Değişim dışında hiçbir şey sürekli değildir. -Heraklitos |
|
||||||||||
|
Yine groteski mana anlayışı olmayan bir ahlakı açıklamak; ahlaka bir temel bulmak niyetiyle hiç değildi. Arzusu çevredeki olgu ve olaylara bir açıklama getirmek te değildi. Zaten dünyanın kendisi ve çevresindeki kararlı olay süreçler insanımsıların verili bir temel düzlemi olmakla; onlar öyle olduğu için insanımsıların kendisi de böyle oluyordu. Totem, İlah, El, Mamon ve Yüce Tanrı anlayışı; animizle (her şeyin canlı sayılması-canlıcılık) olan groteski mana anlayışından çok farklıydılar. Bu nedenledir ki ön ittifaklar tarihin ola gelene karşı ilk kırılma ve miladı ya da Rönesans’ıydı. Temas eden yapılardı. Uygarlığı başlatanlardı. İnsanı inşa edenlerdi. İlah mesleklerini öğrenenlerdi vs. Bu öyle bir travmaydı ki en güzel şekilde şu Sümer ilahisindeki gibi anlatılırdı. Birleştiğinde tatlı ile acı Ne yeşeren ot ne suyu bulandıran sazlık Tanrılar isimsiz, kimliksiz, geleceksiz… Ön ittifak öncesinin ahvali şeraiti tam da böyleydi. İşte tarih böyle bir başlangıçtan günümüze geldi. Bunun açıklaması sayfalar sürer. Sosyolojinin, düşüncenin, mana anlamasının ve toplumların evrimi; başlı başına ve sırasıyla groteski mana anlayışıyla; totemi mana anlayışıyla; İlahi mana anlayışıyla, El mana anlayışıyla, Mamondu (para bulununca parayı pulu vererek kaderleri oluşturan mana. El’in ikinci versiyonu olan mana anlayışıyla ve nihayet Yüce Tanrı anlayışıyla da çok rahat anlaşılmaktadır. Temas eden ve ittifakı olan totemi yapıların, her biri birbirine göre; bir hikâyeydi. Bu hikâye tecridi oldukları kapalı alan içinde kültürleri ile yaşamlarıyla, biyolojileriyle, karakterleriyle, feno tipleriyle, kendilerini toteme göre anlatmalarıyla, meslekleriyle, beceri ve özellikleriyle, dilleriyle vs. birbirine pek benzemeyen tanınmamış hikâyelerdi. İşte “Tanrıların isimsiz, kimliksiz, geleceksiz” olması; bu hikâyenin içinde hiç olmamalarıydı. Geçmişin mana anlamalarının tümüne Tanrı anlayışı denirse de bu hiç doğru ve gerçekçi bir söylem değildir. Bu tarih bilmemektir. Bu gelişme, değişme, dönüşme olan ve her aşamasıyla tarihsel bilincin adım adım yok edilmesidir. İttifak nedeniyle girişen gruplar birbirilerini yaşam alanlarıyla eşleterek grupların yerleriyle zihni adreslemeleri yaptılar. Tatlı su (gök, yüce, yukarı ve yukarı toprak) ve acı su (yer, kara, aşağı ve aşağı toprak) dolayları gruplarla eşletilen en temel zihni adres eşleşmesiydiler. Tatlı su Fırat ve Dicle suyu ile çevresindeki totemi ve totem meslekli yaşam. Acı su Basra körfezinin tuzlu deniz suyu ile Fırat ve Dicle’nin birleştiği Şattül Arap denen kısım olan "bataklık" alandı. Önceden beri gelen zorunlu tecridi süreçlerden ötürü, gökte oturanlar (Akadlar) yerdekileri (Sümerleri); Sümerler de gökteki Akatlı grupları bilip tanımıyorlardı. Zaten temastan kaçınmak en temel totem yasaydı. Grupların elinden gelirse denk gelinende onu avlayıp yiyordu. Zaten bölgeler birbirine en temel tehditti. Gruplara ait parçalı bölgeler varsa da isimleri yoktu. Bölgeler; belirli çalılık, kayalık, dere, dağ, ırmak gibi oluşumlarla eşleştirdiği tehdide göre bir hafıza olmanın alanıydı. Bölgeler tehdide göreydi. Beslenmeye göreydi. Güvenli alan oluşlarına göreydi. Karşı grupla karşılaşma sıklığı ile eşletilen alandı. Ama bölgeler isimleşmeye göre değildi. Coğrafya bir bütünlük oluşla bilinen yerlere kadar tümden algılanıyordu. Bölgeler coğrafya özellikleriyle görsel zihinsel eşleştim olan tanımlamaydı. İletişilerse söylenen bir dil aracı değildi. İttifaklar kurulduğunda, bu bölge alanlar en çok anlatılma; en çok söylenme ihtiyacı olan, günlük kullanımdı. Tuzlu ve tatlı su dendiğinde bu coğrafya ile bu coğrafyayla eşleşen etrafındaki grup hayatını anlamak zorundayız. Çünkü birbiri ile girişenler buralardaki gruplardı. Bu gruplarda kişi anlağı içine oturdukları yerlerle eşletiliyordu. Bu algıya göre "bulunulan yerdeki yaşam alanı grubu da anlatan ilk isimleşmelerle belirtildi". Yer hem tuzlu su, bataklık ve çevresi olmakla; hem de bataklık ile oralarda oturan gruplardı. Gök te tatlı su ve çevresi olmakla, hem de orada bulanan grupların adıydı. Öğretmenin kalemi derken nasıl kalemi öğretmenle öğretmeni de kalemiyle anlıyorsak. Gök dendiğin de tatlı suyu ve tatlı su ile çevresindeki grubu anlayacağız. O grupla da hem tatlı suyu ve hem de oturdukları yere gök dendiğini anlayacağız. Yerin yani tuzlu suyun ve göğün yani tatlı suyun ve çevresindeki grup yaşam alanı olan tanıma, bileşik algıda; bölge dışındaki besinin, otun vs. tehditten ve totem yasadan ötürü bu bölgeyi ilgilendirir bir tarafı yoktu. Aynı nedenle bu bölgedeki besin alanı ot, şu bu da diğer bölgenin ilgi alanı olmamakla; o grupların anlağına (zihnine) konu değildi. Her grubun kendi bölgesi, grubun kendisine anlamdı. Zaten diğer bölgelerin tehdit olmak dışında bastırılan bir durumla karşıt gruplara anlam değildi. Öyleyse: "ne yeşeren ot ne suyu bulandıran sazlığın (sazın ve bataklığın) isimleri yoktu". Şimdi hatırlayalım. Grubun bölgesi kendi grubuna anlamdı. Bu anlam, isimse isimdi. Şu halde tırnak içindeki söylemle anlatılan mana grubun kendisine anlam olan şeyler değildi. Benzerlik olarak, aynı ot, aynı sazlık ve aynı benzer bataklıkta belirtiliyor olsalar da durum şuydu. Her bir gruplara kendi bölgesi dışındaki ot, bataklık, sazlık bir anlam değildi. O grubun kendi bölgesi içindeki ot bataklık sazlık bir anlamdı. Bi grubun kendisine anlam olmayanın; kendi dışındaki ot, bataklık ve sazın da anlam olmasını belirten acayiplikle söylenen durumun şok etkili travması oluşunun söylenmesi vardır. Kendisine anlam olan bölgenin o gruplarda zihin kalıpları varsa da bunu birbirine aktaran dil kalıpları yoktu. Şimdi ittifakı girişme nedenle şimdiye kadar kendisine hayati derecede anlam olanlar önem değildi. Şimdiye kadar kendisine "hayati olan anlam"; "tanımın kendisi, tanım yapmanın merkezi" oldu. Bölge ve bölgedeki anlam kendisiyle özdeş "ben" olmuştu. Temas ettiği grupları, "yeni bene göre, bölgesinin kendisindeki anlamına göre tanımlama" yapmakla yeni ve karşıt anlamı isimleşecekti. İttifak öncesinde kendisine anlam olmayan otun, sazın, bataklığın ittifakla birlikte anlam olması" nedenle tırnak içindeki "ne yeşeren ot ne suyu bulandıran sazlığın (sazın ve bataklığın) isimleri yoktu"; diye söylenmesi vardı İttifak öncesindeki yerde olan ot, bataklık ve sazlık; gökte olan grupla girişen bir eylem bağıntısı olmamakla, anlam edilerek gökteki grubun geleceğine katılamıyorlardı. Oysa şimdi ittifakla yerdeki göktekinin, gökteki de yerdekinin yaşamına ve geleceğine katılmakla anlam oluyordu. Buradaki "isim" sözündeki vurgu: sizdeki bölge içindeki anlam oluşa karşı; bölgeniz dışında size anlam olmayanların, ittifakınız nedenle sizinle girişmesiydi. Bu girişenler sonucunda geleceğinizle olan durumları bilme, tanıma, ayırt etmeye oranla bir anlam olmayı söyleyiştir. Şimdi yine ilahiye dönelim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bayram Kaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |