Dünyanın her tarafından öğretmenler insan topluluğunun en fedakâr ve muhterem unsurlarıdır. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Toplum olarak en büyük eksiklerimizden biri de pek fazla okumuyor olmayışımız. Nedense bu konuda hep tembel kalmışız. Kendimizi bir türlü okumaya alıştıramamışız. Belki de küçüklükten gelen bir alışkanlık olmadığı için okumuyoruz. Ama işin aslı biraz da ebeveynlerin hatalı olmasına dayanıyor. Çünkü anne ve babalarımız da pek fazla okumuyor. Onlar da kendi anne ve babalarından öyle görmüşler. Gördüklerini de bize aynen uyguluyorlar. Oysa ben aynı hataya düşmek istemiyorum. Okumayı seven biriyim. Fırsat buldukça değil, sürekli okuyan biriyim. Yatağımın altında mutlaka bir kitap vardır. Ve kendi çocuklarım bunu görüyor. İster istemez onlar da ellerinden kitapları düşürmez oluyorlar. Onlar da daha bu yaşta okuma alışkanlığını elde ediyorlar. Söz okumadan açılmışken son günlerde okuduğum bir romanı sizlerle paylaşmak istedim. Bizi anlatan, yazarı bizden olan; üslubu akıcı, sade bir dili olan güzel bir roman: “Bir Gün Belki” İsmail Bozkurt’un önce 2002 yılında yayımladığı, 2005’te de ikinci basımını yaptığı bu roman, Cem Yayınevi tarafından okuyuculara sunulmuş. Roman 350 sayfadan ibaret. Son bölümünde ise Kıbrıs ağzında kullanılan kelimelerin anlamlarını açıklayan, küçük bir sözlüğe yer verilmiş. Roman, bir aşk romanı. Bir Türk genci olan Mehmet ile İsagülü, Rum kızı Nitsa’nın yasak aşkı anlatılıyor. Roman, ilginç bir rastlantı ile başlıyor. Birbirlerini gören gençler önce birbirlerine düşmanca bakıyor. Çünkü farklı iki soyu temsil ediyorlar. Biri Rum kızı, diğeri Türk genci. Fakat daha sonra ölesiye bir aşkla birbirlerine bağlanıyorlar. Öyle ki artık ne dinin, ne ırkın, ne de soy sopun önemi kalıyor. Sevgi her türlü güçlüğü yeniyor. Zaman, harnıp toplama zamanıdır. Mehmet de babasına yardım etmektedir. Sıkışır. Tuvaletini yapmak için gözden ırak bir yere gider. İşte orada hayatının en büyük rastlantısına denk gelir. Bir ağacın altında genç ve güzel bir bayan, eğilmiş tuvaletini yapmaktadır. Mehmet’i görünce yerinden fırlar. Aralarında sert bir şekilde konuşmaya başlarlar. Bu, komşu kızı Nitsa’dır. Nitsa bir Rum kızıdır. Rum kültürüyle yetişmiştir. Babası bir Türk düşmanı Hristo’dur. Hristo, roman boyunca karşımıza kötülüğün timsali olarak çıkar. Ona göre Türkler köpek gibidir. Türklerden o kadar nefret eder ki, kapısında bağladığı köpeğe “Türk” diye çağırmaktadır. Ve onu Türk olarak gördüğü için her gün tekmelemekte ve aç bırakmaktadır. Çünkü köpek dahi olsa Hristo’ya göre o bir Türktür ve ölmelidir. Rumlara göre “En iyi Türk ölü Türk” düşüncesi böyle bariz bir şekilde ortaya konmaktadır romanda. Tabii her romanda olduğu gibi burada da engeller karşımıza çıkıyor. Buradaki engel Hristo’dur. Bu aşka kesinlikle izin vermemektedir. Hatta bunu duyduğunda sinirlenir ve kızını öldüresiye döver. Ve sonunda onu uzaklaştırmak için Londra’ya akrabalarının yanına gönderir. Oysa Türklerde, Rumlara karşı bu kin, bu düşmanlık yoktur. Onlara göre Rumlarla da barış içerisinde yaşanabilinir. Yeter ki art niyet olmasın. Ama bu art niyet her defasında Hristo gibi kötü düşünenler tarafından ortaya çıkar. Ve genelde de bütün Rumlarda bu anlayış hâkimdir. Roman boyunca Türklerin mukavemeti, direnişi başarılı bir şekilde anlatılmaktadır. TMT’nin kurulması ve işleyiş biçimi de romanda yalın bir dille verilmektedir. Hasan ile Mehmet’in konuşmalarında TMT dile getirilir. Buraya herkesin giremeyeceği, güvenilir kişilerin burada görev alabileceği söylenir. Roman su gibi akıp giderken Kıbrıs Türklerinin yaşayış biçimlerine, gelenek ve göreneklerine de şahit oluyoruz. Gençlerin köprübaşında toplanarak birbirlerine Rum kızlarıyla olan aşklarını övünerek anlatmalarını, meyhanelerde akşamları sohbet amacıyla içki içtiklerini, pulya zamanı geldiğinde hep beraber pulya avına çıktıklarını ve imece usulüyle birbirlerine yardım ettiklerini görüyoruz. Roman ilerledikçe Mehmet ile Nitsa’nın aşkı daha da alevlenir. Birbirlerini görmeden yapamazlar. Öyle ki artık her Cuma gece yarısı olduğunda gizlice buluşurlar. Aşk alevi benliklerini iyice sarar. Yağmur, çamur, soğuk, kış demezler. Her hafta sonu Mehmet her şeyi göze alarak Nitsa’nın evine gider. Zaman sonra odasına da girer. Bu durum, olayların patlak vermesine kadar sürer. Aradan çok zaman geçmez. Rumların Megalo İdea düşüncesi hayata geçmeye başlar. Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için eylemler yaparlar. Ve resmen Türklere karşı cinayet işlemeye başlarlar. Tabii Türkler de bu durum karşısında sessiz kalamazlar. Kendilerini savunmaya geçerler. Ellerindeki imkânlarla güvenli bölgelerde kendilerini savunurlar. Mehmet de mevzilerde nöbet tutmaya başlar. Dolayısıyla Nitsa’ya sık sık gidemez. “Bu Cuma gelmezsem, gelecek Cumaya bekle. O da olmazsa bir sonrakine bekle. Mutlaka geleceğim” der. Ve hasretle cumaları bekler. Birkaç hafta göremeyince içini alev sarar. Gitme tutkusu, onu görme, sarma tutkusu, öpme tutkusu içinde büyür büyür. Her şeye rağmen yine de gider Nitsa’ya. Çünkü bu aşk, öyle bir merhaleye gelmiştir ki, hiçbir engel tanımamaktadır. Nitsa’nın ne Rum olması, ne babası Hristo’nun bir EOKA’cı olması, ne de gece giderken ölüm korkusu ona bir etki yapmayacaktır. Korkusuzdur. Aşk, içindeki bütün korkuyu silmiştir. Ve o gece olan olur. Bir kurşun yarası alır. Yaralanır. Onu Nitsa odasına götürür ve saklar. Yaralarını sarar. Gizlice oradan kaçırır. Daha sonra Hristo bunu öğrendiğinde deliye döner ve kızını tekmeleyerek döver. Bu tekmeleme esnasında Nitsa’nın Mehmet’ten hamile olduğu ortaya çıkar. Nitsa düşük yapar. Ve en kısa zamanda Londra’ya gönderilir. Mehmet, yaralı bir şekilde birliğine döner. Cebinden Nitsa’nın mektubu çıkar. Olaylar bütün çıplaklığı ile aydınlanır. Mehmet de ceza alarak geri plana atılır. Çatışmalar hat safhaya ulaşır. Artık sokağa kimse çıkamaz. Tek başına evden ayrılanlar bir daha geri dönemezler. Tarlaya, bağa bahçeye gidenlerin, dağda koyun otlatanların akibetleri bilinmez. Nereye götürüldükleri yaşayıp yaşayamadıkları hakkında her hangi bir bilgi edinilmez. Ve artık büyük bir savaş kaçınılmaz olur. Her Kıbrıs Türkü’nün mutlaka okuması gereken bir roman diye düşünüyorum. Hiç değilse geçmişimizi çabuk unutanlara ve geçmişimizi unutturmak isteyenlere bir şeyler hatırlatır kanatindeyim. Hele de gençlere tavsiye edilmesi ve onların mutlaka okuyup ellerinden düşürmemesi gereken bir kitap. Çünkü burada söz konusu olan bizim geçmişimiz. Bizim başımızdan geçen unutulmayacak olan olaylar. Kıbrıs Türkü’nün mücadelesi. Nereden nereye geldiği… Bunu herkesin iyice anlaması gerekiyor.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Yozcu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |