Dünya hiçbir padişaha kalmadı, sana da kalmayacaktır. -Nizamî |
|
||||||||||
|
Üzerinde çok yazılan, konuşulan bu konuya girme niyetim hiç yoktu. Artık herkesin bir fikrinin oluştuğunu düşünüyordum. Ancak dostlarımdan ve okurlardan gelen “O dönemi acılı bir biçimde yaşayanlardan olduğun halde neden bu konuda yazmıyorsun?” sorusu beni düşündürdü. Demek ki “Bu dava, ülkemize ne getirecek, ne götürecek?” sorusunun yanıtı kafalarında henüz tam oluşmamıştı. Yapılan TV programları, okudukları, hatta o dönemi yaşamış bile olsalar, belki de bugünkü kaos içinde daha çok bilgiye, görüşe, tanıklığa gereksinim duyuyorlardı. Ben de bu nedenle, düşündüklerimi, gecikerek de olsa yazmaya karar verdim. Bu yazı sizlerle birlikte, konuyu yeniden sesli düşünmek biçiminde olacak. Ayrıntılı bilgilere başvurmayacağım. Onları bu yazının sonuna ekleyeceğim. Yalnız hemen şunu belirteyim; 12 Eylül’de, gözaltına alınan kişilerden işkence görmeden çıkanların sayısı yok denecek azdır. Ailelerine reva görülen, en hafifinden son derece aşağılayıcı davranışlar da cabası. Bu gerçek bile vahşetin boyutları hakkında fikir verebilir. Öncelikle ayrıntıya girmeden, şu saptamayı yapalım: 12 Eylül 1980 darbesi; dünya kapitalizminin(Emperyalizmin), Yeni Dünya Düzeni/Globalleşme evresine geçerken, ilişkide olduğu, sözünü dinleteceği ülkelerde, bu sürece uyum sağlatma operasyonudur. Doymak bilmez kâr ve sömürü güdüsüyle sürdürülen SSCB’yi çökertme, Yeşil Kuşak oluşturma, tüm gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde tamamen egemenlik kurma projesinin uzantısıdır. Ülkemizde, 24 Ocak Kararları denilen ekonomik düzenlemeleri kolayca kabul etmeyecek olan sınıf ve katmanları, onların örgütlü gücünü susturma, dağıtma, yok etme operasyonudur. Bu da iyice güdümlü bir politik iktidar gereksinimi yaratmıştır. Genç okurlardan bilmeyenler, bu kararların ne olduğunu ve kimlerin sahiplendiğini ve uygulanabilmesi için terörün nasıl oluşturulduğunu mutlaka öğrenmeli. O gün, var olan iktidar ve görece demokratik örgütlenmeler ile, bu büyük ekonomik yükü, emekçi sınıflar üzerine yıkamazlardı, şiddete gereksinimleri vardı. İktidarlar, oy kaybı kaygısıyla bu reçeteyi tümüyle uygulayamıyorlardı. Demokratik örgütlenmeleri kısıtlayan 12 Mart 1971 darbesi de, 1973’ten sonra halktaki uyanış nedeniyle etkisini yitirmekteydi. Hızla sendikalar güçlenmiş, diğer demokratik örgütler toparlanmış, hak aramaya başlamışlardı. Egemenlerin, bunları dağıtması gerekiyordu çıkarları gereği. Bu nedenle, yurdun en özverili, yoksulluğa, eşitsizliğe, adaletsizliğe, haksızlıklara başkaldıran bu emekçi sınıfların aktivistlerine, onların aydınlarına ve örgütlenmelerine karşı, ordu aracılığıyla şiddet uygulandı. Darbecilerin uyguladığı, dağıtma yok etme, sindirme, korkutma politikaları, görece de olsa var olan demokratik düzende uygulanamazdı. Bu nedenle, darbecilerin yaptıkları, asla unutulacak şeyler değildir. Bu yurttaşların bir bölümü 12 Mart 1971 darbesinde de aynı biçimde cezalandırılmışlardı. Diyeceksiniz ki, “Onlar, teröre bulaşmışlardı. Sokaklarda kan gövdeyi götürüyordu.” Hayır... Çok az bir bölümü bulaşmıştı ve çok gençtiler. Bana ve pek çok veriye göre ise “Bulaştırılmışlar, zorlanmışlardı.” Bu yargım, o zaman, karşı safta yer alan, cezadan, şu ya da bu biçimde yakayı sıyıramayan, koruyup kollanmayan ülkücü gençleri de içermektedir. Çünkü elebaşıları, sonradan milletvekili, spor klübü başkanı, büyük işadamı oldular. Örgütsel olarak da fazla darbe yemediler. Daha sonra yine başka acımasızlıklara giden yolları döşemek üzere, daha yumuşak görünümle örgütlendiler ve her ihtiyaç duyulduğunda, sisteme destek oldular, olmaktalar. 12 Eylül’den önce ve sonra, bizlerin de pek çoğumuzun para peşinde koşma, daha iyi yaşama kavuşma olanaklarımız vardı. Onları gözümüz görmedi, bugün de görmüyor. Kimimiz de koştu, her yeni gelen iktidara uyum sağladı, dünyalığını kaptı. Kimimiz de öyle saftık ki, dünyalığı kapmasak da dostlarımızın böyle bir şey için değişebileceğine inanamadık, peşlerine takıldık. Bizler, o gün muhaliftik, bugün de... Yaşarsak yarın da muhalif olacağız. Çünkü iktidar, paranın egemenliği, dozu zamana göre değişiklik gösterse de şiddet olmadan sürdürülemez. Para ve güç kirleticidir, baştan çıkarıcıdır. Her iktidarın karşısında, muhalefet olmak zorundadır, olacaktır. Tarihte olduğu gibi her çağda ama hep az sayıda, doğrulukları sonradan anlaşılan, kadim erdemlere, özlemlere, doğrulara inanan bilinçli insanlar da olacaktır. İşte bizler, ülkemizin insanlarının ve insanlığın kadim özlemlerinin taşıyıcısıyız. Hep gurur duyduğumuz, duyacağımız bir seçim bu. Keşke her dönem örgütlü ve güçlü olmayı başarabilsek... Ne yazık ki bazı geçiş dönemlerinde, böylesine aşırı baskılar, faşizm dağılmamıza neden olur. Bu kez tek tek yazarız, tek tek konuşuruz, küçük gruplar oluştururuz. Biliriz ki birileri bizi duyar, anlar. Bocalarız ama “Sol memenin altındaki cevahir” hiç kararmaz. İnanıyoruz ki; insanlık, dünya egemenlerinin ve onların işbirlikçilerinin reva gördüklerine mahkûm değildir. Bu geçici bir süreçtir. İnsanlık tarihinde, 50, 100, 300 yılın yeri nedir ki?... Hani Firavunlar, Sezarlar, Mussolini, Hitler, Franko, Salazar, Somoza, Markos...Pinoşet... Hani nerede onların düzenleri?... Ya Saddam, Kaddafi, Mübarek... Sonuncuları daha farklı kategoride değerlendirmek gerekse de, egemen oldukları dönemlerdeki muhteşem güçleri nerede?... Hepsinin hazineleri, ülke dışında paraları vardı, ne oldu?... Ne var ki bizim yurdumuzun ve kültürümüzün yarısı batıda, yarısı doğuda. Bugünkü uzun süreli sancımız bundandır. Çekeceğiz. Dün, komünizm düşmanlığı ve terörle kandırılıp güdümlendi kitleler. Bugünse, etnik, dinsel, mezhepsel ayrımlarla gözler boyanıyor, bölünüyor halk. Korku ve biat kültürü enjekte ediliyor toplumsal hücrelerimize. Bu ilacı kabul etmeyenler, yine cezalandıracaklar. Ama birgün, bugünkü yöntemler de geçerliliğini yitirecek. Bizler, daha adil ve yaşanası dünyayı görmeden gideceğimizi biliyoruz. Umutlarımızı, tarihten alıp geleceğe uzatıyoruz. Yarının insanları tutacak bir ucundan. “Onlar haklıydılar, bizim için bedel ödediler, daha ileri götürmek bizim görevimiz” diyecekler... Hiç kuşkum yok... Hiç... ................. Gelelim 12 Eylül Davası’na... Müdahil olmak ya da olmamak... Kenan Evren ve Şahinkaya’yı; cakasını taşımaya çabalayan, omuzları çökmüş, süklüm püklüm olmadıklarını sergilemeye uğraşan bir durumda, mahkeme salonlarında görmek... Ölmeden bunları görmek... Ammaaa... İşte bu ”Ammalar” olmasaydı, sevinç duyabilir miydim bu görüntülerden?... Şimdiki gibi kaskatı, duygusuzca ve onlarca soruyla uğraşır mıydım?... Bilemiyorum... Yaşamadığımız duygular adına ne söylesek boş. Onlara baktıkça, demirparmaklıklar ardında annelerini gören çocuklarımın hiç unutamadığım bakışları yapışıyor TV ekranına... Çocuklarımın bakışlarında, öfkenin itici gücü zorluyor hıncımı, sevince dönüştürmeye uğraşıyor. Ama, hazretleri orada görmek yine sevindiremiyor beni. İşkencedeki çığlıklar kulağımı delse de “Oh olsun!...” diyemiyorum. Kaskatı bakıyorum. Ne acıma, ne öfke, ne sevinç ne de coşku... Duygular almış başını gitmiş. Boşalmış bir yürek... Gelin, konunun devamını, soruların yanıtlarını, bu donukluğu, bir sonraki yazıda, birlikte sorgulayıp bulalım sevgili okur. Ama geçmişteki yılları, yaşamları kim geri verebilir?... Bugün aynı durumdaki yaşamları, yarın kim geri verecek?... Yıllardır, işimize gelmediği gibi düşündüğü için içerde yatırılan; onca gazeteci, yazar, bilim adamı, öğrenci, işçi, memur, taş atan/attırılan, cezaevlerinde tecavüze uğrayan çocuklar... Bugün insanların yaşamlarıyla oynayanlar, yarın, artık halklar daha kül yutmaz hale geldiğinde ne olacak? Gelin, bunları düşünerek aşağıdaki bilançoyu inceleyelim. İşte Cumhuriyet Gazetesi tarafından 2000 yılında yayınlanan 12 Eylül Darbesinin Bilançosu 650.000 kişi göz altına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50′si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1′i Asala militanı). İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi. 71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. 300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci silahla öldürüldü. Gazeteler 300 gün yayın yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. 14 kişi açlık grevinde öldü. 16 kişi -kaçarken- vuruldu. 95 kişi -çatışmada- öldü. 73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi. 43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi 11.04.2012 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |