..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
En büyük mutluluk ve en büyük sıkıntı anlarında sanatçıya gereksinme duyarız. -Goethe
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Başkaldırı > Duran Çetin




30 Temmuz 2002
Sorgulama  
Duran Çetin
Kaybettiği yolunu saatlerdir arayan birisinin bezginliği yüzünde izler bırakmıştı. Yılgın gözler; boş boş baktı. Masada oturan lisedeki hocasının yanına geldi. Selam verdi ve oturdu.


:BFHH:
Kaybettiği yolunu saatlerdir arayan birisinin bezginliği yüzünde izler bırakmıştı. Yılgın gözler; boş boş baktı. Masada oturan lisedeki hocasının yanına geldi. Selam verdi ve oturdu.
     Saçları dökülmüş; dökülen yerdeki güneş yanıkları dikkat çeken hocası Faruk bey:
     -Hoş geldin Asuman, dedi.
     -Hoş bulduk, sağ olun hocam.
     -Kız! Hiç değişmemişsin. Aradan geçen bunca yıl var.
     -Üç yıl geçti ama, siz bana sorun; değişip değişmediğimi.
     -Dur hele! Ne oluyorsun? Birazcık soluklan. Sınıfta da hep konuşurdun, fırsatları hiç kaçırmazdın.
     -Sonuca bak hocam. Ne olduk şimdi?
     -Yaşıyorsun, sağlığın yerinde. Şükredecek çok şeyin var demektir.
     -Orası öyle ama!
     Faruk bey, Asumanın sıkıntısını anlamıştı. Buraya da onun için gelmişti. Gözlüklerini çıkardı masanın üzerine koydu. Elleriyle gözlerini birkaç kez sıkıştırdı; ovaladı. Ellerini şakaklarıyla alnında dolaştırdı. Asumanın ellerinin titrediğini gördü. Sıkılmasın diye hemen gözlerini kaçırdı.
     Boynunda takılı çantasını kucağına bastırmış, metal düğmesiyle durmadan oynayan Asuman, telaşlı; sıkıntılı, karamsar tavrıyla:
     -Polyanacılık oynamak istemiyorum; bıktım bundan. İnsan her zaman iyi olamaz. Kişiliğim yok oldu. Ruh sağlığım bozuldu. Yıprandım; bittim hocam.
     -Neden bu kadar karamsarsın? Buna hakkın yok.
     -Nasıl olmayayım. Ailemin çektiği sıkıntının verdiği vicdan azabı beni çok üzüyor; kendi kendimi yiyip bitiriyorum. Benden ümitliydiler, emek verdiler. Sonuç ne oldu? Kocaman bir hiç. Babamın ilgisizliği; boş vermişliği daha da kötü.
     Gözleri dalgınlaştı; dalgasız denizdeki sandal gibi durgun, hareketsiz ve sakin. Bana bir şeyler söyle, der gibi baktı hocasına. Kedisini bu azgın okyanustan sağ çıkaracak bir rota çizmesini istedi davranışıyla.
     -Halini anlıyorum, dedi. Zor çok zor. Ama hayatın devam ettiğini anlayacak kadar zekisin. Kendini sorguladığın zaman çoğu meseleyi çözeceğini biliyorum. Bu kadar karamsar olman sana yakışmıyor. Sen canlı; hayat doluydun. Hâlâ da öylesin.
     -Hocam, size öyle demek düşer. Ben kendimi hep sorguluyorum. Gecemi, gündüzümü hatta rüyalarımı bile. Okul bitti; üç yıl geçti. Nereye kadar? Üniversiteye giden arkadaşlarımla ilk zamanlar telefonlaştık. Sonra? Sonrası olmadı; olamazdı zaten. Herkes kendi hayatını yaşıyor. Boş durmak; boşta kalmak beni çok sıkıyor. Her an benim için azap gibi. Arkadaşlarım ile ilişkilerim sıfır. Beni unuttular. Zaten ne yapabilirler ki? Ben bunu da aştım. Ama rahatlayamıyorum. Bunca kitap okudum. Bana ne sağladı?
     -Dur hele! Kitap okuman senin kültürünü, görgünü, kişiliğini yüceltir; güzel insan olmanı sağlar. Okumaya devam etmen senin için iyi bir yol olabilir. Okuduklarını başkalarıyla paylaşman; onları anlatarak faydalı olman, hayata olan ilginin bağını güçlendirir. “İnsanın en faydalı olanının, başkalarına faydalı olan” olduğunu biliyorsun. Birkaç kişiye gerçeği, güzeli ve anlamlı işi öğretsen; kendine olan güvenini sağlamış olmaz mısın?
     Kucağındaki çantasının kopardığı düğmesini, montunun cebine koydu. Ayak ayak üstüne attı. Siyah gömleğinin altında sarı tişörtü görünüyordu. Zaman zaman kırmızı başörtüsünün ucunu parmaklarıyla çekerek düzeltiyordu. Cebindeki siyah gözlüğün ucu görünüyordu.
     Biraz daha sakinleşmiş; durulmuş bir halde:
     -Hocam, doğru söylüyorsun da, benim gibi çoğu zaman zikzaklarla dolu bir hayatı olan ne yapabilir ki? Vicdan azabı çektiğimi söylemiştim. Annem... Kadıncağız benim için uğraşıyor. Normal bir kızın yapması gerekli olan çeyizlerimi hazırlamamı istiyor. Yapmayınca da küplere biniyor. Kadın haklı serzenişlerinde. “Kızım, bu gidişle evde kalacaksın”, diyor. Bir şey diyemiyorum; içime atıyorum. Anneme kendimi beğendirmem lazım; bunun için bir şeylerim olmalı; ama yok. Çoğu zaman kendimi sığıntı gibi hissediyorum. Ümitsizce yaşıyorum.
     Faruk bey, gözlüğünü tekrar taktı. Asumanın anlattıkları canını sıktı; yüz ifadesi değişti. Yardımcı olabilmek için daha dikkatli konuştu:
     -Ümidini kaybetme. Ümitsizlik akıllı insana yaraşmaz. Ümidini kaybeden her şeyini kaybeder. İnançlı insan ümitsizlik içinde kalamaz. Yarının ne getireceğini kimse bilemez. Problemlerin çözümünü zamana bırak. Kendine haksızlık yapıyorsun. Aynı zamanda ailene de haksızlık yapıyorsun. Kendini sığıntı gibi hissetmen oldukça yersiz. Hiçbir aile çocuğunu sığıntı; fazlalık olarak görmez. Onların gayret, telaş ve arzuları mutlaka senin iyiliğin içindir.
     -Evet. Ben bazen fazla sorgucu oluyorum. Bazen çok ciddiye alıyorum. Belki sorun etmeye bile değmez. Ama, sorunlar sorun edilmeli. Belki de ben onu yapıyorum.
     Bu arada çantasının kapağıyla durmaksızın oynuyordu. Bazen anlamsızca gözleri derinleşiyor. Bazen de sığ sulardaki balığın hareketini takip edercesine cevval oluyordu.
     -Dedikodu yapılmasından korkuyorum. Nasihat edilmesini istemediğim halde başkalarına nasıl bu işi yapabilirim? Elbette faydalı olmalıyım. Başkalarına yardımcı olmalıyım. Ama nasıl? Cahillerle uğraşmak çok zor... Beni anlamıyorlar; anlamak istemiyorlar.
     Başını önüne eğdi. Bir an öylece kaldı. Hocasının anlattıklarını “evet” diyerek dinledi. Küçük yüzünü ekşitti; gülümsedi. Dudağını ısırdı farkında olmadan. Oturduğu sandalyede hafifçe doğruldu.
     -Belki de okumanın yanında yazmak gerekli. Kendime güvenemiyorum. Ha, belki de çok iyi yazıyorum. Dostoyevski’yi sollayabilirim? Suç ve ceza mı? Ceza ne zaman verilmeli?... Yok yok. Okumak daha iyi, farklı okumak gerekir. Hep aynı tarz... Dudağını büktü. ...mi yani, dedi. Görüyorsunuz halimi; kafam dingin değil. Karar verecek kadar da kendimi rahat hissetmiyorum. Yalnızım; yalnızları oynuyorum sürekli. Gerçeklerle yüzleşmek zor ama yapılmalı.... Annemin “kitaplarla uğraşacağına birazda çeyiz hazırla” baskıları yok mu? Çıldıracağım. Neymiş; teyzemin kızı yastık dolamasını bitirmiş, ne güzel olmuşmuş... El işi yeteneğim yok; canımı sıkıyor... Ben bunca yıl bunlar için mi okudum? Böyle olmamalıydı.
     Ellerinin üzeri kireçlenmiş, belki de güneş yanığı, kıvrım kıvrım izler; yollar oluşturmuş; kavrulmuştu. Tarlada çalıştığı belliydi. Öğrencilik yıllarında görmediği sıkıntıları yaşaması, böyle düşünmesine neden olmuştu belki de.
     Öğrenciyken bunları hiç düşünmemiş; hayal bile etmemişti. Ama o yıllarını da iyi değerlendirmemişti. “Keşke biraz daha çalışsaydım” sözlerinin de bir anlamı kalmamıştı. Çalışmalıydı zamanında. Bir kat daha fazla çalışsaydı; belki de bunlar başına gelmeyecekti. Gençlikte bunları düşünmek işine gelmedi. Vakit geçirmek, eğlenmek daha hoş gelmişti. Gırgır, şamata...daha kolaydı.
     Faruk hoca, dikkatli, sessizce ve değer verdiğini gösterircesine dinledi. Asumanı rahatlatacak şeyleri düşündü. Boğazını birkaç öksürükle temizledi.
     -Senin söylediklerin gibi birisi olup çıktığına inanmak istemiyorum. Sen, çoğu zaman sınıftaki arkadaşlarını yönlendirmede hiç zorluk çekmezdin. Bulunduğun ortamlarda bu fonksiyonunu yerine getireceğine de hâlâ inanıyorum. İçinde bulunduğun durumu açık yüreklikle değerlendirip, gerçekleri kabullenmede olgun davranış göstereceğini biliyorum. Kendini de, aileni de üzmeye hakkın yok. Onları da anlamaya çalış. Her şey üniversite demek değildir. Belki böylesi daha hayırlıdır. Nice üniversiteye gidip, kişiliğini; her şeyini kaybedenler var... Hayırın nede olduğunu bilemezsin...
     Faruk hoca, uzunca bir konuşma yaptı. Asumanın sıkıntılı halini yok etmek için uğraştı.
     Vakit bir hayli uzamıştı. Asumanın telaşlı sesi yükseldi:
     -Hemen kalkmam lazım, geç oldu. Buraya gelirken bile izin almadım. İzin isteseydim; bir sürü soru soracaklardı. Belki de izin vermeyeceklerdi.
     -Bu da yanlış. Onlar anne-baba, her şeyi bilmeleri hakları. Keşke izin alsaydın. İstersen annenle ben konuşabilirim.
     -Hayır, hayır. Teşekkür ederim. Buna ihtiyacım vardı. Çok iyi oldu. Sağ olun hocam.
     -Beni her istediğin zaman arayabilirsin.
     Asumanın gergin yüzü yumuşamış; rahatlamıştı. Yüzünde hayat izi sayılacak gülücükler oluştu. Küçük siyah gözleri daha bir hayat doldu. Bu, Asumanın kendi sıkıntılarını anlatmasından mı, Faruk hocanın anlattıklarıyla etkilenmesinden mi, yoksa bazı gerçekleri yeni kavramış olmasından mı, anlaşılamadı.      
     



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Vuslat
Küp İçinde Küp
Çerçi
umutların bittiği yer
Öte Dünya
Ay Tutulması
Bir Garip Yolcu
İhtiyaç Anında Kırınız
Ocak
Sel

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Ölüm [Şiir]
Özgür Çocukluğumuz [Şiir]


Duran Çetin kimdir?

1964 Konya doğumlu, öğretmenlik yapıyor. Hikaye ve roman çalışmaları devam ediyor. Yayımlanan kitapları: 1. Bir Kucak Sevgi, Öykü, Beka Yayınları (2. baskı) 2. Güller Solmasın, Öykü, Beka Yayınları (2. baskı) 3. Bir Adım Ötesi, Roman, Beka Yayınları 4. Kırmızı Kardelenler, Öykü, Beka Yayınları (2. baskı) 5. Yolun Sonu, Roman, Beka Yayınları 6. Portakal Kızım, Roman, Beka Yayınları, (2. baskı) 7. Sana Bir Müjdem Var, Öykü, Beka Yayınları 8. Gözlerdeki Mutluluk, Öykü, Beka Yayınları 9. Toprak Gönüllüler Roman, Beka Yayınları

Etkilendiği Yazarlar:
Ömer Lekesiz, Mustafa Kutlu, Necdet Ekici


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Duran Çetin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.