640K bellek herkese yetmelidir. -Bill Gates, 1981 |
|
||||||||||
|
Şubat’ın ayazında Taksim sokaklarında kaybolmuşken kendi kendime düşünüp duruyordum, “Acaba bugün niye işe gelmedi? Hasta olsaydı birinden duyardım, demek ki hasta değil, ama bugün ne aradı ne de sordu, kalbini mi kırdım acaba?” Yürürken yüzümü hissetmediğimi anlamıyordum bile, sadece o kalabalıkların içinde sallana sallana yürüyordum. Her adım atışımda önüme çıkan mağazanın parlak ışıklarına tavşan gibi baksam da kafamın tek alarmı onu bugün hiç görememiş olmamdı. Araya hafta sonu girecekti ve ben onun yüzünü bugün görememiştim. Büyük ihtimalle sesini de duyamayacaktım, yalandan iş bahanesiyle aramak için de vakit geçmişti. Arasam da ne olacaktı ki ne diyecektim? Üstelik telefon numarasını alalı daha kaç hafta olmuştu? Aynı işi de yapmıyorduk, iş bile olsa ne sorabilirdim? Her adım attığımda iki büyük günü düşündüm. Yani hafta sonuna sığdırmaya çalıştığım koskoca kırk sekiz saati, iki bin sekiz yüz seksen dakikayı ve yüz yetmiş iki bin sekiz yüz saniyeyi? Bütün bu rakamların içini neyle dolduracaktım? Kendimi bildim bileli ayaklarım hislerimin günahını çeken uzuvlarım olmuştu. Bugün işten çıktım çıkalı ilk önce Taksim, sonra Beyoğlu, Karaköy oradan da Eminönü’ne kadar iki kez turladım. En son bir balıkçı sandalının içindeki adamı görünce, “Ben bu adamı bir yerden hatırlıyorum galiba?” deyince fark ettim. Burnumu çekip kafamı gökyüzüne kaldırdım, küskün küskün bulutlara baktım. Gökyüzü bile beynimin esiri olmuştu sanki kara kara bulutlar kalbimin çatlağından içeriye sızıyordu. Sızlayan bir yanım, “Olamaz” demişti, “Sen şu otobüse bin hele, yolun çıkar elbet bir yere.” Nedendir bilinmez Eminönü otobüs durağında buldum kendimi, sonra çocuk gibi içimden “Oooo piti piti karamela sepeti, terazi lastik, cim las tikkk” deyip seçim yapmak için debeleniyordum. Beyin kıvrımlarım beni ele geçire dursun, montumun cebinde, avucumun tam ortasında kurtarıcı gibi tuttuğum telefonumdan bir mesaj sesi duydum. Işık hızı mı desem ne desem bilemedim, çıkardım işte öyle. “Demek Taksim’desin, bilseydim ben de gelirdim.” Şaka mı bu? Taksim’de olduğumu mu bildi o? Beynimin bütün kılcal damarları onu düşünürken bana mesaj mı attı yani? Yeni tanıştık, daha yeni yeni konuşmaya başladık, birbirimize hiç mesaj atmadık ki biz? İlk defa iş çıkışında, yani işle alakalı olmayan bir mesaj atmıştı. Şu şapşal halim hiç ödün vermezdi zaten hemen kendini belli ederdi. “Taksim’de olduğumu nereden bildin?” diye sormuştu parmaklarım, hem de sonunu hiç düşünmeden. Saniyeler geçmişti ki bir cevap daha geldi ondan, “Ee hesabından fotoğraf paylaşmışsın” Gülücük koymuştu cümlenin sonuna iki gözümün çiçeği. Evet evet o kış günü gökyüzünde gördüğünüz kelebekler az önce benim midemin asfalt zemininden havalandı, lütfen tutmayın uçuşsunlar yukarı. Sağımdan solumdan otobüsler kalkıyor, iş çıkışı evlerine koşuşturan bezgin yüzler birbirlerine omuz atarak otobüslere doluşuyor, ayazdan elleri buz tutmuş simitçi avuç içlerine hohluyor ama benim kelebeklerim başımın üzerinde kanat çırptıkça onun bulunduğu yerde kelebek etkisi yaratıyordu. Tabii ki unutmuşum attığım fotoğrafı, attığım fotoğraftan Taksim’de olduğumu nereden bilmişti anlayamadım? Taksim’in betonlaşmış kaldırım yollarında yürürken, köşede bir restoranın önünde sokak köpeği görmüştüm. Tek başına masumca uzanmıştı, ön patilerini çenesinin altına koymuş restoranın içinde yemek yiyenlere bakıyordu. Aslında o köpeğin yalnızlığını çekmiştim, tıpkı kendim gibi, Taksim meydanının kalabalığını değil! “Taksim’de olduğumu nereden anladın?” diye sormuştum mesajımda, sonuna da mahcup bir gülümseme emojisi eklemeyi unutmamıştım. Anında cevap verdi, “Ben de yalnız olduğumda o restorana giderim.” İkimizin yalnızlığı cambazın yürüdüğü ipte karşılaşmıştı. Ben ipin bir ucunda duruyordum o da diğer ucunda. Garip bir şekilde birbirimizi bekliyorduk, aynı anda mı hareket edecektik, yoksa birimiz aşağıdaki fileyi görecek miydi? Büyük bir muammayla ilerliyorduk. “Bugün ofiste göremedim seni?” diye sordum cesaret hapı yutmuş gibi. Tühh be elim kırılsaydı da göndermeseydim, şimdi yanlış anlamıştır. Kesin yolumu gözlüyor bu kız diyecek. Ardından parmaklarım gözlerimi bekledi, ayaklarım hâlâ duraktaydı. Aklım bu işin içinden nasıl sıyrılıp çıkacağının matematiğiyle cebelleşiyordu, kalbim ise “Sakın bugün sevgilimle buluştum deme!” diye yalvarıyordu, niyeyse? Utanmasa otobüs durağında ağlayacaktı gözlerim, ağlayacak ne vardı sanki? Daha birbirimizi doğru düzgün tanımıyorduk bile, topu topu dört ay olmuştu işe başlayalı. Ne yani, olur olmadık zamanlarda bir anda göz göze gelemez miydi insanlar? Bazı zamanlar aynı anda aynı kelimeleri söylemiş olmamız da tamamen tesadüf yani. Hele ki bir iki kez bir şey isterken ellerimiz birbirine değmişse ne olmuş? Hemen de aşık mı olacağız? Vardır mutlaka onun da bir sevdiği, olmasın Allah aşkına! Cevap geldi, “Şu anda neredesin? İstersen Piyer Loti’de buluşalım. Bugün işe gelmek istemedim, bütün gün evde tembellik yaptım açıkçası.” Kulak arkamdan yayılan kor alevi hissediyor musunuz? Ya aniden yüzüme yayılmaya başlayan sırıtışı? Az evvel iliklerimin donduğunu hissederken şimdi niye eridiğini soramıyorum? Parmaklarım benden bağımsız hareket ediyorlar, sanki üç saattir ayazda buz kalıbına dönen hiç bunlar değilmiş gibi, sevgilisine şakır şakır mektup yazan dolma kalem edasıyla, kırıta kırıta “Eminönü’ndeyim oraya nasıl gelebilirim?” diye sormaz mı arsız? Hadi be oradan? Yemin ederim arıyor… Ve ilk defa sesini telefondan duyuyor kulaklarım. “Otobüs durağındasın değil mi, şimdi oradan … otobüsüne bin, … durağında in ben seni oradan alacağım.” Yutkunduktan sonra ağız yaylarımın yaylana yaylana “Tamam” demesine niye engel olamadım peki? “Geldiğinde çaldır,” demeyi de ihmal etmedi. Doğma büyüme İstanbulluyum ama hayatımda ilk defa iş çıkışı Avrupa Yakasına geçip akşamın karanlığında bilmediğim bir otobüse binerek Piyer Loti’ye gidiyorum. Peki, ben hangi ara otobüse bindim? Öğlen saatlerinde beynimi kemiren tek düşünce, “Neden işe gelmedi acaba? Gelemeyeceğini kimseye haber de vermedi, acaba sevgilisi mi var?” iken şimdi hangi ara yola koyulmuştum anlayamadım. Beni duraktan aldı, birlikte Piyer Loti’ye çıktık. Çay bahçesinde oturup iki kahve istedik. Tek hatırladığım şuydu, saatlerce sustuk ve garip bir şekilde sadece birbirimizin gözlerinin içine baktık. Konuşmadan, tek kelime etmeden kalbinin içinden geçenleri duyabiliyordum. Gerçekten, o anlarda ne konuşmuştuk ki biz? Beni evimin yolundan eden bu buluşmaya dair hatırladığım ne var? Gözlerimiz birbirine değer değmez yutkunmalarımız ve yanaklarımız pembeleşince de kahve fincanlarımıza gömülmemizdi yaptığımız tek şey. “Karanlıkta Haliç’e bakarken denizin mavisini görüyorum, sen de görüyor musun?” “Ben bu çay bahçesine ilk defa geliyorum, buraların yabancısıyım. Haliç’in maviliğini karanlıkta görebildiğimi ben de bilmiyordum.” “Sahi sen benim burada oturduğumu bilmiyor muydun?” “Hayır, gerçekten sen burada mı oturuyorsun?” “Evim beş dakikalık mesafede, şu yokuştan inince hemen köşede.” “İnan ki bilmiyordum. Nereden bileyim ki, seninle hiç birbirimizden konuşmadık.” “Peki o restoran? Ne zaman canım sıkkın olsa hep oraya giderim. Yoksa sosyal medya hesabımdan daha önce paylaştığım fotoğrafları mı gördün?” “Yoo, biz birbirimizi takip etmiyoruz ki.” “Haa, doğru ya!” Piyer Loti’den Kadıköy’e geçerken teleferikle geçtim. Nasıl yani, Piyer Loti’den Kadıköy’e teleferik yok mu? Siz öyle sanın. Sosyal medya hesaplarımızı takip etmediğimiz halde, attığım fotoğrafı nasıl görebildiğini mi soruyorsunuz? Bunlar gerçekten yanıtlayabilmesi zor sorular. Zor geçti iki gün, yazmak isteyip de yazamamak, sesini duymak isteyip de duyamamak. Daha bir hafta öncesine kadar bu duygular bana ait değildi, hangi ara gelip içime yerleşti? Deli gibi, insan deli gibi merak eder mi? Pazartesi günü ölmeyeceğimi kim garanti ediyor da kendimi o güne hazırlıyorum? Ve mübarek Pazartesi…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yeter Özhal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |