İnsan bir küçük dünyadır. (Mibres Kosmos) -Demokritos |
|
||||||||||
|
--- Hoş geldiniz efendim. --- Hoş bulduk. --- Size nasıl yardımcı olabilirim? --- Müdür beyle görüşmek istiyorum. --- Randevunuz var mı? --- Randevum yok. Zaten gerek de yok. --- Peki efendim kim geldi diyeyim kendisine? --- Bir yakını dersin. Haydi bakalım! --- Tamam efendim. Bir dakika bekleyin lütfen. Haber vereyim kendisine. Çok geçmeden müdür beyin odasından çıkan sekreter, Metin’e döner: --- Buyurun efendim; müdür bey sizi bekliyor. --- Teşekkür ederim. --- Rica ederim efendim görevimiz. Kemal Bey bir müdürün nasıl oturması gerekiyorsa; aynen öyle kurulmuştu masasına. Göbeği masanın altına gizlenmiş. Elleri bilek hizasından önünde masaya dayanmış. Sağ elinde bir kalem. Elinin altında bir kâğıt. Sol tarafta önünde bilgisayar. Sümen takımı en kralından. Birkaç tane irili ufaklı kanun kitabı. Gerisini saymaya gerek yok. İlk bakışta insanın gözünü doyuran, doyurmakla kalmayıp, alttan alta baş eğdiren bir masa. Geometrik desenlerle bezeli tavan. Kütüphane havası veren ahşap kitap dolapları. Antik çizgiler içeren ceviz mobilya. Her haliyle göreni etkileyen, etkilemekle kalmayıp görkemiyle baştan omuzlarını düşüren bir oda. Müdür kapıdan gelen adamı Batı Afrika yerlisi bakışlarıyla süzüyor; bir yerlerden çıkarmaya çalışıyordu. Çok uğraştı ama yok. Nafile. Sekreterin ‘ o anlar ‘ dediği hiç kimseye benzetememişti. Tanıdığı hiç kimseyi tam olarak andırmıyordu. Yılmıyor, hafızasının tozlu raflarını karıştırıyor. İşe, askerlik anılarından başlıyor; bir ipucu yakalamaya çalışıyordu. Metin hiç istifini bozmadan girdi içeri. Masaya doğru ilerlemeye başladı. Gören, bir şirket müdürünün odasına değil, kırk yıllık arkadaşının meyhanesine girdiğini sanabilirdi. Zaten en çok da bu yürüyüş, bu bana mısın demeyen cüret Kemal Bey’i şaşırtmıştı. Bir tanıdığı olmasına bir tanıdığıydı. Bunda şüphe etmemesi gerektiğine karar kıldı. Öyle ya burası dingonun ahırı değildi. Kimse öyle elini kolunu sallaya sallaya giremezdi. İyi de o zaman kimdi bu adam? Yoksa. Yoksa akşamcılıktan tanıştığı kendini bilmezlerden bir miydi? Eğer öyleyse yüz vermeden derhal sepetlemeliydi. Bu sırada gümüş yüzüğünü okşuyor ve devam ediyordu. Yok o kadar da değil canım. --- Ooooo Kemal Bey! Seni hayırsız seni! Yüzünü gören cennetlik yahu! Nerelerdesin ne zamandır? Kırklara mı karıştın? Baktım sende iş yok. Dedim büyüklük bende kalsın. Gelmeye karar verdim. Beni de ayağına kadar getirdin ya; eh, alacağın olsun. Neyse üzülme canım. O kadar görgüsüz değiliz. Ne de olsa koskoca genel müdürsün. Kimsenin ayağına gelmezsin. Kemal Bey’in şaşkınlıktan dili tutulmuş; bıyıkları diline inat raks ediyordu. Artık sinirinden mi şaşkınlığından mı bunu o an kendisi bile tam olarak kestiremiyordu. --- Vay vay vay benim koca müdürüm vay! --- Affedersiniz ama ben tanıyamadım galiba. Adamdaki nezakete bak canım diye düşündü. Eeee koskoca genel müdür canım. Başkası olsa ‘ hastır ‘ deyip; kapı dışarı sepetlerdi. Aradan yıllar geçmişti. Dile kolay kardeşim. Tanıyamaması gayet normaldi. Normaldi normal olmasına da, az biraz gözü ısırsa hani tadından yenmezdi. Yine de bozuntuya vermedi Metin. İşi pişkinliğe vurdu. --- İyi düşünün müdürüm. Biraz gayret edin canım. Bakın oluyor işte. Ha gayret! Babamın üvey anasının küçük eniştesinin haylaz torunu Kemal olmalısınız. Adının Kemal olduğu oda kapısının üzerindeki yazıdan aklında kalmıştı. Yoksa kendi de tam olarak hatırlamıyordu Hatice ananın bu uzak akrabasını. Kemal’in yanlardan aşağı sarkık bıyıkları şaşkınlıktan dansa durmuştu: --- Ulan dangalak ne kadar koftiden akrabası varsa ona benzetiyor bizi. Diye söylendi içinden. --- Ne günlerdi o günler. Metin’in gözleri bulutlanmıştı. --- Babamın analığı Hatice teyze… Allah gani gani rahmet eylesin. Mekânını cennet, makamını mübarek zatlara yakın eylesin. Metin hayatında bu kadar duayı yan yana etmemişti. Ateşli münafıklığını, genel müdürün gümüş yüzüğüne yordu. Bakışları yuvarlak çizgilerin hâkim olduğu hakiki ceviz makam masasının şatafatında kaybolmuştu. Bir müddet bakışlarını toparlamaya çalıştı. Konuyu unutmadan bağlamaya çalıştı: Son sözleri ‘ Kemal’ olmuştu. --- İyi ama benim Hatice adında üstelik yakın tarihte ölen bir yakınım yok ki… Aldın mı şimdi havanı. Baltayı taşa vurmuştu. Ama yılmayacaktı. Bir yerlerden tanışıyorlardı. Adı gibi emindi buna. Mutlaka ama mutlaka ortaya çıkaracaktı nereden tanıştıklarını. --- Nasıl yani? Olsun fark etmez. Mutlaka bir yerlerden tanışıyor olmalıyız. Yoksa o kadar sıcak ifadeler içeren mesajı gönderir miydi? Bu devirde insan desteğini ancak en yakınlarından esirgemezdi. Kimsenin yaralı parmağa işemediği bir devri yaşıyorlardı. Çay gelirken Metin neredeyse tüm hafızasını elden ve gözden geçirmekle meşguldü. Bulacaktı nereden tanıdık olduklarını. En kısa zamanda hayatlarını kesiştiren bu güzel tesadüfün sebebini bulacaktı. Bulmalıydı. --- Vay benim koca müdürüm! Adamın kralı müdürüm! Vay be, ne günlerdi o günler… Hiç değişmemişsin benim aslan müdürüm. Kemal bey bu kadar samimi ifadelerle muhatap olmayalı neredeyse çeyrek asır olmuştu. Bürokrasi ocağında pişen birisi için bu tür banal ifadelere muhatap olmak nerdeyse imkânsız bir durum. Fakat karşısındaki adam neredeyse on dakikadır bir kısmının manasını bile bilmediği kelimelerle sırnaşıp duruyordu: Aslında güvenliği çağırıp attırması işten bile değildi. Ne hikmetse bir müddet daha katlanmaya karar verdi. Her ihtimale karşı, en ufak bir yakınlık ihtimaline karşı yine de saygısızlık yapmak istemiyordu. Aslan maslan gibi hayvan isimleriyle yan yana anılmaktan canının sıkıldığını kaşları saklamaktan aciz kalıyordu. --- Yav sen ilkokulda da böyleydin be. Az konuşur, millete yukarıdan bakardın. Ama Allahın var hakkını yemeyeyim; iyi insandın ha… Kimseyi geri çevirmezdin. Hatırladın mı Ankara Yenimahalle’de Barbaros İlkokulu’nda ben 141 Metin, sen 163 Kemal. --- Başka birisiyle karıştırıyor olmayasınız Metin Bey lütfen iyi düşünün. Mutlaka tanışıyor olmamız ya da akraba çıkmamız gerekiyor mu? Ben ilk mektebi İzmir Karşıyaka’da tahsil ettim. --- Elbette gerekmiyor. Ama ben biliyorum sizinle çok yakın olduğumuzu. Biraz karıştırıyor olabilirim. O kadarını mazur görünüz. Bu kadar işin gücün arasında ben de suçluyum. Eşten dosttan uzak yaşadım yıllarca. En yakınlarımı bile tanımakta bakınız nasıl zorlanıyorum. --- Hem bu kadar yakın olmasak bana o mesajı göndermezdiniz. Evet, evet siz çok iyi biliyorsunuz ne kadar yakın olduğumuzu. Fakat eşeklik bende ki ben bir türlü nereden tanışık olduğumuzu çıkaramıyorum. --- Estağfurullah asıl ben hiç bilmiyorum. Gene siz iyi kötü tahmin ediyorsunuz. Bir dakika mesaj mı dediniz? Ne mesajı anlayamadım. Metin, iyice tadını kaçırdın ha, derken; yüz hatlarıyla içinden geçenleri belli etmemenin gayreti içindeydi. Allahtan çok geçmeden sırma işlemeli bardakları toplamaya gelen sekreter yetişti imdadına. --- Tekrar ister misiniz efendim. --- Zahmet olmazsa. --- Rica ederim. Görevimiz efendim. Mesaj meselesi Kemal bey’in midesini rahatsız etmişti. Yoksa Aman Allah’ım; yoksa Melek diye gönderdiği mesaj Metin’e mi… Yok canım olamaz. Olmamalı. Neyse anlarız şimdi. Yeni bardağı yarılayan Metin her şeye yeniden başlar gibi girdi konuya: --- Vay benim koca müdürüm! Vay vay vay… Yav asker arkadaşını nasıl tanımazsın? Asteğmen Metin. 115. Topçu alayı Karargâh ve Servis Bölüğü takım komutanı, asteğmen Metin. --- Pardon sizi bir kere daha hayal kırıklığına uğratacağım ama bendeniz denizci olarak yaptım askerliğimi. Ege Deniz Saha komutanlığında. --- Yapma ya? --- Valla öyle. Ben seçmedim Öyle olduğu için öyle. Yani efendim görünen o ki sizinle en ufak bir yakınlığımız yok. Hatta yakından ya da uzaktan ortak bir tanıdığımız bile yok. Metin bey fena halde bozulmuştu. Fakat aynı zamanda canı da sıkılmıştı. Madem aralarında en ufak bir yakınlık bile yok da o kadar içli dışlı mesajların manası neydi? Bayram değil, seyran değil eniştem beni niye öpsün ki… --- Tamam diyelim ki en ufak bir yakınlığımız, hatta tanışıklığımız bile yok. --- Yok efendim siz de şahitsiniz. Ne kadar uğraştıysak olmadı. --- Madem öyle bana gönderdiğiniz mesajların manası ne? Mesajlarınıza bakılırsa can ciğer kuzu sarmasından öte olmalıyız. İnsan tanımadığı kişilere bu kadar yardım mahiyetinde taviz verir mi? Ben de sanmıştım ki… --- Hayallerinizi yıkmak istemem ama deminden beri sözünü ettiğiniz mesajın içeriğini ve benimle ilgisini öğrenebilir miyim? --- Arz edeyim efendim. İkinci bardağın da dibi görünmüştü. Kuru, zoraki bir öksürükle boğazını temizledi. Arkasına yaslandı: --- Siz bu telefon operatörünün genel müdürü değil misiniz? Kemal bey kendisine uzatılan telefondaki mesajın operatörünü anlamaya çalıştı. Evet, bu operatör kendi operatörüydü. --- Doğru söylüyorsunuz ama ben meseleyi henüz anlamış değilim. --- Anlatayım efendim. Mesajı aynen okuyorum: --- Numaranızı operatörümüze taşıdığınız takdirde telefon görüşmelerinizin yarısı ücretlendirilmeyecektir. Ayrıca her yüz kontöre, her yöne bin mesaj hakkı kazanacaksınız. Dahası var… --- Bana bu kadar imkân ve fırsat tanımanız için ya çok yakınım olmalısınız ya da deli. Haksız mıyım? (Türkçe Kırgızca Hikayeler Bişkek 2014)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © serdar adem işler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |