Sanat doğaya eklenmiş insandır. -Bacon |
|
||||||||||
|
Gök yüzü zifiri karanlıktı. Sokak lambalarının çoğu yanmıyordu. Cadde boyunca yanan birkaç lamba, aydınlatma için yetersiz kalıyordu. Şehrin bu ücra mahallesinde oturmak istemiyordu. Üç beş kuruşluk gelirle ne yapabilirdi? Bir anlamda mecburdu. Arabasının farları yeni dökülmüş asfaltın içinde kayboldu; ışımadı. Dikkatli bir şekilde yolu takip etti. Sokak lambalarının yetersizliğine canı sıkıldı. “Parasını almayı bilirler, işlerini gereği gibi yapmazlar”, diye mırıldandı. Akşama kadar beraber çalıştığı abisi, arka koltukta “ne diyorsun?”, diye seslendi: -Yok bir şey, dedi. Akşama kadar çalışmışlar, az bir iş kalınca, bitirmeden gitmeyelim diyerek, bu vakte kadar kalmışlardı. Yatsı ezanları okunalı bir hayli zaman olmuştu: -Karnım da çok acıktı, dedi abisi. -Öğle yemeği yemedik, az sonra evde oluruz, diyerek arabanın gaz pedaline yüklendi. Birden büyük bir gürültüyle irkildi. Şaşkınlık içerisinde durdu. Telaşla aşağıya indi. Karanlıkta bir şey görülmüyordu. Sağ arkaya dolaştı. El yordamıyla lastiği yokladı. Lastikte hava yoktu. Abisinden çakmağı istedi. Akşam ayazının etkisiyle yakmakta zorlandı. Çakmağın pörsümüş; dağınık ışığında lastiğin yarıldığını gördü. Jantın yamulmasına kızdı. “Bir de çelik jant! Şunun haline bak”, diyerek çakmağını tekrar yaktı. Bir metre kadar gerideki döküm kapağı gördü; inceledi. -İşte! Dedi. Memleketin hali bu. Hiçbir şey yerli yerince değil. Kimse işini tam yapmıyor. Şimdi kabahat kimin? Benim mi? Sokakları tam aydınlatmayan kuruluşun mu? Yoksa, kanalizasyon işletmesinin mi? Abisi söze karıştı: - Dur hele biraz biraderim. Kızma! Kızsan ne olacak; kendini yıpratmaktan başka bir işe yaramayacak, dedi. - Ama abi, derken sözü ağzına tıkandı. Yutkundu; elinden şekeri alınmış bir çocuk gibi sinirlendi; kendi kendine gecenin karanlığında kaybolan sözler söyledi. Sonra da bağırdı: -Yarın hepsini şikayet edeceğim; göreceksin bak! Abisi ağzından hiç eksik etmediği sigarasını attı; ayağıyla ezdi: -Sabah ola; hayır ola! Şimdi ne yapacağız? -Yapılacak iş belli diyerek bagajı açtı. Yedek lastiği indirdi. Krikoyu aldı. Anahtar ile vidaları söktü. Arabadaki yedek lastiği çıkardı. Homurdana homurdana yerine taktı. “Bitti işte”, diyerek krikoyu indirdi. Bir de ne görsün. Taktığı lastikte de hava yok. Tekrar bağırmaya başladı: - Bütün pis işler beni bulur... Küplere binmişti. Elindeki anahtarı yere vurmaya başladı. Arabanın etrafında çaresizlik içinde kıvrandı. İçinden abisine kızdı. “Senin yüzünden oldu. Geç kalmasaydık bunlar olmayacaktı”, diye söylendi. Abisi rahat, vurdum duymaz bir tavırla yanına vardı. “Çekil şöyle”, diyerek tekeri yeniden çıkardı. Yuvarlayarak arabanın arka köşesine dayadı. Ellerini çırptı. “Bu iş sinirle olmaz, sakin olacaksın”, diyerek devam etti: - Şimdi karşıya geç. Yoldan geçen arabanın birini durdur. Şu ilerde petrol istasyonu var, orada lastikçi vardır. Vakit geç oldu ama, lastikçiler açık olur. Tekeri kucağına aldı; yürüdü. Homurtu devam etti: hafifçe esen rüzgarla karanlıkta kayboldu. Karanlıkta nereye bastığını görmeden ağır aksak karşıya geçti. Yolun kenarında araba bekledi. Bir araba durdurdu: - Petrole kadar, diyerek eliyle işaret etti. Arabanın sürücüsü birine yardım etmenin sevinci ile hiçbir bıkkınlık veya rahatsızlık belirtisi göstermeden arabasından indi. Bagajı açarak tekeri koymasını söyledi: -Geçmiş olsun. Ne iş? -Lastik yarıldı. -........ -........ Kısa süre sonra petrole ulaştılar. Lastiği bagajdan alıp teşekkür etti. Hava pompasının yanına gitti. Lastiğin uzun süredir kullanılmaması sebebiyle havasının inmiş olabileceğini düşündü. Patlak olmamasını ümit etti. Ama düşündüğü gibi olmadı. Lastiğin patlak olduğunu görünce yeniden sinirleri kabardı. Kendi kendini suçladı. “Lastiklerini kontrol etmezsen; sonuçta böyle olur”, diye içinden geçirdi. Gözleri “lastikçi” tabelasını aradı. İstasyonun karanlıkta loş bir aydınlık oluşturan ışıklarının altında “lastikçi” tabelasını gördü. Dükkan kapalıydı. İstasyondaki görevliye lastikçinin nerede olduğunu sordu. Olumsuz cevap alınca yıkıldı. Duyarsız bir şekilde ne yapacağını bile düşünmeden yola doğru yürüdü. Kulaklarında görevlinin sesi çınladı: -Az ilerde lastikçi var. Az ilerde. Az ilerde... Kucağında lastik yürüdü. Pişmanlık duygusu sarmaladı zihnini. Arabayı almaktan, abisine yardım için gitmesine kadar pişmanlık... Anayolun kenarındaki lastikçiye ulaştığında rahatlayacağı yerde sıkıntısı daha da arttı. Lastikçi kapalıydı. Elindeki tekeri yere fırlattı. Oracığa çömeldi. Hiçbir şey düşünemedi. Yaptığı bir şey sebebiyle kendisinin cezalandırıldığı düşüncesi, elektrik akımı gibi gelip geçti. Dükkanın önündeki üst üste yığılmış eski lastiklere kaydı gözleri. Tekeri oraya bırakıp yürümeyi düşündü yavaşça ayağa kalktı. Bir kaç adım attı. Yan taraftaki dükkandan çıkan biri: -Ne oldu? -Lastikçiye gelmiştim. -İstersen telefonla çağıralım. Bu söz yeniden kendisine getirdi. Bütün olumsuz; karamsar duygulardan sıyrıldı. Ümitsizlik sınırından geri dönüş güzeldi: karanlıkta görülmese de gözleri parladı. Bitkinlik ve bezginliği yok oldu: -Çok iyi olur, diyebildi. Adam içeriye girerken “evi çok yakında, hemen gelir”, dedi. Rahatladı. Derin bir “oh” çekti. Beklemeye başladı. Az sonra gelen dükkan sahibi, kapının önünde dikilen şahsa selam verdi. Bismillah, diyerek dükkanı açtı. Işıkları yaktı: -Buyur abi, diyerek yağlı, paslı bir sandalye gösterdi. Adam hiç tereddütsüz oturdu. Yorulmuştu; yaşadıkları ayakta kalacak hal bırakmamıştı. Cebinden çıkardığı paketten bir sigara yaktı. Abisinin yanında sigara içmiyordu. Saygısızlık olarak düşünüyordu. Lastiği sökmeye başlayan ustaya uzattı: -İçer misin? Dedi. Çok kısa ve net bir cevap verdi: -Hayır, içmem. Ustaya adını sordu. -Osman, diye cevap verdi. -Benimki de Fevzi, diyerek başından geçenleri anlatmaya başladı. Anlatırken gözleri bir ara duvarda asılı olan yazıya kaydı; takıldı kaldı. İçinden gülmek geldi. Gülüp gülmeme noktasında bir tereddüt yaşadı. Sonra da bastı kahkahayı. Çok hoşuna gitmişti. Şimdiye kadar böyle bir şey görmemişti. Osman ustaya döndü: -Ustam! Bu ne iş? Dedi. Simsiyah saçlar, kaşlar, bıyıklarıyla yağız bir Anadolu delikanlısı Osman usta, aldırış etmeyen tavrıyla: -Ha! O mu? Diyerek işine devam etti. Fevzi merakını gidermek için, ustaya ısrarla sorular sordu. Osman usta, sakin ve olgun tavırla tane tane anlatmaya başladı. Anlatırken yaşadıklarının sıkıntısı yüz hatlarında beliriyor; geriliyordu: -Ben sigara içmezdim. Askere gittim. En sıkıntılı dönemlerim de bile içmedim. Ta ki o olaya kadar. -Ne olayı? -Çok samimi arkadaşım Ferhat, dağda gözlerimin önünde vuruldu. Hain bir kurşun... geldi onu buldu. Onu yaktı. Beni de yaktı bitirdi. Ne yapacağımı şaşırdım. Karma karışık duygular yaşadım. Ümitsizlik... Sıkıntı... Hissizlik... Yılgınlık... Onun cenaze işlemleri yapılıyordu. Komutanımız, samimi arkadaşı olduğum için ailesine teslimde beni de görevlendirdi. Cenaze ile birlikte ailesinin yanına ben de gittim. Aman Allah'ım, o ne durumdu öyle! Allah hiç kimsenin başına vermesin. Ailesinin inlemesi yeri göğü kapladı. Sadece duygusallık hakimdi. Ağıtlar yükseliyordu her yerde. Bu atmosferde, yanımdaki arkadaşım bir sigara verip “yak” dedi. Böylece başladım. İçtiğim yıllar peş peşe geldi. Sonunda bu işin yanlışlığını bir sebeple anladım. Bıraktım, dedim ve bıraktım. Duvardakiler o günün hatırası. Fevzi’nin gözler tekrar duvarda asılı çerçeveye kaydı. Yüzü gülümsedi. Aklına resmi dairelerde bulunan yangın ihbar düğmeleri geldi. Çerçevenin içine alınmış düğme ve üzerinde “yangın anında camı kırıp düğmeye basınız”, yazısı. -Yangın ihbar düğmesi gibi, dedi. Osman usta sessiz kaldı. Fevzi’nin söylediklerini başıyla onayladı. Duvarda camlı bir çerçeve... içinde bir paket sigara, yanında çakmak...altında bir tek sigara...üzerinde “ihtiyaç anında kırınız” yazısı... Bu arada Osman usta lastik tamirini tamamladı. Kapının dışına çıkardı. Fevzi ücreti ödeyip çıkarken: -Çok güzel ya! Dedi. Osman usta: -Herkes çok beğeniyor. Ben sabrımı ölçüp, kararlılığımı pekiştiriyorum, dedi. Fevzi, saatler sonra elinde arabasının tekeri, geri dönüş için yolun karşısına yürüdü.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Duran Çetin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |