türk lirasıydı. Bir çocuğu sevindirmek ne kadar da kolaydı. Ama içim hala rahat değildi. “Sana bir şeyler alalım. Hava çok soğuk, bu havada bunlarla gezemezsin, üşürsün, zaten çok zayıfsın.”dedim. Sustu. İlk gördüğümüz mağazaya girdik, üstüne güzel bir şeyler aldık, uçuk mavi montla beraber. Kalın pantolon gerekirdi bu havada, hemen altına, kalın kadife bir pantolon beğendik, bir de güzel, içi yünlü bot, lacivert renkli. Yüreğinde ki mutluluk gözlerine yansımıştı. Hiç bir şey demeden bakması bile, çok şey ifade ediyordu benim için. Kapıdan çıkarken “Neden, bana bu kadar iyilik yaptın abla?”dedi. “Sadece babamın adısın, sana kanım ısındı” dedim. Ve onu evine doğru uğurlarken, sadece ardından el salladım, gözümdeki iki damla yaşla beraber. O çocuk ruhuyla, benim yüreğimde ki fırtınanın farkına bile varamamıştı. Benim babama çok benziyordu, onun da ayakkabısı yırtıktı, pantolonu da yamalı, onun adı da Hasandı. Ben bugün, bu çocuğa bir şeyler almakla, ruhumda yarım kalan, bir şeyleri tamamlamıştım aslında. İçimdeki hüzünlü güvercinse, iki damla gözyaşıyla beraber, mutluluk kahkahası atıyordu, bir ağız dolusu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © neslihanca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |