..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sevgi sabırlı ve yürektendir, sevgi kıskanç ve övüngen değildir. -İncil
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > İlişkiler > Mehmet Sinan Gür




24 Aralık 2001
Müzik Film - Hair  
(Saçın kutsanması)

Mehmet Sinan Gür


Hair müzikali ile birlikte 68 kuşağı ve hippilerin bir karşılaştırmasıdır.


:EABD:
68 kuşağı denen kuşak, Türkiye’de Türkiye şartlarına göre devrimcilerle temsil edildi ise, Amerika’da oranın şartlarına göre hippilerle temsil edilmiştir. 68 kuşağının çıkış nedeninin Vietnam savaşı olduğu tezi kısmen doğrudur. Tam doğru değildir çünkü bir nedeni daha var. O da o tarihten 6 yıl önce gerçekleşen Küba devrimidir. Şimdi üzerinde resmi bulunan T-shirtleri serbestçe satılan, giyilen, kendi adına yapılmış müziği dinlenen Che Guevara özellikle Türkiye’deki 68 kuşağına yol gösterici oldu. Küba’dan sonra Vietnam savaşı A.B.D. için büyük önem kazandı. Çünkü onların en büyük kabusu parsel parsel ülkelerine doğru yaklaşıyordu.

Fakat savaş bu bahane ile çıkmış olsa da işin içinde başka hesaplar vardı. Vietnam neresi, Amerika neresi? Oradan oraya kim kimi tehdit edebilirdi? Nitekim savaş sona erdiğinde öyle bir tablo çıktı ki Amerika bu işten hiç de zarara uğramadı. Şimdi Vietnam’ın bombalanmış yollarını kimler yapıyor? A..B..D. Şimdi A.B.D. malları orada serbestçe satılıyor mu? Evet. Amerika’nın bu işten bir kazancı daha oldu. O dönemde yeni geliştirdiği silahları deneme fırsatı buldu. Örneğin insanın vücuduna yapışıp yanmaya devam eden napalm bombası. Kuzey Vietnamlılar da bütün Vietnam’a güya sahip oldular. Peki olan kime oldu? Bu işten kim zarar gördü? Vietnam’dan ve Amerika’dan savaşta ölen zavallı insanlar.

Hair yapıldığında savaşın üzerinden henüz 10 yıl geçmemişti. Yaralar tazeydi ve yukarıdaki sonuç bu kadar belli değildi. Biz o dönemde olan şiddeti daha farklı bir şekilde yaşadığımız için belki hippileri tam olarak anlayamadık. Türkiye’nin 68 kuşağı, Amerika’nın çiçek çocukları diye aşağıladıkları hippileriyle aslında aynı şeye karşı idiler. Ancak iki ülkede birbirinden farklı şekilde geliştiler. Hippi gençlik Vietnam savaşının bitmesinde çok önemli rol oynadı. Özgürlük arzusu içinde bu tür davranış onlara özgü bir davranıştı. İşte Hair müzikali neredeyse tam da bunu dile getiriyor.

Hair müzikali de diğer birçok müzikal gibi sahne oyunu olarak başladı. Yanılmıyorsam Türkiye’de de bir örneği yapıldı. Ben onları izleyemedim. Ancak filmi yapıldığı zaman izleyebildim ve müziklerini dinleyebildim.

Filmde yalnız müzik değil danslar çok önemli yer tutuyordu. Amerika’da Orijinal sahne oyununu izleyen bir arkadaşım bu konuya dikkatimi çekti. Gerçekten de filmde zaman zaman konu anlatılacak, olay gösterilecek diye danslar biraz ihmale uğruyor. Birçok görüntü de kameranın çektiği karenin içine giremiyor, yani birkaç kez izleseniz de doyamıyorsunuz.

Polonya asıllı saf ve temiz bir Amerikalı taşra çocuğu Vietnam’a savaşa gönderilmek üzere askere çağrılır. Geri planda ‘Aquarius’ (Kova Burcu) çalarken memleketi Oklahoma’dan New York’a doğru yola çıkar. Yolda otobüsü bir tünele girdiğinde tünelin karanlığında dans eden ateşler görünür. Ateşlerin peşinden sırayla filmin 4 kahramanı tanıtılır. 3 erkek bir kız olan gençlerin hepsinin saçları uzundur. New York Central Park’ta güle oynaya Adının sonradan Berger olduğunu öğrendiğimiz genç adama gelen askere çağrı belgesini yakmakla meşguldürler. Belgenin üzerinde, “Bu belgeyi yırtan, karalayan, herhangi bir şekilde tahrip eden kişi 10bin dolardan az olmamak üzere para veya 5 yıldan az olmamak üzere hapisle cezalandırılır. Ya da her ikisi birden” yazılıdır. Gençler bu kağıdı yakar, üstelik bir de ateşinde ısınırlar. Bu sırada iki atlı polis görünür, hemen oradan kaçarlar. Biraz ileride hippiler dans etmektedirler ve saçına çiçekler takmış çikolata renkli, güzel bir genç kadın Aquarius’ı söylemektedir.

Saf ve temiz Polonya asıllı Amerikalı genç Claude Bukowski New York’a gelmiş, o da Central Park’ta vakit öldürmektedir. Atlı polisler görününce iki kişi dışında herkes çil yavrusu gibi dağılır. Bukowski olanları izlemektedir. O iki kişi polislerin atları ile senkronize olarak unutulmaz bir gösteri sunarlar. Atlarla insanlar birbirlerini taklit ederler. Bu arada filmin son kahramanı dostları ile birlikte at üstünde geçerler. (Central Park’ta at sürmek için bir yol vardır. Ya işte böyle) Bukowski adının sonradan ‘Shiela’ olduğunu öğrendiğimiz kıza çarpılır.

Askere çağrı belgesinin ateşinde ısınan Berger ve arkadaşları kızlara askıntı olur, onlardan para dilenirler. Alman asıllı olduğunu sandığım bir tanesi de onların atına binmek ister. Tabi kızlar atları topuklayıp uzaklaşırlar. Gençler Bukowski’den de para isterler. Böylece saf ve temiz, saçları tıraşlı, taşralı Amerikalı ile kaşarlanmış, saçları uzun, New Yorklu hippiler tanışmış olurlar.

Bukowski’nin 1 gün için bile olsa kalacak yeri yoktur. Hippiler onu aralarına alarak sözüm ona yardım ederler. Hepsi parkta uyumaktadır. O gece ona uyuşturucu içirirler, şarkı söyletirler Bukowski söylediği şarkıda kendisini tarif etmektedir. Her söyleneni yapan, geleneklere uyan, buyrulanların dışına hiç çıkmayan bir kişidir. Hippiler de tam tersi bir karakterdedirler. Sonra‘yoklar’ı söyler ve dans ederler.

“Evim yok, param yok, ayakkabım yok,” yok, yok, yok. Hiçbir şeyim yok. Sonra yorgun düşüp sersefil bir şekilde her biri bir köşeye kıvrılıp uyur.

Ertesi gün Bukowski gidecekken Sheila’nın gazetede resmini görürler. O gün evlerinde bir parti verilmektedir. 4 Hippi ve Bukowski davetli olmadıkları halde partiye Sheila’yı görmeye giderler. Yemek yeneceği sırada ev sahibi onları dışarı çıkarmak ister. Berger direnir ve bu kez ‘varlar’ı söylerken masaya çıkar ve ortalığı dağıtır.

“Hayatım var, gülüşüm var, baş ağrım, diş ağrım var, iyi zamanım, kötü zamanım var, elim, kolum, bacaklarım, kıçım var.” Yani ben de sizin gibi biriyim. Hiçbir şeyim sizden farklı değil.

Polisler gelir, kaçınılmaz olarak hapishanenin yolu görünür. Hapiste saçları kesilecektir. Alman asıllı olan saçlarının kesilmesine şiddetle karşı çıkar. Çünkü saç özgürlüğün simgesidir.

Kadın Psikolog “Erkekler ha? Erkekler?” şeklinde soru sorarak onun homoseksüel olduğunu ima eder. Alman asıllı genç düşünür:

“Bana neden uzun saçlı olduğumu soruyor.
Bilmiyorum, sevgilim.”

Farklı yerlerde bulunan arkadaşlar birlikte müzikale adını veren müziği söylerler.

“Uzun güzel saçlar, rüzgarda dalgalanan saçlar,
Eğer gözlerim görünüyorsa saçlarım çok kısadır.

Polonya asıllı Bukowski Berger ve arkadaşlarının kendisine yaptıkları eşek şakasını hazmedemez. Önceden kararlaştırdığı işi yapar, yani askerlik şubesine gider. Zorlu askerlik eğitimi sırasında söylenen melodiler ve sözler, özellikle Vietnamlı kızın melodisi oldukça etkileyicidir.

Her bir karesi izlenmeye değer filmin trajik bir sonu var. Berger ve arkadaşları uzun bir yolculuktan sonra Bukowski’yi ziyarete giderler. Kışlaya alınmayınca Berger Bukowski’nin yerine geçer. O sırada seferberlik kararı gelir. Çavuşlara Bukowski olmadığını anlatamaz (E artık bu kadar kusuru hoş görün). Birçok askerle birlikte sıra sıra ve uygun adımla taşıyıcı uçakların karanlığına girerek kaybolur. Vietnam’a gider ve orada ölür. Filmin sonunda 1 milyon amerikalı hippi beyaz sarayın bahçesinde savaşı protesto ederler.

“Let The Sun Shine In”. Bırak güneş içeri girsin. Yani artık savaş olmasın, barış olsun, insanlar ölmesinler.

Nasıl günümüze bazı şeyler bazı hareketlerin sembolü ise, o zaman da HAIR yani saç özellikle amerikalılar için özgürlüğün ve başkaldırının sembolü idi. İyi ki varsın Hair.





Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İlişkiler kümesinde bulunan diğer yazıları...
Baraj Sorusu: Beni Seviyor Musun?
Film Müzik– Batı Yakasının Hikayesi
Müzik– Cats
Otobüsler, Minibüsler vs.
Müzik– Chess

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Canlı Balık
Lenin'in Mozelesini Ziyaret
Sahalin'de Altı Ay
Ölüm Anında Görülen Tünel ve Işık
Cadde'de Eğlence
Önyargı
Çanakkale Gezisi - 2
İki Günlük Çanakkale Gezisi - 1
Müzik - Tevekkül
01 06 Diyarbakır"dan Sevgilerle

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
Bir Ruh Çağırma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.