• İzEdebiyat > Öykü > İronik |
141
|
|
|
|
Nasıl da benzedik birbirimize; boynumuz bükük, ferimiz sönük, rengimiz soluk... Geçmişi nasıl da yüklenmişiz sırtımıza; kamburumuz çıkmış, yüzümüz yere yakın, yorgun.... Direncimiz, pamuk ipliği; incelmiş iyice, koptu kopacak.
Yine de bir mucize beklentisiyle, yüreğimizde sönmeye yüztutmuş koru nasıl da üflüyoruz, tıknefes.... Yanacağımızı bile bile nasıl da atmışız kendimizi ateşe, çırpınıp duruyoruz pervane misali..
|
|
142
|
|
|
|
Tanıtımı bitiren satıcı, baba ile oğluna döndü. Satıcılara özgü bir tavırla, çocuğun başını okşadı. Aynı profesyonel tavırla, babaya sordu :
-Ordu modellerimiz bunlar. Siz hangisini isterdiniz.? Size nasıl bir ordu lazımdı acaba ?
|
|
143
|
|
|
|
Örnekte sabitin bir bardak çay ile sınırlı tutulması hem problemin çözümünü kolaylaştırıcı, hem de durumu sembolleştirici bir unsurdur. Nasıl olsa söz konusu çayı içmek kimsenin hayatını değiştirecek bir hamle değildir. Bu durumda, konu üzerinde düşünmemize yardımcı olan “bir bardak çay”, hikayenin sembolojisini oluşturmakla birlikte kendisi hiç o kutunun içine girmemiş olan Schrödinger’in kedisi kıvamında bir fenomene de dönüşmektedir. Zira yakışıklı/çirkin, kafası çalışan hiçbir bey zorda kalmadıkça bu numaraya başvurmaz; ya da daha iyimser bir yaklaşımla :- başvurmamalıdır. Çaydan daha albenili, daha can alıcı bir ikramın olasılık artırmadaki rolü yadsınmamalıdır. |
|
144
|
|
145
|
|
|
|
Demir parmaklıklar arkasından öpüşmek kolay değildi. İki taraftan birinin dudağı, karşısındaki kişinin yanağı yerine soğuk demir parmaklıkları öpüyordu. Sırayla yanaklarını parmaklıklara dayamayı sonradan akıl ettiler. |
|
146
|
|
|
|
Gözlerimi açtığımda önce bir tezek gördüm. Sonra da bir inek. Sonra da bir sopa. Sopa sırtıma indiğinde can havliyle onu da gördüm. Aksakallı bir ihtiyardı vuran. Sopa bastonmuş. Bana "Seni gavurun dölü" derdi her zaman. Benim dedemmiş. |
|
147
|
|
|
|
İnsanın yaradılışıyla başladı sözcüklerin gücü.Herkes dünyanın var oluşundan beri birçok şey söyledi ama herkes güzel cümleler kullanamadı bir kadına.Her kadın anlayamadı sözlerin gücünü.Bazıları çok sevdi.Hak etmediği mutluluklar yaşadı bazıları,sevda üstüne.Büyük bir çoğunluğuysa hep sevdi ama sevilmedi.
|
|
148
|
|
|
|
‘ Yahya amca, bu bahçe de senin mi , diye sordum.. Sormasam iyiymiş:
“ Mülk Allahın’ dır, ben emanetçiyim ” dedi… Nasıl oldu bilmiyorum, sormadan edemedim sanki: “ Ne kadar zamandır bakmaktasın emanete, yaşın neyin epey ilerlemiş, yorulmuşsundur; madem ki emanetçisin devret başkalarına, biraz da onlar yorulsun . ” Bu önerim, Hoca Efendi’ nın hiç hoşuna gitmedi… İlkin, başını öne eğerken sakalını sıvazladı. Sonra dudakları titredi, yutkundu!... Bir şey diyecek oldu, toparlayamadı ve hınzır bir gülümsemeyle yetindi… |
|
149
|
|
|
|
Ve kulakları sağır eden iki el silah sesi yayılır eve, sanki duvarlar yıkılır. |
|
150
|
|
|
|
Az önce eşiyle yine kapışmışlardı. Bu kapışmaların sonucu eşinden feci şekilde dayak yiyordu. Sonunda eşini öldürmeye karar verdi. İyi bir tabanca satın aldı |
|
151
|
|
|
|
Nerdesin yahu? Kim çağırıyor beni? Bu yalnızlıkta olsa olsa ben beni çağırırım. Nerdeee.. ile başlar bütün cümlelerim. Nerdesin o eski ben? |
|
152
|
|
|
|
Hesaba itiraz ederse yanındakilerin gözünde küçük düşeceğini sanan adamı, daha fazla kazıklamadığına pişman oldu garson. |
|
153
|
|
|
|
"Zaman istikamet yemiş askerlere yön vermeyi akıl bile etmiyor artık." |
|
154
|
|
|
|
? Bu duman havasını bozar mı? diye dertlenirken ‘O duman senin içinde’ diyen bir ses duyarım. Kapkara dumanlar kaplar çevremi gene o karmakarışık duygular, geçmişin onlarca tozu, yanılmalar, rakamlar, aldanmalar, kelimeler birer kitap sayfası gibi açılıverir. Birde bakarım ki yalnızlık yanı başıma yerleşmiş, ayak, ayak üstüne atmış tıpkı bir erkek gibi karşımda durur, düşmanlığı dostluğu anlamayan bir sevgili gibidir o!... Çaresiz, umutsuz!... sıradan kalkarım. Tekrar geçmişin yollarındayımdır. Ama bu kez koşarak kaçarım. Denize girerim. Denizdeyimdir. Adalara doğru yüzerken adalar sanki beni karşılamak için ayağa kalkarlar, denizde adacıkları sarıp sarmalar, köpüklerde çırpıntılarıyla sonsuzlukta bir nokta gibi görünen beni okşardı. Adadan gelen sallanan ağaçların, savrulan dallarının yapraklarının çıkardığı seslere bende saçlarımı denizde çalkalayarak eşlik eder katıla, katıla bu adacıklarla birlikte gülerdim. |
|
155
|
|
156
|
|
|
|
Cılız ışıklar ardından gelen yoğun ışıklar, aralarına girmiş karanlık bir boşluk. Deniz varsayıyorum boşluğu. Kapkara bir gece, kapkara bir deniz. Ben denizim, deniz benim, denizde bir tekneyim. |
|
157
|
|
|
|
Aniden elindeki bardağın ne kadar kirli olduğunu farketti adam, üzeride dudaklarından bulaşmış az önce yalanmış bir kaç organın doku kalıntıları , kedi kılları, üçüncü sınıf fındığın, dördüncü sınıf kırmızı şarapla karışarak oluşturduğu tatak büyüklüğünde sarılıklar ve kadehin içinde dışından daha çok bulunan parmak izleri ... hepsini bir araya getirdiğinde hayatından daha iğrenç değildi ... |
|
158
|
|
|
|
Şeref sinirden kıpkırmızı kesildi, fakat bir şey söylemedi.
Koridordaki ev telefonu çalmaya başladı. Birkaç gündür gece bu saatte çok telefon gelmeye başladı. Bedava mıdır ne? Sahi “akşam 7’den sabah 7’ye kadar bedava konuş” diye bir reklam duymuştum. Aramaların çok olmasının nedeni bu olmalı. |
|
159
|
|
|
|
herkes biraz tanrının cezası ..aklıyla nefsiyle
|
|
160
|
|
|
|
sadece tek bir tanım.. ironik... |
|