"Kirazlar ve dutların tadını çocuklar ve serçelerden sor." -Goethe |
|
||||||||||
|
Annemden kardeşlerimden ayrı kaldığım için üzgün olduğumu söyleyemem. Şimdi bulunduğum yerde mutlu olup olmadığı mı söyleyemediğim gibi... Mutluluk nedir bilmiyorum. Aslına bakılırsa böyle karışık kavramlara kocaman kulaklarım arasına sıkışmış kalmış beynimi de yormak istemiyorum. Karnım doydu mu, oynayacak bir şeyler buldu mu, bir de çok sık olmamakla birlikte tüylerimi sürtüp bırakabileceğim sıcak bir beden, yalancıktan dişleyebileceğim, tırmalayabileceğim bir el oldu mu yetiyor bana. Beni eline alıp üstünkörü okşadıktan sonra bir karton kutuya atmak istemişti. Celimsiz bedenimin ne denli güçlü kaslarla çevrilmiş olduğunu bilmiyordu gafil. Kapaklarının arasından zıplayıp kutudan çıktım. Saklandığım yerden arada sırada da olsa bana yiyecek bir şeyler veren kişilerin yardımıyla çıkarıldım. Yeniden onun sıcak avuçlarının işindeydim. Başımıza toplanan kalabalıktan saçma sapan öneriler geliyordu. Sonunda beni, içinde az önce beni içine koymaya çalıştığı karton kutu da olan bir yere hapsetti. Az sonra da içinde bulunduğum yerle birlikte hareket etmeye başladık. Miyavladım. Sesim şimdi olduğu denli güçlü çıkmıyordu. Çok da umrumda değildi nereye gittiyim. Annem kardeşlerimle birlikte bizi emzirirken yakında birbirimizden ayrılmamız gerektiğini söylemişti. Minik patilerimin tırnaklarını tüylerimin arasına gömer annemin pek de verimli olduğunu söyleyemeyecegim memelerine bastırırdım. Annem annem diye bahsediyorum ama size daha onu anlatmadım. Benim annem sokaklarda sürtüp duran bildiğiniz kedilerden biriydi. Bizi doğuracağınızı anladığında bula bula her yanı kötü kötü kokan o hangarı bulmuş. Yiyecek ne bulmuşsa bulmuş bizi doğurmuş. Ben ayaklanıp da ortalıkta dolaştığımda yiyecek bir şey bulamamıştım. Annemin arada sırada dişlerinin arasına takıp getirdiği kuyruklu şeylere ise, yanaşmaya korkuyordum. Annem kıpırdayacak hali kalmayan kuyruklu avlarını önümüze atıverirdi. Henüz hafif hafif kıpırdayan kuyruklarıyla oynamaya bayılırdım. Kardeşlerimden ikisi, içinde yaşadığımız hangar gibi kapkaraydı. Pek nazenin olan kardeşiminse tüyleri açık sarı... Ben, annemin getirdikleri kuyruklulara benzemişim. Sanrım bize hamileyken, annem onlara özenmiş, yakaladıkça onları yemiş. Beni onlardan nasıl ayırt ettiğini halen anlamış değilim. Beni getirdiği yerde karanlık bir yere kapamıştı. Yukarlardan bir yerden sular damlıyorlardu. Yere çarpan her su damlayısla kocaman kulaklarım seyirip duruyordu. Onun, beni tanımaktan ne kadar uzak olduğuna bir kez daha şahit olmuştum. Üstelik bu seferinde kimsenin aklına da uymuş değildi. Kocaman bir kabın içine su doldurmuştu. Üstünde baloncuklar uçuşan suya beni soktuğunda canhavliyle elini tırmaladım. Canı yanmış olmalı . Bağırdı. Islanıp birbirine yapışan tüylerime o baloncukları sürmeye çalışıyordu. Kulağıma eğilip bak cici olacaksın kes sesini dedi. O anda dudaklarının tırnaklarımla yırtabilirdim. Yapmadım. Beni o kabın içinden çıkardığında silkelendim. Bak ne güzel tertemiz oldun diyordu. Onun temizlikten ne anladığı yanaştıkça burnumun direğini sızlatan kokusundan belliydi. Benim dilimle tüylerimi yalayarak yaptığım şeydi temizlik. Tüylerimin yapış yapış ıslanması değil. Ona inat ıslak tüylerimi yaladım. Günlerce tüylerim döküldü. Kulağıma eğilip Kamo diye bağırdığı günden beri beni yanına çağırırken bu sözcüğü tekrar ediyor. Oysa biz kedilerin evrensel cağrılmaya yöntemi var. Gel pisi pisi demesi onun yanına gitmeme yeter. Yeni yerimde yemekten yana derdim yok. Dişlerimin arasında kıkırdatarak yediğim bir şeyler veriyor bana. Bir kabın içine koyduğu kuma soktu beni . Belli ki bana tuvaletimi yapacağım yeri göstermeye çalışıyordu. Ben, inatla onun üstündeki tuşlara parmaklarıyla vurup durduğu kapağı açılmış kutu görünümlü kara şeyi koyduğu masanın altına tuvaletimi yapmaya devam ettim. Gün boyu o masanın önüne çektiği sandalyede oturup duruyordu. O kara şeyin tuşlarına basarken sanki dünyanın en önemli işini yapıyordu. Gözlerini kara şeyin parlak beyaz camına dikip tuşlara parmak uclarıyla vurup duruyordu. Benim tuvalet olarak masasının altını seçtiğim için alınmış gibiydi. Kum dolu kaba yaparsam pisliğimi, rahatlayacaktı. Biliyorum. Onu umutlandırmak için kabı kokladım, kokladım... Masanın altına pislemeye devam ettim. Alıştığımdan olacak kokuyu burnuma eskisi kadar kötü gelmiyordu. Koltuğununaltına burnumu dayayıp hırıltılar çıkararak uyuklamaktan büyük keyif almaya başlamıştım. Hazdan gözlerimi yummuş, etli parmaklarımın ucundan minik hançerler gibi çıkan tırnaklarımı etine batırıyor, canım çektikçe beni okşayan ellerini hafifçe dişliyordum. Hiç de canını yakmayacak şekilde yaptığım bu hareketler onu kızdırıyor, beni bulunduğum yerden aşağı atıyordu. O tırnaklayışların, dişlemelerin bir ayinin vazgeçilmez öğeleri olduğunu anlamıyordu. Çoğu zaman tek başımaydım. O beni bırakıp gidiyordu. Güneş yüzünü göstermeden gittiği günün ardından iki üç güneş dönümü gelmediği oluyordu. Artık onu daha fazla üzmemek için kum kabına beceriyordum. O, giderken kum kabının yanındaki üç gözlü tasa o çıtırdak şeylerden koyuyordu. Her gün için aynı miktarda yiyeceğimi hesaplıyordu. Bunca gün bir arada olmamıza karşın hala beni tanımamakta israr ediyordu. Dönüp de geldiğinde çokcası o çıtırdak şeyleri bitirmediğim oluyordu. Canım çekmiyordu. Yapayalnız kaldığım günler boyu onun ayağından çıkartıp attığı garip kokulu şeylerle oynayıp duruyordum. Karnımın ortasına yatırıp durduğum sönüp gitmiş ayak parçasını tekmeliyor, dişliyor... Onunla birlikte yuvarlanıp duruyordum. Yanımda sarı tüylü nazenin kardeşim olsa ne iyi olurdu. Onun ambar tozuyla karaya çalmış tüylerini yalardım. O da benim garip kokulu tüylerimi... Benim o baloncuklu suya soktuğundan beri tüylerimi yalamaya kalktığımda içim kalkıyordu. Tüylerimin yaşadığımız ambarın kokusuyla tütsülü olduğu günleri özlüyordum. Onun kardeşimi alıp getirmesini istiyordum. Kardeşimin sarı beyaz, tüylü bedenini sarı gözlerini gözümün önüne getirmeye çalışıyordum. Zorlanıyordum. Onu düşüncemde canlandırıp, yanıma çağırıyordum. Biliyordum beni evine alıp getiren O, akılsız adamın yanına yanaşsa, bacaklarına sürtünse onu alıp benim yanıma getirecekti. Onu düşüncemle yönlendirmeyi denedim. Bunu başarmayı umuyordum. Aklım takılıp kaldığı yerde gözlerimin kendiliğinden kapandığını anımsıyorum. Hangarın derinliklerinden homurdanarak, boynuzlarını yere sürterek ilerliyen, kısa tombul tekerli kocaman şeyin acı acı haykırışına uyandım. Kara kardeşlerimden birinin parçalanmış bedeni yere yayılmıştı. Etrafını saran kardeşlerimin kirden, pislikten solmuş tüyleri, cılızlıktan, kemiklerini bir torba gibi sarıyordu. Zapzayıftılar. Annem de herzamanki gibi kurumuş kalmış haliydi. Kardeşlerimle aynı batımda doğduğumuza bizi bilmeyen biri kesinlikle inanmazdı. Ben onlara göre çok daha cevandım. Nazenin kardeşimin gözlerinin kenarına kara yağlı sürmeler birikmiş gibiydi. Kuyruğumunun bitim yerine bir ok saplanmış gibi silkindim. Tüylerim kabarıp kalkmıştı. Dilim damağıma yapışmıştı. Ağır ağır kum kabımın durduğu yere ilerledim. Üçlü kabın önünde isteksizce durdum. Canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Damağımı dağlayan dilim ağzımın içinde büyümüş kalmıştı. Kenarları tırtıklı su kabına yanaştım. Dilimini çukurlaştırdım. Kabımdaki suyu yudumlayacakken içim bunaldı. Dilimin ucuyla yerde birikmiş su damlarını süpürdüm. Aklı aklıma uymasa da koltuğunun altına yanaşıp hırıdayarak uyuyabildiğim biri olduğu için şanslıydım. Her ne kadar ben bunu ona önem verdiğim yapıyordumsa da onun oturup durduğu masanın altına pislemekten vazgeçmekle iyi etmiştim. Artık onun koltukaltına ıslak burnumu sokup uyurken tırnaklarımı oturduğu koltuğun koluna hafifce batıracaktım. 2007
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hardal Biber, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |