Türk Sinemasının Ezberini Bozan Yönetmen
On sekiz yaşımdan beri aldığım filmleri bilgisayarıma kopyalayıp bugün devasa bir film arşivi sahibi oldum. Yani bugün 43 yaşındayım ve 17 bine yakın film arşivim var...
On sekiz yaşımdan beri aldığım filmleri bilgisayarıma kopyalayıp bugün devasa bir film arşivi sahibi oldum. Yani bugün 43 yaşındayım ve 17 bine yakın film arşivim var...
İnsan zor tanır kendini. Kendi hakkında hüküm verirken ne kadar subjektifse, bir millete mensup bir kişi de milletini değerlendirirken o derece subjektiftir aslında.
Elias Canettinin romanı Körleşme 40-50 yıl önce ilk Ahmet Cemalin çevirisiyle yayınlandı. Yaklaşık yarım asırlık kitabı ömrüm boyunca ya bir ya da iki kez üzerinde düşünmeden, tartmadan okudum. Şimdi yine elimin altında ve tekrar not olarak okuyorum
Bilgi çağına girdiğimiz geçen yüzyılda bilginin ve aklın uğradığı ihaneti görmek, çok hüzünlendiriyor beni. Yaşantısıyla, sözleriyle çağdaş ve modern olduğunu iddia eden insanlar, bilgi ve bilgiyi kullanmaya bir sokak kedisi kadar değer vermiyor.
Antakyada Mesihiyyetin bir başka sevdalı şehidi, sonsuzluk yolcusu sevgili Dülger, Habib Neccar Hazretleri var. Antakyanın ilk İsevilerinden, İseviliğin Antakyada ilk şehitlerindendir, Habib Neccar. İnsanlık için gönül verdiği dava uğrunda canını, malını infak eden bir iman abidesidir.
Sanıyorum İslamın iç sesi, yeryüzünün halifesi olan insanın, Allah için yaratıldığını, geri kalan her şeyin de insan için yaratıldığını fısıldıyor hepimize..
Merhaba mor kalemim; / çizgisiz not defterim. / Merhaba gündoğumum;
Ayrılığın sirkesinde kalan her göz, / gözbebeği turşusu olur. /
Herkes gibi benim de uzakta, çok uzaklarda sevdiğim, değer verdiğim insanlar var. Ne zaman onlar için dua etsem gözümün önünden yaşadıklarımız film şeridi gibi geçer ve onlar için dua ederek tüm özlemimi, hasretimi gidermeye çalışırım
Bazen derin düşüncelere daldığımda göğsümün ortasına garip bir sancı çöker. Bu öyle kötümser bir sancı değil, tersine rahatlık veren bir sancıdır..
Şehir ve hız! Birbirine ruh ve ten gibi bağlı. Yavaşlığın keşfi bu şehirde belki de yüzyıllar alacak sanırım.
Şu bir gerçek ki ilim adamlığı ve sanatkârlık aynı insanda çok zor bulunan iki vasıftır.
Ülkemizin kabuk değiştirerek gelişmeye çalıştığı bir dönemdeyiz. Çok sancılı, sıkıntılı bir döneme girdik girmesine ama hepimizin de üzerine düşeni yapmaktan sorumlu olduğunu hatırlatmak gerek.
Yakup Kadri Karaosmanoğlunun Hep O Şarkısını okudukça, Roman diyordum kendi kendime, silinip gitmiş, herkesin artık unutmuş olduğu acıları anlatmalı Niye peki? Vallahi hiç bilmiyordum niyesini, nedenini, nasılını Başkalarının fark etmediği, hissedemediği acıları yüzlerine çarpmak hoşuma gidiyordu belki de kim bilir
Nurullah Ataçın zamana meydan okumuşluğunu kim yadsıyabilir? Ataçın eserlerini okuduğunuzda onunla için için tartışır, dil konusundaki görüşlerinden irkilirsiniz!
Bunca yıl.. ne olmuştu, nerede kalmıştık? Şimdi su içtikten sonra nefes nefese kalan bir adam gibiyim. Üzerimde taşıdığım bu yavaşlık; halsizlik, uyuşukluk yüzünden bir gün aniden organlarımın tümü çalışmayı bırakacak görenlerde beni canlı sanacaklar diye endişe ediyorum..
... Şeyh Galibin çıtasına erebilen şairin çıkmayışı bir yana, Nedim gibi söyleyebilen adamlar da yok olmuştu.
Denizi olmayan bir kenti sevebilir miyim? Bu soruyu geçen sene sormuş olsaydılar hiç tereddüt etmeden sevmem derdim. Bugün bir arkadaşım sorunca pekâlâ sevilir dedim. 1997 yılından beri İstanbulda yaşıyorum. Az da olsa İstanbullu sayılırım. Bu kenti neden seviyorum? Elbette sırf denizi olduğu için değil, medeniyetlerin başkenti olduğu için
Marx Sanat paradır der. Osmanlı Devleti bunu sanat saltanattır biçiminde algılayıp sanat ile parayı; sanatçı ile sermayedarı buluşturarak bir politika izlemişti.
Neden siyasetçilerin, güreşmeye hazır bir boğa gibi davrandıklarını, kılıçlarıyla hasımlarını doğramak için bir gladyatör gibi davrandıklarını düşünme fırsatım oldu..
Metropol çobanı. İletişimci, felsefe ve edebiyat aşığı!
türkiye
Deneme
halen araştırıyorum