Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Traktörün üzerinde sıcaktan bunaldığını hissetti. Ağacın altında oturan küçük oğlu Turgay’a bağırdı: -Toparlan, şurayı bitirince gidelim. Turgay, babasının söylediklerini duyunca, toplanmaya başladı. Onun da canı sıkılmış, köye dönmeyi hayal ediyordu. Gidecek, arkadaşıyla gölgede canının istediği gibi oynayacaktı. Babası “traktör sürdüreceğim”, dediği için gelmişti. Fakat traktör sürdürmeyi bırak, ağacın gölgesinden çıkmamasını istemişti. Turgay da çaresiz oyalandı, hayal kurdu; büyüdüğünde zengin olacaktı. Traktör alacak; çift sürecekti... Babası traktörün zorlandığını görünce, aşağı indi. Pulluğun büyük bir taşa takıldığını gördü. Merak etti; eğildi sağına soluna baktı. Taş, mermere benziyordu. Hafifçe yerinden oynamıştı. Traktörü kenara çekti. Oğluna tekrar bağırdı: -Arabadaki kazma küreği getir.Turgay istemez bir tavırla yerinden kalktı. Römorktan babasının istediklerini aldı, getirdi. Adam çok önemli bir şey bulduğunu düşünerek özenle taşın etrafını temizledi. Avuçla topraklarını aldı. İçini karma karışık bir mutluluk kapladı. “Buldum herhalde”, dedi. Daha önce bu civarda tarlalarını sürerken eski eserler bulunduğunu biliyordu. “Tamam, zengin oldum”, dedi. Etrafına bakındı. Kimseler yoktu. Tekrar işine döndü. Taşın bir kapak olduğunu anladı ve altında bir şeylerin var olduğunu düşündü. Kimseye göstermeden çıkarmanın telaşıyla heyecanlandı. Güneşin yakıcı sıcağını unuttu. Oğlunu civarı kolaçan etmekle görevlendirdi. Birilerini görünce kendine haber vermesini tembihledi. Uzun uğraşlar sonunda pullukla taşı yerinden kaldırdı. Heyecandan kalbi küt küt atıyordu. İçinden bir küp altın, belki de daha fazlasını, bulacağı düşüncesi bütün benliğini sarmaladı. Acele olarak traktörden indi. Tekrar tekrar etrafı kolaçan etti. Huzursuzdu; eli ayağı titredi. Çenesinden aşağı damlayan terleri nice zaman sonra fark etti. Elinin tersiyle sildi. Taş kapağın açıldığı yere baktı. Dona kaldı. Kendince beklediğinden fazlası vardı. Elini uzatamadı; çekindi. Korktuğu da söylenebilirdi; ikirciklendi. Başına bir şey gelmesinden korktu. Anlatılan cin ve peri hikayeleri aklına geldi. “Ya burayı bir cin sahiplenmişse; bana musallat olursa”, diye çekindi. Olduğu yere oturdu. Bir müddet öylece kaldı. Arada bir oğluna, “etrafına iyi bak” uyarısında bulunuyordu. Bir ara, gidip arkadaşlarını getirmeyi; onlarla beraber açmayı düşündü. İçinden bir ses: -Sakın ha ! Dünyanın zenginliğine kavuşuyorsun. Başkaları ile neye paylaşasın ki, diyordu. İçindeki sesi haklı buldu. Neden paylaşsındı. İşte hazine önündeydi. Çıkaracak; evine götürecek ve kimseye göstermeden eritecekti. Çok malı olacaktı, çoook... hatta otobüs bile alıp işletecekti. Uydu anteninden tutun da... Bir anda bütün cesaretini toplayıp açılan delikten başını soktu; inceledi. Bir de ne görsün ! Şaşırdı; heyecan dorukta gözleri ışıl ışıl oldu. Baştan ayağa kadar kayan bir sevinç titreşimi hissetti. Dört tarafı taş yada mermer olan bir odacık... resimlere benzeyen çizgiler enine boyuna uzanıyor... bir köşesinde büyük bir küp... bir köyü senelerce besleyeceğini düşündü küpün içindekilerin... baktığı yerden küpün içindeki altınları hayal etti: -Turgay ! Durum nasıl? -Kimse yok baba ! Şimdi gidip akşam gelmeyi düşündü. Küpü çıkarırken görülebileceğinden endişe etti. Gece gelecek, küpü çıkaracak sonrada orayı eski haline getirecekti. Kararsızlığı yine fikir değiştirtti: -Gece gelmem çok daha dikkat çekebilir. En iyisi bu işi hemen bitirmeliyim, dedi. Euzübillahimineşşeytanirracim, diyerek bildiği tüm sureleri ve duaları okudu. İçindeki korku; ürperti bir türlü dinmiyordu. Başka çaresi de yoktu: inecekti, ne pahasına olursa olsun inmeliyim, diyerek odacığın içine sarktı. Ayakları yere basınca, tarifi mümkün olmayan duygular yaşadı. Zengin olma hayali hepsinin önüne geçti. Nem kokulu serin bir ortamda nefes alıp verdi. Çok serindi, çok. Dışarıda hava yakıyor; burada serin. Küpün bulunduğu köşeye gitti. İşte artık zenginim, diye düşündü. Bir an sonra altınları çıkaracaktı. Eliyle küpü şöyle bir yokladı. Salladı; çekti sağa sola. Yukardan kürekle kazmayı istedi. Küreğin sapıyla hafifçe zorladı. Küpün sallandığını görünce sevindi. Kucaklayıp ortaya doğru çekti. Küpü yukarıya çıkarıp çıkarmama konusunda yeni bir tereddüt yaşadı. Eve götürsem iyi olur, buralarda oyalanmam bari, diye düşündü. Yukarı çıkarabileceği kanaatine sahip olunca çıkarmaya karar verdi. Oğlundan ip istedi. Küpü ortadan dengeli bir şekilde bağladı. Uzun süre çıkarmak için uğraştı. Bu arada cin ve peri korkusunu da unuttu. Saatler bir hayli ilerlemiş hava kararmıştı. Çıkardığı küpü özenle römorka yerleştirdi. Havanın kararması iyi oldu, düşüncesiyle yola çıktı. Sarsmadan götürmek için özenle hareket etti. İçinde altın olduğundan emindi. Traktörüyle evinin avlusuna girdi. Zengin olmanın verdiği düşüncesiyle evine bağırdı: -Hey millet ! Kimse yok mu? Altı kişiden oluşan aile küpü özenle salona taşıdı. Hepsinin gözleri parladı. Birazdan sayacakları çil çil altınların hayaliyle, küpün başına toplandılar. Baba Osman, oğlundan çekici getirmesini istedi. Çünkü küpün ağzı toprakla özel olarak kapatılmış; mühürlenmişti. Açılması mümkün görünmüyordu. Oğlunun getirdiği çekici hafifçe tıklattı küpün üzerinde. Bir hayli sağlam görünüyordu; kırılmadı. Çekici birkaç kez daha sertçe vurdu. Küp darmadağın oldu. Bekledikleri olmadı; kırılan küpten altın çıkmasını beklerken başka bir küp çıktı. Beklentiler biraz daha geri kaldı. Hepsinin yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. Şaşkın bakışlar birbiriyle çakıştı; şaşkınlıkları yüzlerinde yansıdı. Baba Osman, ikinci küpün ağzını açmaya çalıştı, açamadı. Çekiçle tekrar sertçe vurdu. Küp yine kırıldı; parçalandı.Ortalık çanak çömlek parçalarıyla doldu. Yüzlerdeki ifadeler değişti. Zenginlik hayalleri sona mı eriyordu? Yoksa bu küpün içinde miydi? Altın umutları iyice azaldı. Hayalleri yavaş yavaş hüzünlü sona doğru gidiyordu. Çünkü yüzlerindeki berrak su gibi netlik kaybolmuş, hüzünle yüklü bulutlara dönmüştü. Ama bir küp daha vardı. Belki de bu küpün içerisindeydi bekledikleri; aradıkları... Sürpriz hediyelerde böyle verilirdi zaten. Kutunun içinde bir başka kutu, onun içinde bir diğeri ve sürpriz hediye! Hemen vakit geçirmeden daha küçük olan bu küpü kırmak istedi. Bunun ağzı da iyice kapatılmış; mühürlenmişti. Biraz buruk, kırgınlık ve öfke ile vurdu çekici. Kaçınılmaz son: küp param parça oldu. Bu küple birlikte bütün umutlarda paramparça oldu. Manzarayı tarif etmek zordu. Herkes ürperdi. Evin hanımı ve iki kızının eli ayağı titredi. Birkaç adım geriye kaçtılar. Şaşırmışlardı. Hiçbir zaman karşılaşmayacakları, belki hayal bile edemeyecekleri bir görüntüydü bu. Bir anda tüm hayalleri suya düştü. Zenginlik, mal, mülk, otobüs... artık hiçbirisi olmayacaktı. Rengi solmuş traktörle birkaç dönüm toprağın peşinde, koş ha koş... Gördükleri hepsini şok etti. Baba Osman, öğleden beri yaşadığı duygu yoğunluğuna daha fazla tahammül edemedi. Gördüğü bu son manzara onu mahvetti; bitirdi. Kırdığı bu küpün içinden bir kafa tası ve kemikler çıkmıştı. Osman, kemiklerin yanına yığıldı kaldı. Ailesi, Osman’ı oradan uzaklaştırdı. Bir müddet sonra kendisine gelen Osman’ın, yüzü solmuş; benzi atmıştı. Donuk bakışlarla çocuklarına baktı: -Hasisliğimin cezası olsa gerek, dedi. Sonra durgun hareketlerle çanak çömlek parçalarını ve küpün içinden çıkan kemikleri bir çuvala doldurdu. -Bunları yarın gömeriz. Kimseye bir şey söylemeyin, dedi. Ailede zaten herkes neye uğradığını şaşırmıştı. Kendilerinin rezil olduğunu düşündüler. Kendilerinin rezilliğini kimseye anlatmayı düşünemezlerdi: -Ne gündü ama, gökten altın yağsa bana taş düşer, dedi. Bir hafta sonrasıydı. Şehre akrabasının yanına gitti. Akrabasının çevresini kendisi gibi kültürlü insanlar oluşturuyordu. Durumu ona anlattı. Akrabası üniversitede hoca olan arkeolog profesör arkadaşını aradı. Osman’ın anlattıklarını ayrıntısıyla anlattı. Profesörün anlattıklarını telefondan Osman’a dinletti. Profesör şöyle diyordu: -Sizin anlattıklarınız müthiş bir şey. Eşi benzeri bulunmayacak parçalar. Ona paha biçilmesi mümkün değil. İçi altın dolu olsa bunun değerine ulaşamazdı. O küpler kırılmadan, hassas fleks ile bir kesitini açardık. Yani değer biçmek imkansızdı. Bulan kişide ihya olurdu. Maddi olarak yedi sülalesi kurtulurdu... Osman olduğu yerde dondu kaldı. Durgunlaştı; yıkıldı. Akrabasının uyarılarına cevap vermedi. İkinci defa kaybettiğini anlamak aynı duyguları yaşamasına sebep oldu. Olduğu yerden kalkamadı. Kendine getirmek için uzun süre uğraştılar. Yaptıklarından dolayı duyduğu üzüntü yüzüne yansıdı. Pişmanlık, sıkıntı, yaptığı hatayı düzeltmedi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Duran Çetin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |