Barışı bulacağız. Melekleri duyacağız, göğün elmaslarla parladığını göreceğiz. -Çehov |
|
||||||||||
|
Bir otobüs durağında onlarca insan arasında yapayalnızım. Gördüğü her yerde seni arayan gözlerim ne yazık ki bu seferde eli boş döndü. Bir elektrik direğine asılmış sarı bir levha üzerine, içimin karası renginde yazılmıştı adı. Burası “Son Durak”tı. Bir nefes alımı duraklarda tüketmiştik biz her şeyi o yüzden bu durak bana yabancıydı. Bindiğim otobüsün orta kapısı önünde el ele göz göze iki sevgili. Tıpkı eskilerde kalmış senle ben gibi. Mazi, içimde kapanmaya yüz tutmuş bir yaranın derin izleri gibi. Kanamıyor artık, sadece sızlatıyor içimi. Daha ne kadar sevebilir daha ne kadar saklayabilirim ki seni. İşte bu yüzden söz verip kendime, elimi tutamadığın o durakta bugün unuttum seni. Gökyüzünde saçların kadar sarı, tenin kadar sıcak güneş. Karşımda gözlerin kadar mavi, sözlerin kadar hırçın deniz. Havada, saçlarımı okşayan ellerin kadar yumuşak meltem esintisi. Başımın üzerinde dönüp duran martıların acı çığlıkları, adeta içimdeki sessiz isyanın tercümanı gibi. Kim bilir kaç sevgiliye ev sahipliği yapmış bir bankın üzerinde tek başınayım. Elimde az önce kokusuna dayanamayıp aldığım simit. Etrafım elimdeki simit’ e göz dikip bekleşen serçelerle dolu. Bir lokma sana, bir lokma sana derken bütün bir simidi pay ediyorum aralarında. Paylaşmak ne güzel şey! Yalnız değilim artık, şimdi mutluluk şarkıları söyleyen cıvıl cıvıl bir sürü can var etrafımda. Tonlarca ağırlıkta bir gemi geçiyor gözümün önünden, o güzelim denizi yara yara... Sular köpük köpük, dalga dalga saçılıyor bir o yana, bir bu yana. O deniz ki, her seferinde büyük bir özveriyle kapatıyor bağrında açılan yaraları bir çırpıda, peki ama senin kalbime bıraktığın ince yara neden kapanmıyor halâ... Acı bir fren sesiyle irkiliyorum bir an. Serçeler yok! Gitmişler. Güneş batmak üzere gün dönmeye başlamış bile. Ah zaman zalim zaman yine ne çabuk akıp gittin ben anlamadan. Bir süre olduğum yerde kala kalıyorum. Zihnime dağılmış düşünce kırıntılarını yerli yerine oturtmak her seferinde biraz daha fazla zorluyor beni. Ağır aksak adımlarla evimin yolunu tutuyorum nihayet. Gökyüzü pembemsi bulutlarla kaplı. Yarın hava güzel olacak diyorum içimden. Ne güzel! O zaman yine gelir, serçelere simit atabilirim, umudumu bir kuşun kanadına iliştirip, aşkımı denizin mavi sularına gömebilirim. Ve ben seni az önce oturduğum o bank’ ta yeniden unutabilirim. Karanlık yavaş yavaş ince bir sis perdesi gibi çökmeye başladı üzerimize, etrafta bir o yana bir yana koşuşturan yığınla insan. Akşam trafiğine yenik düşen araçlardan gelen korna sesleri sürücülerin isyanını belgeler gibi. Sokak lambalarının aydınlattığı bir caddenin üzerinde ilerliyorum. Neredeyse her beş adımda bir parke taşları bırakılmış sağlı sollu caddenin her iki yanına. Kendimi bildim bileli bitmedi bu şehrin kaldırım işleri... Kafeteryaların ve restoranların önünde müşteri çekebilmek için avazı çıktığı kadar bağıranlarda var, tertemiz önlüğü, güler yüzüyle “buyursunlar efendim” diye önünüzde eğilenlerde. Genelde binaların alt katlarında konuşlanan loş ışıklı barlardan gelen canlı müzik sesleri çevreye hoş bir hava katsa da etrafta dolaşan gece yüzlü insanların karanlık bakışları temkinli olmak gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor insana. On beş on altı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim yedi sekiz kişilik bir arkadaş grubu var önümde. Güle oynaya düzensiz adımlarla yürüyorlar. Arada sırada öyle kahkahalar atıyorlar ki, neredeyse bütün cadde çınlıyor. Çevremizden geçen insanların kimi tebessümle bakıyor, kimide davranışlarını onaylamayan bakışlar fırlatarak dudak büzüp yoluna devam ediyor. Böyle umarsızca başı boş yapılan davranışları her ne kadar onaylamasam da, kendimce haklı buluyor gülümsüyorum onlara. Dostluğu, kardeşliği, sevgiyi hapsetmişken damarlarındaki kana, gönüllerince varsın yaşasınlar her anı doyasıya. Onların coşkusu bana da yansıyor, kendimi mutlu etmek istercesine önüme ilk çıkan pastaneye giriveriyorum bir anda. İki dilim üzümlü kek alıyorum biri sana, diğeri bana. İlk buluştuğumuz günün anısına... Şimdi, bir öncekini aratmayan kısır bir döngünün içinde, dönüp dolaşıp yeniden geldiğim noktada, bir apartmanın en üst katında, karanlığa yakın, yıldızlara uzak, sana tutsak bir yerdeyim. Evimdeyim. Bir sokak lambasından süzülüp odama giren loş ışığın ardına sığınıp yazıyorum bu satırları sana. Elimde tuttuğum kurşun kalemin ucu neredeyse tükenmek üzere... Bu sana yazdığım kaçıncı mektup? Saymaya bile gücüm kalmadı artık. Her unuttum da yeniden sevmenin acısını yaşayan yüreğim, bir bardak demli çayın ağzımda bıraktığı nahoş tat kadar buruk. “Unutmak kolay değildir” deyip yalan söylerler. Oysa ben, Bir otobüs durağında, Bir kuşun kanadında, Denizin mavisinde, Güneşin sıcağında, Bir martının acı çığlığında, Yaşamın koynunda, Bir dilim lezzetin yanına katık edip, Bir bardak çayın buğusunda erittim. Yok ettim seni. Şunu bil ki sevgili! Bugün unuttum belki yarında unuturum seni... Nilgün SARIGÜL 24.10.2007
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nilgün SARIGÜL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |