Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
İftira efendim iftira! Vallahi de iftira, billahi de iftira! Çekemiyorlar ondan iftira ediyorlar. İftira etmekle yetinmeyip yanık yağ gibi gelene geçene çalıyorlar. Hem de arkasından, yüzüne değil ha. Herkesin çıkası gözleri o koltukta. O koltuk sevdasına yapılmayacak maskaralık, öpülmeyecek etek yoktur. Geçen seneydi sanırım; canım aklımda kalmıyor ki böyle ufak şeyler. Yoksa yaşlanıyor muyum ne? Vali yardımcısı çağırdı beni bir gün makamına. Koskoca adam, benim ayağıma gelecek değil ya. İl müdürü falan değil ha. Yanlış okumadınız. Gözlüklerinizin ayarıyla oynayıp boşa masraf çıkarmayın. Sonra açarsınız ağzınızı yumarsınız gözünüzü, kulaklarımı çınlatırsınız. Zaten son zamanlarda kulaklarımın hiç sustuğuna şahit olmadım. Dedim ya kardeşim çekemiyorlar. Birbirlerini dolduruşa getirip iftira yarışına giriyorlar. İşte, kahvede, mahallede, yolda her yerde… Evlerine gittiklerinde de eşlerinin çocuklarının dolduruşuyla ustura gibi bileğileniyorlar. – Dünkü sümüklü Ayşe’nin kocası bile müdür oldu. Bir sen beceremedin boyu devrilesi! Pısırık herif. Bizi bir lokma bir hırkaya mahkûm ettin. Böyle olacağını bileydim Üfürükçü Kısmet Hoca’nın oğluyla evlenirdim. Biraz fazla kıllı ama hiç olmasa herifte cennetin anahtarı bile varmış. Bütün gün hücre hükümlüsü gibi dört duvar arasında bunalan kadınların önüne kim, kendine erkeğim diyen hangi koca çıkabilirdi? Sözü, en hararetli yerinde çocuklar alıyor. – Evet ya baba, sokağa çıkamaz olduk. Bir kapıcı kaldı bir de biz… Allah için bunun neresinde koltuk hevesi var? Dedim ya koskoca vali yardımcısı çağırmış. Hem de makamına. Yüz yüze görüşmek dilemiş benimle. – Sen, dedi her zamanki babacan tavrıyla. Eee koskoca vali yardımcısı kardeşim bakan odacısından falan büyük adam bu anlayacağınız. Siz hiç vali yardımcısı gördünüz mü? Hayda, köre fili anlatmak gibi olur şimdi anlatmaya kalksam. Nasıl diyeyim; neresinden başlayayım bilmiyorum ki... Tam o koltuğun adamı diyeyim; gerisini siz anlayın artık. – Sen bu işi becerirsin evladım. Sana güvenim sonsuz. Siz olsaydınız ne yapardınız benim yerimde. Ama olamazdınız ki. Adam bana güveniyor; bana... O kadar kişi dururken memlekette bir bana inanıyor ve güveniyor. Kolay iş değil. Bu sorumluluğu her omuz kaldıramaz. Adam maldan anlıyor. Hey benim koca devletim, elbette yalnız sen anlarsın balın kalitesinden. Yıllardır hep bu anı beklemiştim. İşte şimdi bu fırsat Hızır misali karşımda duruyor ve benim saklı hazinemin farkına varıyordu. Koltuklarım kabardı; kel hindiye döndüm. Olmaz diyemedim. Diyemezdim. Bildiğiniz adamlardan değil; kelli felli bir adam bu. Vali yardımcı, vali demekti bizim kitabımızda. Vali devlet; devlet de baba. Babaya karşı durmak kimin haddine… Başımı eğerek: – Nasıl münasip buyurursanız vali hazretleri dedim. Aklın yolu birdir, bir olmasına da iftiranın yolu kantara gelmez. Milletin ağzı torba değil ki büzeyim. Ağzı olan konuşuyor. Memlekette kemiksiz, omurgasız insan o kadar çok ki… Sözüm ona reisi araya koymuşum. Ara kablo kullanmışım. Bir kere reisle valinin arası neredeyse iki yıldır iyi değil. Fırsatını bulsalar birbirlerini bir kaşık suda boğacaklar. Dedim ya efendim iftira, hem de kuyruklu cinsinden iftira. Eee boşa dememişler; meyve ağacı taşlanır diye. Güya ben reis beye temennacı gitmişim. Hanım tarafından bir parça akraba sayıldığımızdan reis bey yok diyememiş. Haydi canım siz de… Bir kere reisle akraba çıktığımı bilseler; işimin olacağı varsa da olmaz artık. Neden mi? Bakın anlatmaya çalışayım efendim. 29 Ekim törenlerinde çelenk sunar kamu kurumları. Bizim reisin nereden aklına geldiyse; üfürükçü imajını silmek kastıyla törene katılan tüm kurumların çelenklerini yenilemek istemiş. Kurumların işine gelmiş tabi. Neticede beleşe çelenk sahibi olacaklar. Hem zaten 30 Ağustos törenlerinden hatırladıkları kadarıyla hiçbirinin çelenginin elle tutulur yanı kalmamıştı. Üstelik beş kuruş vermeyeceklerdi. Aslında reisin niyeti halisti. Nereden bilebilirdi demirci ustasının çelenkleri baştan savma yapacağını? Özellikle de valiliğin çelengini... Şıh değil, evliya değil. Usta da vur deyince öldürmüş canım. Nasıl olsa devlet malı diye, günahı boynuna reisin kayınbiraderi ile aralarındaki dostluğun da etkisiyle şişirmiş bizim çelenkleri. Yalnız valiliğinkini biraz fazla şişirmiş. Şirinlik tepsisine benzer uyduruk bir malzemeden yapmış, yakıştırmış. Ucuz etin yahnisi desek aslında o da değil. Düpedüz hanı yağma olayı. Tören esnasında valiliğin çelengi arz edilince, filinta gibi iki delikanlı memur kolları arasına aldılar çelengi. Anıta doğru başladılar yol almaya. Vali arkalarından yürüyordu. Anıtın önündeki yuvarlak çizgiyle ayrılan yere geldiler. Vali durdu. Gençler uzun bir adımla öne uzandılar. Çelengi dairenin tam ortasına yerleştirmeye çalışıyorlardı. Ne olduysa, işte o zaman oldu. Birden çelengin orta yuvarlağı yerinden ayrıldı. Kimse ne olduğunu anlayamadan çelenge benzeyen sini kendi etrafında dönmeye başladı. Delikanlılar neye uğradıklarını anlayamadılar. Şaşkınlıklarını kısa sürede atarak ellerinde kalan üçayaklı kaideyi alelacele bırakıp; düştüler tepsinin, daha doğrusu çelengin peşine. Çok geçmeden üçayaklı kaide de paldır küldür düşmesin mi? Vali turp gibi kızardı sinirinden. Görülmeye değer manzaraydı doğrusu. Protokol valiye çaktırmadan sallana sallana gülüyordu. Vali kızarıp bozarıyor; burnundan dumanlar saçıyordu. Kalın ensesindeki kıvırcık tüyler, elektrik çarpmış gibi diken diken olmuştu. Reis mübarek yarım ay gibi tostoparlak. Gülmekte zorlanıyor. Hem şişmanlığından, hem de vali beyefendiden. Zaten gözü birbirini pek tutmamıştı; bir de gülerken yakalarsa hapı yutardı. Güldüğünü belli etmemek için dudaklarını ısırıyor, nefesini tutuyordu. Çelenk de durmuyor ki mübarek. İnadına mıdır nedir; yuvarlandıkça yuvarlanıyor; ara sıra yön değiştiriyordu. Zavallı delikanlılar içlerinden söverek ama ceketleri ilikli vaziyette köşe kapmaca oynuyorlardı çelenkle. Reisin dudakları morarıp gözleri yuvalarını zorlamaya başlayınca Sağlık İl Müdürü kolundan yakaladı. İyi misiniz Reis Bey, demeye kalmadı reisin balatalar gevşedi. Dayanamadı saldı. Eee koskoca reis bu, değirmen taşı gibi kıçıyla bu kadar dayanması bile mucize sayılabilirdi. Reisin günahı derin sessizlikte daha bir şiddetli hissedilmişti. Korumalar gayrı ihtiyari ellerini bellerine attılar. Neyse ki koruma müdürü kokusundan olayı hemen kavradı da baş işaretiyle alarm seviyesinden vazgeçildi. Valiyi anlatmaya imkân yoktu. Öyle bozulmuştu ki; iki yıl içinde kendini doğuya tayin ettirdi. Fakat reis beyin durumu da az değildi. Koskoca protokolün karşısında rezil rüsva olmuştu. Reis belli etmeden geri çekilmeye başladı kendine ayrılan yerden. Müftü efendi böyle bir harekette olabilecekleri tahmin ettiği için olaya müdahale etme gereği duydu. – Nereye Reis Bey? Rica ederim geçiniz yerinize. Namaza duracak değilsiniz ya. Erkek adamın başına gelir böyle şeyler. Önemsemeyiniz lütfen. Rivayet o ki o günden beri vali, reisi günahı kadar sevmezmiş. Yerine gelen valiye de hemen yetiştirmiş olmalı ki, yeni valiyle de yıldızları barışmadı bir türlü. Görüyorsunuz işte, reisin kendine hayrı yok ki kendisine temennaya gideyim. Milletin işi gücü iftira işte. Bu işe biçilmiş kaftan olduğumu bilseler hiç boşu boşuna günaha girmezlerdi. Makamda çekilmiş resimlerime bakıyorum bazen. Size bir şey söyleyeyim mi? Gerçekten çevremde şu koltuğa benden daha layık birini göremiyorum. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Bu yetmezmiş gibi son zamanlarda cebellezi ettiğimi doladılar dillerine. Neymiş efendim eskiden semt pazarından alırmışım elmayı, armudu, salatayı, domatesi… Tezgâhların önünde rükû pozisyonunda dakikalarca seçmeye çalışırmışım nevaleyi. Oldu olacak meyve sebze seçim kriterlerimi de dile düşürselerdi demeden kulağıma çalındı. Zaten her fırsatta bol bol mevzu bahis oluyormuş. Domatesleri ince kabuklu ve küçüklerinden seçermişim. Şebek kıçı gibi kırmızı olanlarından yani. Elmanın açık sarı ve çürüksüz olanını ararmışım. Patlıcandaki tercihimi adaba aykırı görüp; gerek görmemişler söylemeye. Müdür oldum olalı pazara mazara gitmiyormuşum. İyi de kime ne bundan? Bal gibi iftira efendim. Bakın nasıl sırıtıyor iftira olduğu. Bürokrasinin bizde ne kadar hızlı işlediğini bilmezler de böyle boş boş konuşurlar. Her an yeni bir evrak peşinde koşmaktan pazara gitmeye vakit kalıyor mu diyen yok. İflahım kesiliyor yahu. Koskoca müdür patlıcan mı ayıklarmış canım pazar tezgâhında? Arada bir devletin asaletini düşünmek gerekmez mi? Haydi diyelim ki şeytana uyup pazara gittim. Tezgâhlarda biber ayıkladım, domates mıncıkladım. Bu sefer pinti müdür diyeceklerdi. Dilin kemiği yok ki… Ben bilmez miyim bizim milletin huyunu. Her hareketimden nasıl olsa bir mana çıkaracaklar. İşleri güçleri bu… İyisi mi ben en iyisi bildiğimi yapayım. İftira olimpiyatları düzenlenmemesi ne feci değil mi? Oysa etrafımda olimpiyat derecesi yapacak yetenekte o kadar çok kişi var ki… İşte o zaman ben biraz daha meşhur olurdum. Her ne pahasına olursa olsun bu potansiyel değerlendirilmeli. Yoksa yazık olacak, hem de çok yazık. Düşünsenize bir kere, yanımda çalışan memur Salih, bronz madalya almış olsa; müdürü olarak onunla resimler çektirir gazetelere geçerdim. Herif iyi de üfürüyordu ha. Bu haliyle değme üfürükçüleri cebinden çıkarırdı. Çekirdekten yetişmişti ne de olsa; vallahi tanıdığım halde bir keresinde ben bile tongaya düşüyordum. Geçen sene kırtasiye ve temizlik ihalesine ben çıktım. Yüklüce malzeme aldım okula. Malzemeyi odasına koymamı istedi. Benden yok cevabını alınca bari deponun anahtarını ona vermemi teklif etti. Onda da muvaffak olamayınca kara çalmaya başladı teres. Hâlbuki ben onu ihmal etmemiş malzemenin bir miktarını onun odasına koymasına izin vermiştim. Ama herifin gözü doymuyor. Elde edemediği kadarını iftira ile kapatmaya çalışıyor. Meselenin aslı astarı bu işte… Yoksa ne tuvalet kâğıdını ne de fotokopi kâğıdını bilerek eve götürdüğüm yoktu. Yanlışlıkla bir iki tane olmuşsa onu da görmeyiverin Allah Allah. O kadarcık kusur kadı kızında bile olur. Tuvalet kâğıdı istihkakı kesilince evde tuvalete gitmemeye başladı teres. Burnunu kimi zaman tuvalet kâğıdına, kimi zaman fotokopi kâğıdına sildiğini görmediğimi sanıyor. Değirmen taşı gibi kıçına, soru işareti burnuna kâğıt mı yeter. Devletin malı deniz nasıl olsa… İftira efendim, iftira. Görüyorsunuz işte! Adamın tek şanssızlığı olimpiyatlara katılamaması... Boşa gidiyor bir yetenek daha… İkincilik apartman yöneticisi Rasim’e verilse ne forsum olurdu ama… Daha bir dik yürürdüm mahallede. Düşünsenize Rasim Bey’in apartmanında ikamet ediyorum. Kapı komşuluğumuz cabası… Tavuğuma kim kış diyebilir artık? Hem o kadarcık övünmek hakkım. Herif araba aldıysa bunda benim de payım var. Sadece arabada değil; karısına aldığı bilezikte de, yarım metre önde giden göbeğinde de benim ve tüm apartman sakinlerinin payı var. Tüh be! Bu iftira bulaşıcı olmalı. Bakın şimdi ben de aynı hatayı yapmaya başladım. Ne yapayım efendim bizim memlekette yalan ve iftira ayıp değil ki… İftiranın sigarayla ne kadar çok benzer tarafı var. Hem ortam yapmaya müsait. Hem yapana keyif veriyor. Hem de bir yandan ayıplanırken; diğer yandan en yetkili ağızlarda seri halde üretilmekte. Aynen sigara kardeşim. Velev ki günah olsa bile mübarek bir geceyi hakkıyla ihya ettiğinizde günahınızı motor sayacı gibi sıfırlayabiliyorsunuz. Tabiri caizse yeni doğmuş bebek gibi oluyorsunuz. Valla ben televizyondaki hocaların yalancısıyım. Yoksa bu konuda öyle derin bir bilgim yok. Eee yemek tuzsuz olur mu ki insan günahsız olsun. Az çok günah işleyip tövbe ederek; imanımızı yenilemiş oluyoruz. Bir taşla iki kuş yani… Doğrusu acaba benimki de günah mı bilmiyorum. Günah değilse görünürde günah işlememiş oluyorum ama bu arada tövbe promosyonundan mahrum kalıyorum. Hangisi daha doğru bir türlü karar veremiyorum. Kardeşim adam daha düne kadar bir çay bile ısmarlamazdı. Akrep vardı sanki cebinde. Yaralı parmağa işemekte tereddüt gösteren bu adamın birden altında araba görseydiniz; eminim siz de benim gibi düşünürdünüz. Yoo, inanın kesinlikle iftira atmıyorum. Eğri otursam bile doğru konuşuyorum. Gördüğümü söylüyorum. Geçen sene kızını evlendirmişti. Kıyıda köşede varsa biraz birikimi, düğün dernek ortamında erimiş gitmiştir. Üstelik düğünde hiç alttan almadı. Memur emeklisi olduğunu filan aklına hiç getirmeden bol keseden yaptı. Kurnaz Rasim’i hiç böyle görmemiştim. Hal böyleyken adam altına arabayı çekince insanın aklına kırk türlü fikir geliyor işte. Mani olmak ne mümkün… Dile kolay kardeşim yılda yüz elli, iki yüz ton kömür alınsa ne çalınır ama… Ulan bize yutturacağını mı sanıyorsun? İhalelere nasıl ayar çekildiğini biz yöneticiler herkesten iyi biliriz. Tövbe estağfurullah, yahu herif aynı noktadan bana da iftira etmiş olmasın? Yapar; bilirim. Ondan her nane beklenir. Olsun ödeşmiş oluyoruz. Ben de ona iftira ediyorum işte oh olsun. Yok ama durun bir dakika, ne münasebet canım. Ben iftira etmiyorum. Bal gibi doğru söylüyorum. Ton başına on milyon götürse ki, o bana on beş milyon demişti. Görüyorsunuz işte, benim bir şey söylememe gerek kalmıyor. Ben daha insaflıyım. On milyon aforoz etse ton başına, toplamda bir buçuk milyar cebellezi demektir. Aldığı araba beş milyar mıydı neydi? Hiç fark etmez. Ne hinoğlu hindir Rasim. Bir çıkar yol bulmuştur. Siz hiç merak etmeyin. Aklı sıra dangalak böylece cebellezi ettiğini gizleyecek. Yemezler efendi; yemezler! Bu yıl apartmanın tamire ne ihtiyacı vardı? Haydi en insaflısından bir milyar da öyle götürse; etti mi iki buçuk. Bu kadarla araba alınmaz; beş milyar da göz göre göre çalınmaz. Hem böyle bir şey yapsam siz mutlaka fark ederdiniz ayağıyla üstüne yatacak. Bizi de günahına alet edecek. Yemezleeer! Kalanı öbür yılın hasadına bağlamıştır. İşte bunun için bizim memlekette apartman yöneticiliği, resmiyette hiçbir kıymeti harbiyesi olmayan apartman yöneticiliği, muhtarlık seçimleri kadar gergin bir ortamda cereyan eder… Şimdi şu bizim Kurnaz Rasim’le gazetelerde bir resmim yayınlansa, altında da iki çift sözüm; ne fiyakam olurdu ama… Unutmadım; tabii ki unutmadım. Birinciliği en layık olana düşünüyorum. Gerçi Rasim birinciliğe beni layık görmüş ama kendisi ikici olmayı gururuna yedirmemiş olacak ki, bana kara çalarak gündemi değiştirmeye çalışıyor. Birincilik kim, ben kim? Maltepeden Malboroya terfi ettiysek tamamen memleketin asaletini düşündüğümüzden. Apartmanın asaleti olmaz ki, cahil bilmiyor. Boş boş konuşuyor. Okulun bir asaleti var. O asalet, bizatihi devletin asaletidir. Koskoca müdür Maltepe içer mi? Hademe bile ucuzundan mucuzundan yabancı içiyor. Neden? Devletin asaletini kurtarmak için. Müdürün evde yiyecek ekmeği olmasa bile Malboro içecek ki; devletinin büyüklüğü karşısında vatandaşın eli ayağına dolansın. İftira efendim. Dedim ya bilcümle iftira. Milletin işi gücü yok papağan gibi aynı lafları geveleyip duruyor ağzında. Allah kuru iftiradan saklasın. Beyaz jitem rengi Şahini satıp Mercedes almışım. Ne alacaktım yani? Bunlara kalsa benim at arabasına binmem bile caiz değil. Devletin müdürü, devletin asaletini yerlerde süründürüyor dedirtmem efendiler. Bunu böyle bilesiniz. Elbette yakışanı, olması gerekeni alacaktım. Aldım da… Araba alışımın yazın okulda yapılan büyük onarım ihalesinden sonraya denk gelmesi tamamen bir tesadüf. Ben zaten aylardır araba pazarlarını, galerileri arşınlıyordum. Kısmet bugüne imiş... Görüyor musunuz bizim millet ne kadar fesat. Aynı zamanda kıskanç. Bu yüzden bana kara çalmaya çalışıyorlar. Zemheride alsam bu sefer kömür ihalesine bağlayacaklar bilmez miyim? Düpedüz iftira atıyorlar. Hiç aslını astarını düşünme zahmetine bile katlanmadan iftira atıyorlar. Ağzı olan konuşuyor memlekette… Hiç boşuna heveslenme Rasim Efendi. Birinciliği ev sahibim Hacı Mehmet’e verdim. Adamlar sadece geçmişe yönelik iftira atmıyorlar. Evliya gibi geleceği görüyor, gönlümü okuyorlar sanki. Adam yakında şube müdürü olur demişler benim için. O zaman bizim kiralık viraneyi beğenmez kendine ev bile alır. Neden, bana yasak mı? Bana haram mı? Ben layık değil miyim? Şube müdürlüğüne de yeni bir eve de? Düşünsenize artık manavdan alışveriş yapmaya gerek kalmayacak. Böylelikle domatesi neden şebek gıçı gibi kırmızı, patlıcanı dedemin bastonu gibi dümdüz aldığımın dedikodusu yapılamayacak. Yani, yanisi iftira atılamayacak. Aman Allahım ne muhteşem güzellik! Şehrin en lüks alışveriş merkezlerinde yapabilirim bundan sonra alışverişimi. Hani şu ünlü avukatların, uzman doktorların, üst düzey bürokratların vizyon olsun diye tavaf ettikleri hipermarketlerden… Ne güzel artık lüks alışveriş merkezlerinde boş sepetle reyonlar arasında boş boş gezerek kalbur üstü kişilere vizyon vermekten kurtulacaktım. Bir sigara, bir ekmek alıp iki ayrı poşete koymaktan ve içlerini köşedeki bakkalın ucuz ürünleriyle şişirmekten kurtulacaktım. Aynı poşeti hava olsun diye en az iki kere kullanmaktan da… Kapıcı Abdi poşetlerle ilgili arkamdan bir iki iftira atmış. Duydum ama hiç bozulmadım. Reklamın iyisi kötüsü olmaz dedim. Hatta geçen hafta iftiraya konu poşetlerimi taşıdığı için bahşiş bile verdim. Boya badanadan anlıyor kerata. Okulun ufak tefek boya işlerini kendisine vereceğimi vaat ettim. Artık yere göğe sığdıramıyor beni. O günden beri hep olumlu iftiralar atıyor. Olumlusu olur mu demeyin. İftira bakteri gibidir. Olumlusu da olur pek tabi olumsuzu da… Arabamın sesini daha köşeyi dönmeden tanıyor. İki eli kanda olsa yoluma çıkıyor. ‘ Buyurun müdürüm! ‘ diye bağıra çağıra kapımı açıyor. Poşetlerimi, özellikle de pahalı hipermarketin poşetlerini göstere göstere kapıma çıkarıyor. Başka emrin var mı müdürüm, diyerek bütün apartmanı ayağa kaldırıyor. En iyi ve yapıcı iftirayı kapıcının atacağını bildiğim için zaman zaman ona malzemeyi bizzat kendi elimle veriyordum. Madem iftira atılıyor; hiç olmasa yıkıcı olmasın değil mi efendim. Bütün iftiralara rağmen mahalledeki forsumu tahmin bile edemezsiniz. Bizim okula kömür veren adam pek merhametli, pek hayırsever. Bütün ihale evrakını kendisinin doldurduğu ve devlete kömürü pahalıdan falan sattığı iftira efendim. Namazında niyazında bir adamın böyle bir günah işlemesi mümkün mü? Ah bu iftiralar yok mu? Başımıza taş yağdıracak bir gün. Adam hayırsever kardeşim. Kim ne derse desin, o kadar. Adam gibi adam olmasa, devletin kömür ihalesini her sene o alabilir miydi? Ramazanda bizim kapıcıya en kallavisinden iki paket yaptırdım kömürcüye ki, demeyin gitsin. Birini kendine al; diğerini ihtiyacı olan bir yakınına ver dedim. Abdi belki bin tane yemin etti vereceğine dair. Ama vermedi. Vermeyeceğini biliyordum. Zaten öbür paketi hacamat etsin de kurusıkı iftira atmak ne demekmiş anlasın diye verdim. Artık arabamı yıkamakla yetinmiyor; ayakkabılarımı da boyuyor Abdi. Hem sevdiğinden, hem devletin amirine saygısından... İnanın böyle… Allah cümlemizi kuru iftiradan muhafaza buyursun!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © serdar adem işler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |