Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Düşündüm de insanoğlu ölümü anlamak ve kabul etmek için yaşamak zorundadır. Hakkıyla yaşamayan ölümü pek ağır ve ürkütücü bulur. Can, tenden ayrılmayı düşünmek bile istemez. İnsan, hakikatiyle bir türlü yüzleşemez. Çünkü kıymet verdiğimiz; duyularımıza hoş veya endişe verici yani bir biçimde anlamlı gelen her şey yaşamın içindedir. Ölüm ise gayba dairdir. Gaybı ise zihnimizde bir olasılık olarak -belki- bilebiliriz. Fakat gaybı hissedemeyiz. Anlamlandıramadığımız, duyularımıza gelmeyen herhangi bir şey ise yalnızca bir rüya kadar hayatımıza dahildir. Her ne kadar bu rüya hakikatin bizatihi kendisi olsa da... Oysa hayatı layikiyle idrak eden, duyuların ne denli yanıltıcı olabileceğini kavrar. Artık onun için hiçbir şey anlam ifade etmeyecektir (Çünkü ölüm vardır). O, her şeyin boş ve değersiz olduğunu bilir. Hissetmemeye başlar. Artık onun için tek kurtuluş -kaderin bir cilvesi olsa gerek- ölümdür. Gaybı yine ayırdedemeyecektir belki, fakat bu değersiz taş yığıntısında kalmak da istemeyecektir. Yaşamak, böyle bir varlık için, kafeslenmekten öte bir şey değildir. O, bu evrene ait olmadığını bilir. Çünkü o, zamana mahpus olmuşluğunun bilincindedir. Öyle ki, her mahkum gibi, önüne konan ve fenomen olarak leziz addedilen her hazda bir acılık duyar. Ham olanlar buna “şükürsüzlük” der. O ise kendilerine, “gerçek” diye yanıt verir. “Gözünüzü açın ve parmaklıkları görün! Siz önünüzdeki zevklerle oyalanadururken, ipinizin çekilmesi an meselesidir. O an gelene kadarsa; Gardiyanların yumrukları zamansız inecektir. Leş kargaları bile size alayla gülecektir... Parmaklıkları gözlerimle görmüş değilim. Onları, evrenin tam olarak neresine yerleştirdiğini de bilemiyorum. Ama bir ihtimal, son nefesimden hemen önce, gözlerimdeki perde inmeye başladığında onları benim için görünür kılacağını sanıyor ve umuyorum. Fakat ayağımdaki prangaları, ruhumu kaplayan örtüyü, kargaların her mutluluk soframda, hiç sektirmeden, sanki alelade bir tesadüfmüş gibi belirişlerini dikkatimden kaçırman o kadar da kolay olmuyor. Üzerimdeki mahkum kıyafetini de görüyorum. Ve alnımdaki kara lekeyi... Çünkü lanetlenmiş olarak doğdum ve hiç işlemediğim bir günahtan sorumlu tutuluyorum. Bu yerde kalamam. Eninde sonunda zindanından kaçacağım. Tek çıkış noktasının darağacı olduğunu öngörmeme rağmen, o küçücük diğer ihtimali, esas özgürlüğe açılan hava boşluğunu boynuma ilmeği geçirene dek aramayı sürdüreceğim. Çünkü sınanmak istemiyorum. Çünkü sadece rahat bırakılmak istiyorum. Çünkü bu savaşın bir parçası değilim. Kimseyle ne bir derdim ne de hesabım var! Peki neden mi bir ahmak gibi kaçış planımdan sözedip duruyorum? Sadece evrenin varlığımı hafife almasını diliyorum. Çünkü böylesi beni görünmez kılacak ve işimi kolaylaştıracaktır. Hal böyleyken, o leş kargalarını cismimden uzak tutar mısın? Ve ruhumu gardiyanların için görünmez kılar mısın?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Umut Salih Tiryakioğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |