Zamanı gelen bir düşüncenin gücüne hiçbir ordu karşı koyamaz. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Bu dördüncü boyutta, hemen ilerisinde huşu içinde rabbine yönelmiş melekleri gördü Ayşe Hanım. Kimi kıyam halinde kimi rüku halinde ve kimide secde halinde melekler. Huzur içinde tam bir yönelişle yüce Allah’ın iradesine teslim olmuş, çeşitli renk ve görünüşlerde melekler tıpkı büyük annesinin çocukluğunda iken kendisine anlattığı gibiydiler. Bir keresinde. – “ Yavrucuğum , onların her birinin kendine özgü biçimleri ve renga renk koca , koca kanatları vardır. Onların cinsiyetleri bulunmaz. Hangi amaçla yaratılmışlarsa yalnız onu yaparlar. Dillerinde hep Allah’ın tesbihatı vardır.” Demişti kendisine. Bunun üzerine gözlerini kapamış zihninde hayalini kurmaya çalışmıştı. Meleklerden bazıları buraya ulaşmış ruhları karşılıyor, esenlikle bir üst tabakaya dek süren yolculuklarında onlara refakat ediyorlardı.Bazen üst katmanlarda kara alevli delikler açılıyor, buradan aşağılara doğru yanarak inen ruhların korku dolu çığlıkları işitiliyordu. Meleklerin bu ruhlara acıma duymadıklarını gördü Ayşe Hanım. Şefkat, merhamet, sevgi ve nefret gibi duyguların insana ait özellikler olduğunu anladı. Bu duygularla, yeryüzünde sorumluluğunun devam ettiği o ortamda insan, kendi rotasını belirliyor, yaratılış amacına uygun doğru tercihler, insanın ruh dünyasını olgunlaştırarak, duygusallığına en uygun kombinasyonları kazanmasına neden oluyordu. Olgunlaşan bu ruh, beklentilerden, kirliliklerden tam arınmış bir halde sevgiyle sadakatle yönelebiliyordu ilahi buyruklara. Bu anlayış düzeyi insana üstünlük kazandırıyor, yaratılmışların en seçkin konumuna getiriyordu onu. İnsandaki bilme ve anlama yeteneklerinin kudretini artık açık seçik görebiliyordu. Bu güç onu meleklerden daha üstün kılabilirdi. Peki insan ruhunda böyle köklü bir değişimi tetikleyecek, onu içinde bulunduğu aymazlığından kopararak, hayatında iken sırat-ı müstakime yöneltebilecek dinamikler bulunmakta mıdır? Yaşamına ait kesitleri bir kez daha gözden geçirmeye başladı Ayşe Hanım. Aradığı cevapları yine, henüz yaratılış kimyasının deforme edilmediği çocukluk izlenimlerinde buldu. Gerçi bu izlenimleri yeteri kadar sahiplenebilecek akli bir olgunluğa sahip değildi ama yaratılışındaki çocuksu masumiyet yinede esrarlı gerçekliklerin izlerini bulmasına neden olmuştu. Altılı, yedili yaşlarında ya vardı ya yoktu. Büyük babasının ardına takılmış, onunla birlikte mahallelerindeki Osmanlı döneminden kalma büyük eski bir camiye ulaşmışlardı. Dedesi şadırvanda abdest alırken o, avluda oradan oraya uçuşan güvercinlerin arasına karışıyor, merak dolu bakışlarla kuşların yerlere atılan yemleri gagalamalarını izliyordu. Bu arada büyük babasının artık ceketini giymesini, saygıyla ön düğmelerini ilikleyişini gördü. Yüzünde tatlı bir ışıltı vardı. İçeri girdiklerinde İhtişam içindeki kubbe çekti ilgisini. Alt kısımdaki pencerelerin renga renk ışıltılarıyla görkem kazanan vitrayları adeta büyülemişti onu. Buradaki atmosfer, imamın davudi sesiyle yaptığı tesbihatlar ve huşu içinde secdeye kapanan tek yürek olmuş inananlarla manevi bir boyut kazanıyordu. Sütunlardaki tablolar, kufi’den rıka’ya, sülüs’ten cülus’a uzanan, hat sanatının türlü, türlü nadide örnekleriyle bezenmiş türkuaz ve altın sarısı koreografiler, izleyenlerinin ta derinliklerinde adeta yeniden nakşediliyorlardı. Çıkışta büyük babasının gözlerinde görevini ciddiyetle tamamlamış insanların parıltısını görmüştü. Küçücük cılız elleriyle dedesinin ellerini tutmuş, güle oynaya evlerine doğru yönelmişlerdi. Kutsallığı olan mekanlar, Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa gibi yada Ashab-ı Kehf’in sığındığı mağara veya hz. Muhammed’in nübüvvete mazhar olduğu Hira Mağarası, insan ruhunun üzerinde ulvi tesirleri bulunan coğrafi alanlar olduğuna göre buraları acaba ötelere açılan birer pencere midir? Yoksa insan ruhunun kendi iç muhasebesini hızlandıran manevi telkin ve islah merkezleri midir?kim bilir? Hac farizasını yerine getiren insanların, mahşeri kalabalıklar içinde bir nevi ahretin provasını yaptıklarını söylemeleri boşuna değil demek ki.insan ruhu buralarda aradığı sükuneti bulabilir.Tıpkı Tur-i Sina’da Hz. Musa’nın inzivaya çekilerek ıssız gecelerde yüce yaratıcıya ait izleri arayıp bulması bunları gayet latif, hassas ruhunda imbikten geçirerek fıtratına mezcetmesi gibi dikkati nazarını ilahi aşkı yakalamaya çevirebilir.Bir Veysel Karani’nin yaptığı gibi kendi yalnızlığı içinde bir yolunu bularak öteler ötesini algılayabilecek bir basireti geliştirebilir.Yeter ki buna talip olunsun.Hani ‘ Sen destileri bir kır hele, sular nasılda bir yol bulur kendine ‘beyitinde açıklandığı gibi zahmetsizce amaca ulaşılıverilir.Yeter ki dağlarda vadilerde uğuldayan fırtınalar nasıl kainatın yüce varlığa yönelişinin serenomilerini sergiliyorlarsa, insanda yürekten dile dökülecek ilahi terennümleri seslendirebilmeli.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Aydın akdeniz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |