Öküzün rengini dışında, insanın rengini içinde ara. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
secdeyi öp beni öpmek istediğin zaman olur mu anne, ben senin ayaklarının altında olurum sen üzülme... "cennet, annelerin ayakları altındadır..." sen anne , sadece hakkını helal et, ben , ben iyiyim..." -Kahraman Tazeoğlu- *** Şehit haberlerini duyunca, izleyince medyadan inanın çok üzülüyorum. Çocuklarımızı dünyaya getiriyoruz, bin bir zahmetle büyütüyoruz. Gece gündüzümüzü feda edip, çocuklarımızı hayatın içine bırakıyoruz. Bende anneyim. Benim de oğlum var. Kolay mı bir oğul yetiştirmek? Bir çam ağacı dikiyorsunuz tam 15 sene sonra insan boyunu geçiyor. Bir evlat yetiştirmek iğneyle kuyu kazmak gibidir. Yıllarımızı sabırla, dualarla geçirdik. Şimdiyse öyle bir korku sarıyor ki yüreklerimizi… Kelimeler kifayetsiz kalır. Gecemizi gündüzümüze katık ederek büyüttüğümüz evlatlarımızı, bir gün kendi ellerimizle toprağa vereceğimiz kâbusu çöküyor her ocağa. Şimdi sorarım size: Hangi anne ve baba bile bile oğlunu ölüme gönderir? Hangi anne ve baba yüzlerini göstermeyen o sinsi içimizdeki hainlere, oğlunu emanet eder? Dün bir şehit annesinin sözleriyle sarsıldım ve içim kıyıldı. O anne ne diyordu, biliyor musunuz? "Ben oğluma düşüp, yaralanacak diye bisiklet bile almamıştım." Şehit ve gazi aileleri meclisin kapılarında tartaklanırsa... O kutsal madalyonları hiçe sayılıp, BİR DAKİKA BİLE dinlenmezlerse... Sayılmazlarsa... Ben kendi ülkemde nasıl yaşayacağım? Kime güveneceğiz? Nasıl içim rahat oğlumu askere gönderebilirim? Ve göğsümü gere gere "vatan sağ olsun, oğlumun canı vatana feda olsun" diyebilirim??? Oğlumu, "canı sizin, kefeni benim" diye geçmişte emperyalist köpeklere itaat eden, başlarına çuval geçirten subayların, paşaların ellerine mi teslim edeceğim? Düşman nerede ki? Yoksa oğlum mu nişangâh? Oğullarımız tanıyor mu düşmanlarını? Bizler hala uyuyoruz. Ermeni dedik, Rum dedik, Bulgar ve Sırp dedik. Ve yıllarca onları hep düşman bildik. Meğerse asıl düşman İÇİMİZDEYMİŞ, İÇİMİZDE... Bir Ermeni kadar bile olamadık. 1915 yılındaki sayılarını yükseltip, yüksekten attılar, tuttular, laf üretip, meydanlara SOYKIRIM anıtlarını bile dikip, dünyaya kafa tuttular. Oysa 1912 yılında bir Ermeni doktorun, İngilizlerle birlik olup, tam 15 bin Türk Askerini asitli havuzlarda öldürmüşlerdi. Ya biz ne yaptık? Bir Osmanlı Paşasının açtığı davayı sumen altına itip, tarihin sayfalarında unuttuk bu insanlık vahşetini. Bizler bugünleri de unutacağız. Tıpkı daha önceki şehitlerimizi unuttuğumuz gibi… Yazık ki ne yazık! Yarınlardan hiç umudum da yok ARTIK. Çok üzülüyorum. Tüm bu gerçeklerin karşısında çaresizlik ipine asılıp, kahroluyorum. Elimden bir şey gelmiyor. LANET OLSUN! Demekten başka... Ha bir de aklıma gelmişken ilave edeyim. Artan şehitlerimizin anısına; ASLINDA BİZİM DE SOYKIRIM ANITI DİKMEMİZ LAZIM. Emine PİŞİREN/20.10.2011
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Emine Pişiren, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |