..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsandaki gerçek güzelliği ancak yaşlandıkça görebilirsiniz. -Anouk Aimee
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > İlişkiler > Mehmet Sinan Gür




8 Ağustos 2001
Film Müzik– Batı Yakasının Hikayesi  
Mehmet Sinan Gür
Modern bir Romeo-Juliet öyküsü. 60lı yılların ortalarında ilkokulda okuyan bir çocuktum. ‘Batı Yakasının Hikayesi’ni (West Side Story) ilk kez o zaman izledim.


:DAAJ:
60lı yılların ortalarında ilkokulda okuyan bir çocuktum. ‘Batı Yakasının Hikayesi’ni (West Side Story) ilk kez o zaman izledim. O yıllarda bulunduğum yerde sinemadan başka bir eğlence yoktu. Biraz geç kalmıştım; sinema salonuna girdiğimde film başlamıştı ve müzik eşliğinde Porto Rico’lu göçmenlerin çetesi ‘Shark’larla (Köpek balıkları) beyaz Amerikalıların çetesi ‘Jet’lerin kavga sahnesi gösteriliyordu. Ancak kavga ederken bir taraftan da dans ediyorlardı. Şaşırmıştım. Nasıl olurdu böyle bir şey? Filmle ilgili ilk heyecan dalgasını o zaman geçirdim. Filmin o gün göremediğim başlangıcında gençler parmak şaklatarak yaşamın ritmini yakalamaya çalışmakta imişler. Sonradan öğrendim.

İlginçtir, o yaşta böyle bir filmi yetişkin bir insan gibi izliyordum. Bizim için biraz absürd bir müzik idi ama gene de Leonard Bernstein’in müziğinden hoşlanmıştım. Ancak asıl büyük heyecan dalgası henüz gelmemişti.

Bir gece Jimnastik salonunda verilecek bir toplantıya herkes kendi duyguları ve farklı beklentileriyle gider. Orada Porto Rico’lu Maria ve beyaz Amerikalı Tony ilk kez karşılaşır ve birbirlerine vurulurlar. İki gencin karşılaşma anında Maria temasının flütlerle çalınan versiyonu duyulur. Her yer kararır, zaman durur. İki genç birbirlerinden başka bir şey göremez olurlar. Kalp atışlarına benzeyen notalar izleyicilerin bedenlerine kulaklarından değil boyun damarlarından girer. Bir bölümü nabız atışlarıyla birlikte düşünmeyi engellemek üzere beyne gider, bir bölümü çarpmayı ve nefes almayı engellemek üzere kalbe ve akciğerlere. Bir kısmı da başka bir iş yapar. Göz yakınlarındaki gözyaşı bezlerini çalıştırır, gözyaşı kanallarını açar.

Daha sonra yalnız kaldığında Tony’den Maria’yı sözlü olarak dinleriz.

Şimdiye kadar duyduğum en güzel ses: Maria/
Dünyanın bütün güzel sesleri bir kelimeye sığmış: Maria/

Adı Maria olan bir kızla tanıştım/
Bu isim benim için artık hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak/

Adı Maria olan bir kızı öptüm/
Fark ettim ki bundan daha mükemmel bir ses olamaz: Maria/

Yüksek sesle söyleyince müzik çalıyor gibi/
Yumuşak sesle söyleyince dua ediyor gibi: Maria/

Şimdiye kadar duyduğum en güzel ses: Maria/

Sonra Porto Rico’lular İspanyol müziği ile klasik müziğin karışımı olan bir havada, neredeyse modern bir ‘Carmen’ diyebileceğimiz ‘America’yı söylerler. Esmer kıvırcık saçlı, güzel İspanyol melezleri, kravatlı, yakışıklı erkeklerle kırıcı olmayan bir çatışmaya girerler. Genç kızların geniş İspanyol etekleri savrulur. Amerikan yaşantısına özentilerini ve Porto Rico’dan göç etme nedenlerini anlatırlar. Porto Rico, okyanusun ortasında bir ada... Sürekli kasırga olur, sürekli nüfus artar. Orada hep borç parayla yaşanır. Ama Amerika öyle mi? Otomobil, çamaşır makinesi özgürlük her şey Amerika’dadır. Kredi kartı ile alışveriş yapmak güzeldir. Erkekler ise Amerika’ya geldiklerine pişman olmuşlardır. Renkleri biraz esmer diye İngilizceyi düzgün konuşamıyorlar diye aşağılanmaktadırlar. Hep ikinci sınıf işler yapmaktadırlar. Gençlerin kıvraklığı ve ritmik el çırpışları aynı kıvraklıktaki müzikle birleşerek izleyiciye muhteşem bir gösteri sunarlar.

Başka bir sahnede Maria rolünde oynayan unutulmaz Natalie Wood, bütün güzelliği ve tatlılığı ile kendini hoş hissettiğini anlatır. Amerikan güzeli onun güzelliği karşısında tacını ona vermelidir. Aynaya bakıp görüntüsünün ne kadar hoş olduğuna kendisi bile inanamaz. Ayakları yerden kesilmiştir Maria’nın. Gerçekten de bir kız ancak bu kadar tatlı olabilir.

Tony ve Maria, bir daha hiç ayrılmama sözü vererek kendi aralarında bir evlilik seremonisi düzenlerler. Tek el ve tek kalp sonsuza dek bir arada olacaktır.

Ne yazık ki sevgililerin biri bir beyaz Amerikalı, biri Porto Rico’lu bir göçmendir. İşin içinde Protestan ve Katolik olmak da vardır. Yani iki taraf da onların bir araya gelmesini onaylamaz. Jetlerle Porto Rico’lular zaten anlaşamazlar. Anlaştıkları tek şey kavga etmektir. Gece kavga etmek için randevu verirler. Viyolonsellerin inleyen sesleri ile çalınan Maria’nın melodisini son kez duyarız.

Bir sahnede gençler kendilerini “Bir sosyal hastalık” olarak tanımlarlar. Ancak bu durumlarından hoşnutturlar. Yaşam onlar için yalnızca kendilerinin eğlenebileceği bir eğlencedir.

Orkestra coşar. Yeni bir gece onları beklemektedir. Gene herkesin gece için beklentisi kendisine göredir. O gecenin herhangi bir gece olmayacağı anlaşılmaktadır. İki çete sert adımlarla ve sert seslerle kavgaya doğru ilerler. Sevgililer geceleyin buluşacaktır. Yumuşak seslerle gecenin getireceklerini birlikte geçirecekleri mutlu saatleri düşlerler. Ama o gece sevgililerin umduğu gibi bir gece olmaz. Kavgada yasak olan bıçaklar ortaya çıkar. Maria’nın abisi Jetlerden bir Amerikalıyı, Tony de kavgayı ayırayım derken Maria’nın abisini öldürür. Maria olayı öğrendiğinde aksanlı İngilizcesi ile olayın doğru olmaması için Tanrı’ya yalvarır. Ancak biz biliyoruz ki olay gerçektir. Porto Rico’lular Tony’i öldürerek intikam almak isterler. Tony saklanır. Fakat Maria’nın öldüğüne dair yanlış bir bilgi ile gözü kararır; yeniden ortaya çıkar. İki sevgili tam buluşacakken bir tabanca patlar ve Shakespeare trajedilerini andırır bir şekilde Tony Maria’nın kollarında ölür. Maria herkesin ölümünden herkesi sorumlu tutan uzun bir konuşma yapar (Tiyatral bir tirad). Herkes başını önüne eğer. Tony’nin ölüsünü Shark’larla Jet’ler birlikte kaldırırlar. Her filmde olduğu gibi, polis her şey olup bittikten sonra görünür ve film biter.

Bu film aynı zamanda Amerikanın Amerikalılaşmasını sağlamakta etken olmuştur. Bize de böyle bir şey gerekiyor. Ne demek istediğimi anlamanız için www.izedebiyat.com ‘İnceleme’de ‘Bizim Kızılderililerimiz’i okumalısınız.

Yıllar geçti. Bu arada ben büyürken, filmi farklı zamanlarda defalarca izledim. Sonraki izleyişlerimde sonunu bildiğim için çiftin ilk buluşma sahnesinden daha çok etkilendim. Bu film, yangın merdivenlerinde geçen ve Romeo ve Juliet’teki balkon sahnesine karşılık gelen sahne ve trajik ölümlerdeki benzerliklerle modern bir Romeo ve Juliet olarak kabul edilmektedir. Niyet kötü olursa filmde eleştirecek çok şey bulunabilir. Ama ben tadını çıkarmayı tercih ettim.

Natalie Wood çok sonra bir gölde boğularak öldü. Filmdeki Maria görüntüsü yaşlanmadan olduğu gibi kaldı. Gerçek yaşam durmuyor. İlk izlediğimde onlardan çok küçüktüm. Şimdi ise neredeyse babalarının yaşındayım. Bu film de bazı başka filmler gibi yeni yetişen nesillere bir klasik, bir kilometre taşı olarak kalacak. Maria, bir müzik, bir dua, bir büyü gibi hatırlanacak.

Tony’nin ölüm sahnesinde, iki sevgilinin ninni söyler gibi söylediği sözler filmin geçek sonunu belirler: “Dünyada bizim sevgimizi kabul edecek bizim için bir yer mutlaka olmalı. Yaşamak için yeni bir yol, affetmek için yeni bir yol bulmalıyız. Bir gün, bir şekilde, bir yerde... Te adoro Anton. (Seni seviyorum Anton)”

Te adoro Maria.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın İlişkiler kümesinde bulunan diğer yazıları...
Baraj Sorusu: Beni Seviyor Musun?
Müzik Film - Hair
Müzik– Cats
Otobüsler, Minibüsler vs.
Müzik– Chess

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Canlı Balık
Lenin'in Mozelesini Ziyaret
Sahalin'de Altı Ay
Ölüm Anında Görülen Tünel ve Işık
Cadde'de Eğlence
Önyargı
Çanakkale Gezisi - 2
İki Günlük Çanakkale Gezisi - 1
Müzik - Tevekkül
01 06 Diyarbakır"dan Sevgilerle

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nazım Hikmet'ten Çanakkale Şiiri [Şiir]
Ateş ve Ölüm (Bütün Şiirler 16. 07. 2009) [Şiir]
Seni Seviyorum Bunalımı [Şiir]
İncir Ağacı [Şiir]
Bir Dosta E - Mektup [Şiir]
10 Ağustos 1915 Anafarta Ovası [Şiir]
Sevgisizlik [Şiir]
Mor Çiçekler [Şiir]
Eskiden [Şiir]
Bir Ruh Çağırma Operasyonu [Öykü]


Mehmet Sinan Gür kimdir?

Yazmayı seviyorum. Bir tümce, bir satır, bir sözcük yazıp altına tarihi atınca onu zaman içine hapsetmiş gibi oluyorum. Ya da akıp giden zamanı durdurmuş gibi. . . Bir fotoğraf, dondurulmuş bir film karesi gibi. Her okuduğunuzda orada oluyorlar ve neredeyse her zaman aynı tadı veriyorlar. Siz de yazın, zamanı durdurun, göreceksiniz, başaracaksınız. . . . Savaş cinayettir. Savaş olursa pozitif edebiyat olmaz. Yurdumuz insanları ölenlerin ardından ağıt yakmayı edebiyat olarak kabullenmiş. Yazgımız bu olmasın. Biz demiştik demeyelim. Yaşam, her geçen gün, bir daha elde edemeyeceğimiz, dolarla, altınla ölçülemeyecek bir değer. (Ancak başkaları için değeri olmayabilir. ) Nazım Hikmet’in 25 Cent şiiri gerçek olmasın. Yaşamı ıskalamayın ve onun hakkını verin. Başkalarının da sizin yaşamınızı harcamasına izin vermeyin. Çünkü o bir tanedir. Sevgisizlik öldürür. Karşımıza bazen bir kedi yavrusunun ölümüne aldırmamak, bazen savaşa –yani ölüme- asker göndermek biçiminde çıkar. Nasıl oluyor da çoğunlukla siyasi yazılar yazarken bakıyorsunuz bir kedi yavrusu için şiir yazabiliyorum. Kimileri bu davranışımı yadırgıyor. Leonardo da Vinci’nin ‘Connessione’ prensibine göre her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre Çin’de kanatlarını çırpan bir kelebek İtalya’da bir fırtınaya neden olur. Ya da tam tersi. İtalya’daki bir fırtınanın nedeni Çin’de kantlarını çırpan bir kelebek olabilir. Bu düşünceden hareketle biliyorum ki sevgisizlik bir gün döner, dolaşır, kaynağına geri gelir. "Düşünüyorum, peki neden yazmıyorum?" dedim, işte böyle oldu. .

Etkilendiği Yazarlar:
Herşeyden ve herkesten etkilenirim. Ama isim gerekliyse, Ömer Seyfettin, Orhan Veli Kanık, Tolstoy ilk aklıma gelenler.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.