..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > İnceleme > Toplumbilim > Ali Osman Öztürk




22 Şubat 2002
Göçmen Edebiyatı Olarak Almanya Türküleri  
Ali Osman Öztürk
Almanya konulu türkülerin, Türk Göçmen Edebiyatı bağlamında değerlendirilmesini konu alan ALAMANYA TÜRKÜLERİ kitabından özettir.


:FAJD:
Göçmen Edebiyatı Olarak Almanya Türküleri*

Almanya’da yaşayan Türk işçilerinin sorunlarını dile getiren türküler üzerine şimdiye dek küçük çapta bazı çalışmalar yapıldı (bkz. kaynakça). Büyük ölçüde Türkçe yazılmış olmalarına karşın, son dönemde Almancaya verdikleri önemden ötürü, bu türkülerin, bugün Almanya’da önemli bir edebiyat kolu oluşturan “Göçmen Edebiyatı” çerçevesinde değerlendirilebileceğini düşünüyorum.

Almanya‘daki edebiyat eleştirmenlerinin, Türk Göçmen Edebiyatını özellikle ilk kuşakta (Fakir Baykurt, Aras Ören vb.) hep Türk işçilerinin yaşam koşullarını anlatan (daha çok sosyolojik) bir oluşum olarak görmeleri dolayısıyla, Almanya konulu türküler de en azından tematolojk açıdan bu bağlamda değerlendirilmeyi hak ederler. Zaten Türk Göçmen Edebiyatı da, edebiyat bilimciler arasında da henüz tam olarak tanımlanmış değildir. İki alan arasında elbette dolaşım olanakları bakımından, birinin yazılı diğerinin sözlü olması nedeniyle, önemli bir ayrım yapmak zorundayız.

Fakat (bir zamanlar Pertev Naili Boratav‘ın yüksek ve halk edebiyatı arasında işaret ettiği gibi) sözü geçen göçmen yazılı ve sözlü edebiyatın konularına bakıldığı zaman, çok büyük bir paralellik ve dayanışma olduğu görülür; bir yandan yazarlar, diğer yandan türkücüler kanalıyla söz yazarlarının her türlü konuya el attıkları ve üslup bakımından da (hiciv, eleştiri, kimlik sorunu, vb) benzer tavırları sergiledikleri bir gerçektir. Türk ve Alman kültürlerinin ilginç bir senteziyle ortaya çıkan yapıtların estetiği işte bu farklılıklarında yatmaktadır. Yazarların kendi kültürlerinden getirdikleri ile Batı kültüründen aldıklarını birleştirerek, Batı kültür sisteminden daha değişik bir kültür bileşimi oluşturdukları artık bilinen bir gerçek.
Popüler türkü metinleri, Türkçe olmaları dışında burada belirtilen hususların hepsini içermektedir. Geleneksel formlarda üretilen bu türkülerin tam bir Türkçeyle yazıldıkları söylenemez. Bir çok örneğin gösterdiği gibi, metinler zaman zaman Almanca-Türkçe bir bileşim sergilemektir.

Türkülerin 1972‘den itibaren gelişim sürecini irdelediğimizde, tespit ettiğmiz önemli bir husus da şudur; Türkçe başlayıp daha sonra Almancalaşan edebiyat metinlerindeki görece uyum yeteneği türkü metinlerinde de vardır. Yalnız bu süreç daha yavaş ilerlemektedir. Bugün Türk halk müziğinin ana unsur (değilse Rap parçalarda olduğu gibi, fon müziği) olarak ön planda olduğu popüler müzik üretimi, gittikçe Alman dinleyicileri de hedef alırcasına, Almancaya çevrilme ya da doğrudan Almanca yazılma aşamasına gelmiştir (bkz. örn Abdullah Eryılmaz). Yabancı işçi göçünün ilk gününden bu yana Almanların özlediği 'uyum', sadece yazılı edebiyatta, örneğin ikinci kuşakta, kendiliğinden gerçekleşmiş gibi gözükürken, uyum zorluğu içinde olduğu belirtilen ve yazılı edebiyata istekli ya da meraklı olmayan Türk işçileri ve türküleri de aslında uyum sürecine girmiştir.

Türkü metinleri büyük ölçüde kültür şoku gerçeğiyle dokunmuştur. Söz yazarlarının farklı kültürel kökenlerinin getirdiği başkalık, türkülerde bütünüyle yansır. Bu başkalık, özellikle etnomerkezci bir perspektiften bir üstünlük olarak türkü tematiğinin ardalanını oluşturur.
Bu yazımızın kapsamını, Almanya’da oluşan popüler türkü metinlerinin konularıyla sınırlı tutacağız. 1961’den itibaren Almanya’ya giden Türk işçileri daha çok gurbet ve dil sıkıntısı çekiyorlardı. İlk türküler de bu iki konu etrafında oluşmuş, geleneksel türkü metinleri, küçük değişikliklerle yeni durumlara uyarlanmış görünüyor. Erzurumlu Ama Âşık Hasan şu metni buna örnek:

Trenin yolları demir değil mi?
İşçiye verilen emir değil mi?
Sılaya kavuşmak nasip değil mi?
Mezarım yad elde kaldı neyleyim?

Âşık Hasan Yılmaz’ın "Bir mektup gönderdim Almanya’dan" adlı türküsü de, gurbette ölen bir işçinin yakınmalarını dile getirir. Dil bilmeme, halini anlatamama sorunsalı da bu türkülerden yansıyan problemlerden. "Geniş olur Almanya’nın yolları/ Nasıl iştir anlaşılmaz dilleri" (Âşık Hasan Yılmaz) gibi yakınmalar bunu gösteriyor. Zaman içinde Almanca öğrenip anadilini unutanların yakınması da son dönem türkülerde, geri dön çağrılarına bir gerekçe oluşturur:

Unutturdular sana ana dilini
Makinaya nikâhladık gelini
Çöktük aha bükecekler belini
Yurda dön hey bacım yurda dön yurda! (Âşık Kemteri).

Bu dil sorunu öyle büyüktür ki, Türk işçisi Almancayı kişileştirir ve onu bir düşman gibi görür:

Ulan Almanca germanca
Konuşup anlayamadım seni
Boğazımda laflar tıkanır kalır
Meister başlar dır dır dır. (Rıza Taner)

İşyerinde doğrudan muhatap olunan “Meister” (Ustabaşı), burada görüldüğü gibi, işçinin en çok yakındığı kişilerdendir:

Meisterin yüzü gülmez
İşçinin derdini bilmez
Yabancıyı Alman sevmez
(…)
Karakter sıfıra inmiş
İnsanlıktan geri kalmış
Yapmadıkları kalmamış
Hiç utanmaz meisterler (Mustafa Çiftçi).

Meisterlere yönelen eleştiri, dilde seçilen üslûpla da vurgulanır; dil artık argo/küfür düzeyinde kullanılır:

Almanya dedikleri
Domuzdur yedikleri
Bizi çok hırpalıyor
Meister inekleri
(…)
Âşığın dedikleri
Doldurduk gedikleri
Türkleri geri yolluyor
Hitler’in köpekleri (Âşık Metin Türköz).

Zamanla bulundukları ortama uyum sağlamaya çabalarken, getirdikleri kültüre ve hemşerilerine yabancılaşma olgusu gündeme gelir. Ne Almanlara ne de Türklere yaranamama, kimseyi memnun edememe handikapıyla karşı karşıya kalır, kendilerini cinsiyeti olmayan bir insan gibi görmeye başlarlar:

Yurdumuzda Almanyalı
Almanya’da yabancıyız
Bir garib vatandaşız
Ne kardeşiz ne bacı (A. Mahir Ofcan).

Yağmur Atsız "Bir adımız Alamanya beyleri/ Bir adımız Anadolu yabanı" derken, Derdiyoklar grubu: "Helmuth diyor pis yabancı/ Tuğrul diyor Alamancı" diye yakınır. Almanlardan gördükleri hoşgörüsüzlük, işçilerimizi üzen sorunlardan. Taze umutlarla gittikleri Almanya, bir düş kırıklığına dönüşür:

İçmeden olmuşum içimde sarhoş
Rüya mısın serap mısın söyle Almanya
İnsanlıktan yana içerin bomboş
Senin merhametin yok mu Almanya (Yüksel Özkasap).

İşçileri köle, Almanları köle tüccarı olarak nitelemeye başlarlar. Alman tarihine gönderme yapmaktan çekinmez, üslûpta pervasızlaşır:

Fikrin karıştırmak ise dünyayı
Hayvanat cinsinden suyun var senin
(…)
Biz insanız bize yular takarsın
Gördüm pek acayip huyun var senin (Âşık Metin Türköz);

hemşerilerine de uyarıda bulunurlar:

Çiftçi dön git sarıl kara sapana
Yeter köle olduğun Almana (Mustafa Çiftçi).

Yabancılara özel kanun çıkarılarak, Türklerin Almanya’ya gelmeleri önlenmeye çalışılınca, gurbet kahrı çeken işçilerin derdi gittikçe ağırlaşır. Kalkınmasına onca katkıda bulundukları Almanya’yı nankör sayarlar:

Yenilip yıkılan bir enkaz gibi
Yaratıp da tekrar kurduk sonunda
Bunca emeğimiz hiçe sayıldı
Ausländer raus olduk sonunda (Âşık Haydar Korkmaz).

Yabancılar kanununu çıkaran Helmuth Kohl ve Franz Josef Strauß’da bu eleştiriden paylarını alırlar:

Helmuth Kohl und Strauß
Wollen Ausländer raus
Biz de insan değil miyiz
Severek yaşamak varken
(…)
Şimdi bir de vize çıktı
Nice gönülleri yıktı
Gurbetçiler dertten bıktı
Gülerek yaşamak varken (Derdiyoklar).

Yabancılar kanunu Almanya’nın yalnızca nankörlüğünün değil, aynı zamanda güvenilmezliğinin de bir belgesi olarak görülür:

Uzun yıllar oynadılar oyunu
Bize çıktı yabancılar kanunu
Alın terimizin mükafatı bu
Yurda dön hemşerim yurda dön yurda
(…)
Kemteri halktandır halkın ozanı
Geç anladık bize kuyu kazanı
işte budur Almanya’nın düzeni
Yurda dön gardaşım yurda dön yurda. (Âşık Kemteri)

Geçmişten günümüze sözü edilen Türk-Alman dostluğunun boş çıkması Âşık Metin Türköz’ün keskin üslubuyla şöyle dile gelir:

Tarihten öğrettiler Türk-Alman dostluğunu
Sosyal anlaşmalarla gösterdi boşluğunu
Çoluk-çocuk perişan gör hayat hoşluğunu
Unutmak tabir mi ki şu Alman puştluğunu.

Sözde Alman dostluğunun ardından gelen yabancılar kanunu, adeta bir "tekme" gibi algılanır:

Sözüm ona çok severdi
Türk işçisi çok gut derdi
Postumuzu yere serdi
Alman attı bize şutu (Âşık Metin Türköz)

Almanya’da yabancılara uygulanan özel kanunlar, aynı zamanda Alman toplumunda görülen değişmelerin göstergesi olarak değerlendirilir. Adnan Varveren’in "Yüzümüze güldü durdu/ Bizi canevinden vurdu/ Son zamanlarda kudurdu/ Yuh olsun şu Almanlara" sözleri, ırkçı kundaklamalar, Türklere yönelik saldırılar bağlamında anlaşılmalıdır.

Derdiyoklar’ın "Yolculuk nereye Alman Efendi" adlı türküsünde, ev yakan Dazlaklar kadar, onları henüz “küçük çocuklar” diye hafife alan devlet yetkilileri de yerilmektedir.

Fırınlar yaktığın çağa doğru mu?
Yolculuk nereye Alman efendi?
Kasaplık yaptığın çağa doğru mu?
Yolculuk nereye Alman efendi?

Hitler de küçüktü sonra büyüdü,
Kurdu orduları aldı yürüdü.
İnsanlık üstünde kurşun eridi
Yolculuk nereye Alman efendi?

Senin tarihinde kara leke var,
Silmeye çalıştın bu güne kadar,
İster misin Nazizim dirilsin tekrar?
Yolculuk nereye Alman efendi?

Alman tarihine yapılan bu gönderme, gelecekte olabilecek gelişmeler hakkında şimdiden bir uyarıdır. Bu uyarı salt Türklerden gelmiyor, ayrıca Alman yazarlarının şiirlerinde de ifadesini buluyor. Ünlü Alman şairi Hans Magnus Enzensberger "Ayrıcalıklı Vukuat" başlıklı şiirinde kaygılarını, hiciv yoluyla dile getirir:

“İnsanları ateşe vermek yasaktır.
Kanuni bir ikâmet iznine sahip
insanları ateşe vermek yasaktır.
(…)
Federal Almanya’nın bekasını ve
güvenliğini tehdit etmeyen insanları
ateşe vermek yasaktır.
(…)
Bilhassa, boş zamanlarını
değerlendirme imkânlarından
yoksun bulundukları için
ilgili kanunlardan habersiz
ne yapacağını bilemediklerinden
dolayı ruhi bunalım geçiren
gençlere de, şerefine itibar
etmeksizin insanları ateşe
verme hakkı tanınmamıştır.
(…)
Herkes itiraz etme temel hak ve
hürriyetinden faydalanabilir.
İlgili dilekçeler yetkili makamlara
gönderilmelidir”            (Çev. A.O.Öztürk)

dizeleriyle insanı içermeyen yasaları, umarsız yargıyı ve basiretsiz politikacıları hicvetmektedir. Yani; herkes itiraz etme temel hak ve hürriyetini kullanabilir, oturma izni olmayan, Almanya’nın bekasını tehdit ettiğini düşündüğü insanları yakabilir. İnsanları yakan gençler, bunalım geçirmektedirler, bu da hafifletici bir nedendir. Gizlice basıp aralarında dağıttıkları “Yeni Alman Marşı”nda (“Das neue Deutschlandlied”), Dazlaklar, devletin bu zaafını farketmişler, Türklere yönelik düşmanlıklarını devletin bekasını tehdit üzerine oturtmuşlardır:

Almanca bilmem, ben Türküm, ama cebim hep dolu
Almanya herşeyin üstündesin, çocuk parası çok alâ
Çalışmaya ne hacet, yaparsın çocuğu, erkeklik öldü mü?
Almanya her şeyin üstündesin, ne de güzel bu türkü

Eyvallah Kızıllar, eyvallah Yeşiller, bizi getiriyorlar dile
Hıristiyan Demokratın vermediğini biz çoktan aldık bile
Seçim sandığına gidersek, elimizde seçmen kağıdı
Almanya herşeyin üstündesin, sen bizim olacaksın. (Çev. A.O.Öztürk)

KONU TARİHÇESİ
1972-1995 yılları arasında üretilen türküleri kronolojik olarak gözden geçirip, elde ettiğimiz konu tarihçesinde, dört aşama tespit etmek mümkün:

1. Aşama (1972-1975) Uyum Zorlukları
Bu aşamada sıla hasreti ve parçalanan aileler sorunu ön planda. Yeni ve yabancı bir toplumda, değişik yaşam koşullarına alışmak durumunda olan işçiler, dil bilmediklerinden, Alman arkadaşlarıyla iletişim sıkıntısı çekerler. Dil sorunu kolay halledilemediğinden, Almanya‘ya gelmek isteyenlere, sakın ola gelmemeleri öğütlenir.

2. Aşama (1976-1979): Kültür Karşılaşması
Burada „Öteki“ olan Alman‘ın yeme-içme ve davranış alışkanlıklarıyla tasviri, olumsuzlanması ve aşağılanması söz konusudur. Görünüş ve inancındaki farklılıklar vurgulanıp abartılır ve bunlar „Öz“ (Türk) kültür tek ölçüt alınarak, mentalitenin dışa yansıması olarak algılanılır. En çok eleştirilen kişilerden biri, 1970‘li yıllarda çevrilen bir filmin Türk kahramanı Şirin ise (çünkü, bir Yunanlıyla dost olup, bar-pavyon gezip, çıplak görünmüş, böylece Türk kimliğine ihanet etmiştir), diğerleri tarihi Türk-Alman silah arkadaşlığına ihanet eden Alman politikacılardır. Almanlara duyulan genel öfke, iş yerindeki Ustabaşı (Meister) na yönelir. Türk devleti, yurttaşlarının haklarını koruyamadığı, işçiler de dürüst davranmadıkları için sert eleştiriye hedef olurlar. Ailelerin birleşmesi ve Almanlarla yapılan evlilik sonucu oluşan problemler de ele alınır. Bu aşamanın önemli bir yanı, türkülerin geri dönüş umudunu (sosyologlar bunu „geri dönüş miti“ diye niteler) hala muhafaza etmeleridir. Bundan sonraki aşamalarda bu umut zayıflayarak kaybolur.

3. Aşama (1980-1990): İki Kültür Arasında
Yukardaki sorunlara; vize, gelecek umudunun zayıflaması ve iki kültür arasında karar vermek zorunluluğu eklenir. Özellikle çocuklar bundan büyük ölçüde etkilenirler; Almanca mı, yoksa Türkçe mi düşüneceklerini bilemezler.

4. Aşama (1990-1995): Almanya Acı Vatan
Türkülerin anlattığına göre, Almanya‘da yaşayan Türklerin büyük bir bölümü oraya yerleşmiş görünüyor. Ancak bu gönüllü değil, zorunlu bir tercihtir. Kendi devleti tarafından „döviz için satılmış ve kendi kaderine terk edilmiş“ olma duygusu, onları Almanya‘yı ikinci vatan olarak seçmeye zorlamıştır. Fakat burada da tıpkı Türkiye‘de olduğu gibi istenmedikleri, gizli ya da açık aşağılandıkları ve ırkçı saldırılara hedef oldukları için, yeni vatanı „ Acı Vatan“ olarak nitelendirirler. Yeni tarihli türkü ve Rap metinlerinde, dayanışma ve öz benliği yitirmeksizin uyum sağlama çağrılarının yapılması tesadüf değildir.

SONUÇ
Gözden geçirilen bu konu tarihçesi bize, türkülerin baştan beri işçilerin sorunlarına uyan bir tema seçtiğini, ve dolayısıyla hep aktüel sorunları ele almaya özen gösterdiğini kanıtlar. Bu türküler, ezgilerinde çoğunlukla hareketli, yani oyun havası türünde, ama didaktik içerikli ürünlerdir. Hiciv ve ironik üslubu benimserler. Görüşümce müzik ve dil üslubu arasındaki bu gerilim ve ayrıca somut içeriğin oluşturduğu kontrast çok anlamlıdır: Oyun havası ritmi ve hicivli ironik üslup, günlük toplumsal yaşamdaki bastırılmışlığa karşı özgüvenin pekiştirilmesi amacına hizmet etmektedir. Bunlar, türkülerin didaktik işlevinin en önemli unsurlarındandır. Kullanılan kaba (pejoratif) küfürlü dil de, bu bağlamda belli bir boşalım sağladığı ölçüde, anlaşılabilir görünüyor.

„Türkü“ kavramını ben burada ihtiyatla kullandığımı belirtmeliyim, çünkü araştırma malzemesini oluşturan türkü hazinesi, geleneksel anlamda ağızdan derlenmiş, yine geleneksel anlamda „otantik“ değil. Ancak, malzeme içinde folklorik ürünlerin varlığı bir yana, gerçekten (otantik = tedavülde, dolaşımda olduğu gibi) türkülerin „sözlü dolaşım“ olanakları içinde elde edilen ürünler araştırıldığı için ve daha da önemlisi, Almanya‘daki Türk folklorizmi (= satılan folklor), oradaki yeni kuşaklar tarafından artık „Folklor“ olarak algılandığından (bkz. Reinhard 1987: 83), bu metinler halkbilimsel olarak araştırılmayı hak ederler.

Veyis Güngör (1995), Haydar Avcı, Ursula Reinhard, Robert Anhegger, Mustafa Boz, Irfan Ünver Nasrattınoğlu (1997) ve Martin Greve (1997 ve 2000) gibi akademisyen ve bilim adamları, Almanya türküleri alanında makale düzeyinde katkıda bulundular. Ama bu ürünleri, bütüncül bir yaklaşımla, özellikle filolojik anlamda araştıran kapsamlı bir araştırma yoktu. Yayımladığımız „Alamanya Türküleri. Türk Göçmen Edebiyatının Sözlü/ Öncü Kolu“ (Kültür Bakanlığı Yayınları: 2717, Kültür Eserleri: 322) adlı çalışmamız, bu açığı büyük ölçüde kapatmaktadır. Ortaya konulan sonuç ve dökümlerin, sosyolojik analiziyle, bugün 2 milyon nüfusuyla Almanya‘da en büyük azınlık durumunda olan Türklerin, kültür değişimi, direnç noktaları ve kendine özgü yeni bir kimlik inşası hususları üzerine çok ilginç ipuçları vereceğini düşünüyorum.

KAYNAKÇA
“Das neue Deutschlandlied”. Beleg Nr. F 8331 aus dem Bestand des Deutschen Volksliedarchiv, Freiburg i. Br.

Anhegger, Robert: “Die Deutschlanderfahrung der Türken im Spiegel ihrer Lieder. Eine ‘Einstimmung’ ”. Gastarbeiterkinder aus der Türkei: zwischen Eingliederung und Rückkehr. Hrsg. von Helmut Birkenfeld. Beck’sche Schwarze Reihe, Bd. 262, München 1982.

Avcı, Haydar: “Almanya Gurbeti ve Türküleri”. Halk Kültürü, 5. Kitap, 1985/1, İstanbul 1985, S. 11-22.

Boz, Mustafa: Almanya’daki Türk İşçilerinin Sorunlarını Dile Getiren Türkü Metinleri. Bitirme Tezi [Abschlußarbeit], Konya 1996.

Eryılmaz, Abdullah: Gastarbeiterlieder. İşçi Şarkıları. Deutsch-Türkisch. Majör Müzik Yapım Ltd. Şti (Kaset)

Gözaydın, Nevzat: “Türkçenin Federal Almanya’daki Değişimi”. Türk Dili, Nr: 547, Temmuz 1997, S. 6-14.

Greve, Martin: Alla Turca. Musik aus der Türkei in Berlin. Hrsg. von Der Ausländerbeauftragten des Senats, Berlin 1997.

Greve, M..: „Kreuzberg und Unkapanı. Skizzen zur Musik türkischer Jugendlicher in Deutschland“, in: Attia, Iman und Helga Marburger (Hrsg.): Alltag und Lebenswelten von Migrantenjugendlichen., Frankfurt/M 2000, S. 189-212 = Verlag für Interkulturelle Kommunikation, Interdisziplinäre Studien zum Verhältnis von Migrationen, Ethnizität und gesellschaftlicher Multikulturalität, Bd. 11

Güngör, Veyis: “Batı Avrupa Türk Edebiyatı”. Türk Kültürü 38 (381), 1995, S. 11-16.

Nasrattınoğlu, Irfan Ünver: „Batı Avrupa‘da Yaşayan Türk Âşıklık Geleneği“. V. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Halk Edebiyatı Seksiyon Bildirileri, Cilt II, Kültür Bakanlığı Yayınları: 1867, Ankara 1997, S. 151-171.

Öztürk, Ali Osman: “»Song 2000' ve Türk İşçilerinin Yarattığı Türküler”. Konya Postası, 16 Mayıs 1996.

Reinhard, Ursula: “Türkische Musik: ihre Interpreten in West-Berlin und in der Heimat. Ein Vergleich”. Jahrbuch für Volksliedforschung, 32. Jg., Berlin 1987, S. 81-92.

Anadolu Ajansının haberi için bkz. http://www.ntvmsnbc.com/news/135655.asp

(*) Öztürk, Ali Osman: Alamanya Türküleri. Türk Göçmen Edebiyatının Sözlü/ Öncü Kolu, Ankara 2001 (= Kültür Bakanlığı Yayınları: 2717, Kültür Eserleri: 322). 302 sayfa. Resim ve Grafik ve tablolu.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın İnceleme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Çanakkale Türküsü Örneğinde Bilim ve Popül (Er) İzm
"Sen de Haklısın" Esprisinde Yatan Felsefe
Kediler Ölmesin
Stefan Zweig’ın “Cenevre Gölü Hikâyesi
Nesnesi Panter Mi Şiirin?
Erich Fried‘den Apolitik Şiirler
Luise Rinser'de İnsan Sevgisinin Temeli
Fakir Baykurt‘ta Türk ve Alman İmgesi Üzerine
Sadakat Bir Erdem mi Yoksa Araç mı?

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Nasreddin Hoca'nın Şiiri [Şiir]
Bir Şiirdir Yaşam [Şiir]
Hazan Günü [Şiir]
Rudolf Otto Wiemer [Şiir]
Anladım ki... [Şiir]
Sanal Bayramlar [Şiir]
"Göğsünün üstüne iki yıldız/gözlerinin üstüne iki öpücük" [Şiir]
Şair [Şiir]
Ezginingünlüğü [Şiir]
Sadece Dostlarıma [Şiir]


Ali Osman Öztürk kimdir?

Akademisyen, çevirmen, halkbilimci, karşılaştırmacı, eleştirmen.

Etkilendiği Yazarlar:
Bilimsel anlamda Wilfried Buch, Otto Holzapfel, Gürsel Aytaç; edebi anlamda Luise Rinser, Buket Uzuner.


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.