Gerçek sanat, gizlenmesini bilen sanattır. -Anatole France |
|
||||||||||
|
Köylerine ilkokul 40’lı yıllarda yapılmıştı. Abdulhamit’in Anadolu’da şehir merkezlerine yaptırdığı okullar sonrasında bu ülkede cumhuriyetle ilk defa köylere okul yapılmıştı. Köyleri aslında üç ayrı köy sayılırdı. Okul öbür mahalleye yapılmıştı. Mahallelerinden iki-üç kilometre kadar uzaktaydı. Her tarafın tamamen ekin alanı olarak açılmadığı o günler çalılıklar içerisinden patika yolda çocuklar okula bir mücadele ile giderlerdi. Bu gidiş-geliş güçlüklerini ağabey ve ablaları yaşamıştı. Dahası yalnızca ağabeyleri yaşamıştı. Çünkü ilk zamanlar kız çocukları okula gönderilmedi. Kız çocuğu okuyup ta nolacaktı?! Yağmurda çamurda patika yoldan düşe kalka devam edilen zorluklar içinde okul yolculuğu ve nerdeyse ömür boyu anlatılan yüzlerce okul anıları. Bunları çok dinlemiş dahası dinleyerek büyümüştü. Bunun için okul ulaşılması güç bir hedefti onun için. Okul çağına geldiğinde kendi mahallelerine çoktan okul yapılmıştı. İkinci küçük ablası ve üçüncü küçük ağabeyi bu yeni okula gitmişlerdi. Ablasının kitap, defter ve kalemlerine çok meraklıydı. Okula başlayacağı yılın yazında ablasının birkaç defa anlatmasıyla bir çok harfi tanıyıp öğrenmişti. İlginçti harfleri düzgünce de yazıyordu. Ablası buna şaşırmış; büyüklerinde dikkatini çekmişti. Karşılıklı birbirine bakan iki küçük yamaca kurulan mahallelerine okul, iki yamacın aşağı ortasında baharları akan derenin hemen kenarına yapılmıştı. Okul, yukardan aşağı doğru genişleyerek açılan hoş görünümlü kiremit çatısı, çizgi çizgi tahtalarla kaplı büyük pembe kapısı, yine pembe boyalı pencere kepenkleri, ve yeşilimsi alt kısmı pütürlü sıvasıyla yaşam boyu göreceği en güzel yapılardan biriydi. Yan yana sıralanmış iki derslik ve bir idari odadan ibaret bu şirin binaya tam ortaya yapılmış kapıdan, beton basamaklardan çıkılarak giriliyordu. Pembe boyalı, yivli büyük tahta kapı, önündeki küçük beton platform ve kurşuni renkli sade temiz basamaklar önünde her gün itiş kalkışla platformdaki öğretmenin big brader bakışı altında her sıra oluşlarını; kollarını vücuduna yapıştırıp omuzlarını kaldırdığı oranda boynunu içine çeken göğüs kafesi ileri fırlayan, gözleri yarı açık yarı kapalı tüm kuvvetini ağzına vererek andımızı okutan çocuğu; saat geldiğinde zil çalma meraklısı çocuğun diğer meraklılarla itişip kakışması sonucu kocaman tunç zili tüm gücüyle yukarı kaldırırken pantolonu aşağı inmiş yakası bir tarafa fırlamış halini; okulun en temiz ve düzgün giyimli kız öğrencisinin basmakların hemen yanında bayrak direğinde istiklal marşı okunurken bayrağı indirip çekmesini; büyük kapı önünde 29 Ekim ve 23 Nisan kutlamalarını; Kasım güneşinin altında mucuk adı verilen sinek grubunun gözlerine girercesine yüzlerine çökmelerine karşılık hiç kıpırdamadan Atatürk için iki dakikalık saygı duruşlarını; tüm kış boyu her gün evlerinden getirdikleri odunların platformun yan tarafında yığılmış halini ve her gün öğretmenin önce odun getirmeyenleri tespit etme gayretini; birde pembe büyük ağaç kapının hemen sağ tarafında yaklaşık 100x70 ebadında “T.C Milli Eğitim Bakanlığı Kırmacılı Köyü Tülücüler İlkokulu kuruluş:1967” altın sarısı harflerle yazılmış aynı renkle etrafı çerçeveye alınmış siyah levhayı hiç unutamayacaktı. Her gün önünde toplandıkları alanın hemen sağ tarafında okulun ön köşesi hizasında okul binası kadar güzel kareyi andırır şekilde lojman vardı. Okula ne kadar yakın, ne kadar içli dışlıysa bu binaya da o kadar uzak ve soğuktu. Bu bir anlamda öğretmenin mahremi olması açısındandı. Zira kendi evleri dışında hiçbir eve rahat bir şekilde girip çıkmamıştı. Evlerin aidiyetine şahsa ait oluşlarına saygı gösterirdi. Lojmana girip içini görmeyi çok merak etmişti. Biliyordu ki bu lojman kendi kalın taş duvarlı kiremit çatılı basitçe üç oda evlerine göre saray gibiydi. Yaz tatillerinde bile bu lojmana çok yanaşamamışlar, en fazla etrafında saçak genişliğinde yapılan beton blokta oynayabilmişlerdi. Merdiven basamaklarından yukarı kapıya hiç çıkmamıştı. Bu ilk defa beşinci sınıftayken o yaz bir süre lojmanda kalan öğretmenine her sabah süt götürmesi gerektiğinde gerçekleşmişti. İlk gittiğinde elinde süt kovası uzun süre merdivenlerin önünde beklemiş neden sonra bulduğu bir cesaretle basamakları çıkıp kapıyı çalmıştı. Çoğu zaman kapalı olan okul kapısı benzeri pembe boyalı tahta kapıyı küçük elleriyle ürkekçe çalar, kapıyı açan okulda gördüğünün aksine pijama giysili öğretmenine süt dolu kovayı uzatır, boşalttığı süt kabını verirken öğretmenin gülümsemesi ve teşekkür etmesi sonrası dönüp giderdi. Lojmanın içini hep merak emişti. Bazen yarı aralık olan kapıdan gizlicesine içeriyi incelemeye çalışırdı. Öğretmenin anlattığı hırsız ve ev sahibi hikayesini bu lojmanı hayal ederek dinlemişti. Lojmanın hemen ön sol tarafında büyük bir dut ağacı, bunun ilerisinde de beton bloktan yapılmış öğrencilerin su içtikleri çeşme vardı. Bu çeşmenin biraz daha ilerisinde adeta bir maket evi andırır öğrenci tuvaleti vardı. Bahçeye bakan tarafı erkek öğrenciler kullanıyor ve iki kabinliydi. Tek kabinli öbür tarafı ise kız öğrenciler kullanıyordu. Merak ettiği yerlerden biriydi burası. Kız öğrencilerin kullandığı tuvaleti, kendi kullandıkları tuvaletten oldukça farklı bir yer olarak düşünüyordu. Ulaşıp göremediği her yer onun her zaman ilgisini çekmişti. Böyle yerleri zihninde gizemli hale getirirdi. Yıllar sonra yetişkin biri olarak okula götürdüğü kız kardeşi için günahtan korkarcasına kızların tuvaletine girmek zorunda kaldığında kendi kullandıkları tuvaletin daha güzel olduğu gerçeğini görmüş ve uzun bir süre şaşırıp kalmıştı. Okul, lojman, çeşme ve tuvalet binası ortadaki oyun alanının iki kenarını oluşturuyordu. Bu alanın dereye doğru genişleyen öbür kenarı ise çam ağaçları dikilmiş haliyle küçük bir ormanı andırıyordu. Sonrası dereydi ki hemen kenarından taş duvarla örülüp okul bahçesi çevrelenmişti. Okulları doğumundan bir yıl sonra yapılmıştı. Üç yada dört yaşlarındayken okul etrafının duvarla çevrelenmesini okulun yapılışı olarak hatırlıyordu. Tüm köy halkı öğretmenin yönlendirmesiyle el ele verip römorklarla dağlardan taş taşımışlar; birliktelik sonrası okul ve bahçesi korumaya alınmıştı. Doğu taraf okul bahçe duvarının hemen gerisi yoldu. Pamuk toplamaya traktörle römorkta gidip gelirlerken bu yoldan geçtiklerinde ablası okulların yakında açılacağı bilgisini verir; heyecanlanır, -ki kendi de heyecanlanırdı- okul tarafına araştırırcasına iyice bakarak usanç tonuyla “çetiler yine çıkmış, her tarafı kaplamış!” derdi. Yaz tatili boyunca çocukların tamamen terk ettiği okul bahçesinde büyükçe otlar çıkardı. İnce yapraklı küçük ince dikenli “çeti” diye isimlendirilen ot bahçenin hemen her yerinde çıkar ve her tarafı kaplardı. Dikenli olduğu için mutlaka kesilip temizlenmeliydi. Bunun için okulun açıldığı ilk gün öğrenciler okula kazma kürekle giderler, öğretmen onlara bu otları temizletirdi. Ablası onu kayıt için ilk defa okula götürdüğünde okulun açıldığı ikinci yada üçüncü gündü. Okulu, bahçeyi hatta lojmanı öğretmen öğrencilere tamamen temizletmişti. Bu ilk, okula gidişi ve öğretmenin karşısına çıkışı nedense tam olarak hatırlamıyordu. Yalnız heyecanlıydı ve birazda korkuyordu. Öğretmen eylülün henüz eksilmeyen sıcağında lojmanın önündeki dutun altına ev hanımı eşiyle birlikte oturmuştu. Ablası elinden tutarak orada öğretmenin karşısına çıkarıp kardeşini kayıt için getirdiğini söylemişti. Öğretmen ona adını ve hatırlamadığı birkaç soru daha sormuş; sonrada ablasına tamam anlamında başını eğmiş ve oradan ayrılmışlardı. İsmail isimli bu öğretmenin tepeden küçümser bir bakışı vardı. Bahçede sürekli birlikte göreceği eşi ise çocukları pis, kirli ve pejmürde gördüğünü her zaman yüzüne yansıtırdı. İlk iki sınıfı birleştirilmiş sınıf şeklinde İsmail öğretmende okudu. Okul iki derslik olduğu için bir iki ve üçüncü sınıflar bir arada bir, dört ve beşinci sınıflar da bir arada diğer sınıfta okuyorlardı. İsmail öğretmeni okuttuğu dersi ve verdiği ödevi yapmayan öğrencileri acımasızca döven biri olarak hatırlıyordu. Öğrenci zeka ve kapasitesini hiç dikkate almazdı. Kışın o soğuk günlerinde parmaklarını birleştirip parmak uçlarına bazı öğrencilere getirttiği yaş nar çubuğuyla acımasızca vurması; buna maruz kalan öğrencinin ağlamak yasak olduğundan dayanamadığı acıdan dolayı sessizce gözlerinden akan yaşları hiç unutamayacaktı. Yeterince zeki ve gerektiğince çalıştığı için böyle bir acımasızlığa hiç maruz kalmamıştı ama bunun endişesi ona okulda ve okula gelişlerde kabuslar yaşatıyordu. Yıllar sonra üniversitede British Consil’e üye olup ödünç alıp okuduğu İngilizce kitaplardan Charles Dickens’in kitaplarını okurken eşiyle birlikte İsmail öğretmeni dolayısıyla hiç sevmediği o iki okul yılını hatırlayacaktı. Babası ve diğer babalar soğuk kış günlerinde tarlada takımda yada hayvanlar peşinde dağlarda koştururken öğrenciler, her sabah çantanın ağırlığı yanında ellerinde taşıdıkları odun parçalarıyla geldikleri okulda, öğretmenin sınıftaki kocaman sobaya beşinci sınıf öğrencilerine getirdikleri odunlardan attırarak ısınan sınıfta dayak korkusundan ecel terleri dökerlerdi. Üçüncü sınıfta İsmail öğretmenin okuldan gitmesine herkes sevinmekle birlikte en çok o sevinmişti. Yerine gelen Abdurrahman öğretmen dini anlatımlarıyla ilgisini çekmiş ve sevmişti. İsmail öğretmen gibi sert katı ve acımasız değildi. Zaman zaman şarkı ve ilahi söyler, bol bol dini hikayeler anlatırdı. En çok sevdiği okul yılları dört ve beşinci sınıf olmuştu. Abdurrahman öğretmenden daha çok beğendiği Ali öğretmen bu iki yıl onu okutmuştu. En iyi dil bilgisi ve tarih derslerini bu iki sınıfta öğrenmişti. Ders kitapları dışında ilk defa farklı kitapları bu sınıflarda okumuş ve okumanın tadını hissetmişti. Ve ilk defa bu yıllarda her teneffüs çam fidanları, oyun alanı ve çeşme etrafında kovalamaca oynadığı esmer güzel kıza aşık olmuştu. Bu yıllar özellikle baharda sabah uyku doygunluğuna ulaşmasa da sevinçle kalkıp üzerini giyinir; annesinin her sabah kahvaltı olarak hazırladığı harika lezzet duyduğu “sütlü çorba”yı iştahla içer; yine annesinin plastik gübre torbasından eliyle diktiği çantasına gazete kağıtlarıyla kapladığı kitap ve defterlerini koyup sevinçle çıkardı evden. Yamaçtan aşağıdaki okula, “kilteli” adı verilen yırtılan bazı yerlerini babasının akşamları sobanın közünde maşayla yapıştırdığı lastik ayakkabısının toprak köy yollarında çıkardığı hoş tıpırtılarla ulaşırdı. Ali onlardan daha iri yapılı olduğu için doğal olarak ayakları da büyüktü. Toprak yolda pat pat diye daha şiddetli çıkardı ayak sesleri. Bu sesten Ali’nin okula gittiğini anlarlardı. En son Küçük Mehmet Ali’nin evini kıvrılıp okula ulaşırlardı. Okul bahçesinin tek girişi olmakla birlikte okulun hemen yanındaki köy camiinin bahçe girişi de kullanılıyordu. Yukarıki oba diye isimlendirilen kendi oymaklarındaki çocuklar ilkönce ulaştıkları cami girişini kullanırlardı. Aşağıki oba diye isimlendirilen oymağın çocukları ise ilk önce ulaştıkları büyük bahçe kapısını kullanırlardı. Bu kapıdan eksiklik duymamak için zaman zaman girip çıkardı. Teneffüslerde ise en çok sevdiği iki şey olan akide şekeri ve çekirdeği bakkaldan almak için bu kapıyı kullanırdı. Hayatında ilk ve son olarak kendi köylerinde okul ve camiyi bir arada görmüştü. Yer sorunu olduğu için okul bahçesinin bir bölümüne küçük, minaresiz, kiremit çatılı, sade bir cami yapılmıştı. Cami olduğu çatısına yerleştirilen aporlörlerden anlaşılıyordu. Bu şekilde köylerinde şirin okulları lojmanıyla birlikte camiyle yan yanaydılar. Ortabiri bitirdiği yaz tatilinden itibaren o güne kadar hep kapısı önünden geçip gittiği caminin yaz aylarında müdavimi olacaktı. Yetişkin cami cemaati içinde tek başına bir çocuk olarak bulunacak ve zaman zaman pencere önündeki mikrofondan ezan okuyacaktı. Okul günlerinde kışın sınıfta ders esnasında Mustafa Amcanın duygulu hoş sesiyle okuduğu ikindi ezanı onu dersten alıp kendine çekerdi. Hasan TÜLÜCEOĞLU
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © hasan tülüceoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |