..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Paul'un Peter hakkında söyledikleri, Peter'den çok Paul'u tanımamızı sağlar -Spinoza
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Özgürlük ve Eşitlik > Emine Pişiren




19 Ocak 2010
Çok Üşüyorum Fazla Battaniyen Var mı?  
Emine Pişiren
Mahkûm arkadaşım ve koğuş arkadaşlarının bir umudu vardı. Kandil’den gelen ve pişman olan teröristlerin tutuklanmaları halinde erken tahliye olacakları umuduydu. Basından gelen her yeni haber onların özgürlük hayallerine her gün bir “şafağa az kaldı” çentiklerini atmalarını sağlıyordu. Ama nerdeee?..


:BJEB:


-Emine Abla, yarın cezaevi görüşmesine gidiyorum, dostumuza ileteceğin bir şey var mı?

- Selamımı söyle canım. Elimden bir şey gelmiyor, Allah sabır versin. Para verebiliyor musun?

- Evet, bende battaniye ve yorgan götüreceğim. Çok üşüyormuş. Dün telefon etti, "çok üşüyorum fazla battaniyen var mı?" diye. Artık tek kişilik yatağına da kavuşmuş, sesinde sevinç vardı.

-Anlamadım!.. Daha önce çift kişilik yatakta mı yatıyormuş, bu ne lüks!?

Acı gülüşler…

-Nerdee ablacığım! Sen İmralı’da yatan Apo mu sandın? Bir senedir tek kişilik yatakta nöbetleşe yattılar.

-Aaa! Ne demek o?

-Ya, hiç sorma. Neler çekti garibim. Üşütmüş de…Böbrekleri iltihaplanmış…Gece yarısına kadar biri, sabaha kadar da diğeri sırayla yatmışlar. Yatak yokmuş.

-Var mı böyle ceza evi ya?

-Var abla. Havran Ceza Evi. Gece üşüdüğünü söyledi, telefonda. Yattığı yer pencere kenarıymış. Üstelik camı da kırıkmış. Çerçeveleri de bir parmak aralıkmış. Gece çok soğuk giriyormuş. Battaniye gerecekmiş, ayaz girmesin, diye içeri.

-Allah Allah!.. Öyle şey mi olurmuş!.. Cezaevi yönetimine versin bir dilekçe.

-Abla sen ne diyorsun? Yemeklerini bile kendileri pişiriyorlar, olmayan da borç yazdırıyormuş, tahliye olunca o borcu ödeme zorunluluğu var.

-Hoppalaa! Yani devlet mahkûma yemek vermiyor mu? Bu nasıl şey yahu!.. Dostumuzun çeki karşılığı çıkmadı diye mi bütün bunlar?

-Ya sorma hiç sorma… İki hafta gitmedim de içim acıdı. Gardiyana borç yazdırmış hep. Sigara, ekmek, şeker, çay vs…

- Hadi sigara özel, kişinin zevkidir. Ekmek ve çorba da mı vermiyor ceza evi?

-Vermiyormuş abla. Ben onu tam bir buçuk sene ziyaret ediyorum. O da elimden geldiğince işte…
Kirlilerini alıp, bir karton sigara alabiliyorum… Neyse az kaldı be ablacığım, şubatın ilk haftası çıkacak.

-Yahu, bu adam, cinayet işlemedi… Askere kurşun sıkan bir terörist değil. Abdi İbekçi cinayetini gerçekleştiren bir katil zanlısı da değil. Ne Hırant Dirk ne de Papa’ya suikast düzenledi. Alt tarafı 20 bin TL. Çeki gecikmeli ödeyecek oluşu ile özgürlüğü kısıtlandı. Peki, bütün mahkûmlar mı bu şekilde?

-Evet, abla, diğerleri de aynı durumdalar…

Komşum ile aramızda geçen bu konuşma sonrası Türkiye’deki ceza evlerini kısaca bir araştırdım.
Türkiye’de 384 cezaevi var ve kapasitesi 97 bin kişi. Temmuz ayının verilerine göre bu cezaevlerinde yatanların sayısı 112 bin 450 tutuklu ve hükümlü var. Kısacası hınca hınç dolu olan cezaevleri şişmiş durumda ve obezleşmiş durumdadır. Bu yetmezmiş gibi, koridorlar, merdiven altları, kapı arkalarına dahi yatak ve şilte atılmış durumda…

Bir yatakta 2 ve 3 mahkûm nöbetleşe yatmakta ve yemeklerini ellerindeki maddi imkânlarla yemektedirler. Tuvaletlerin hijyenik olmayan görüntüleri, koğuşların rutubetli ve havasızlığı, normal bir insanın kalamayacağı cezaevleri şartlarının bu hali içler acısı…

Mahkûm arkadaşım ve koğuş arkadaşlarının bir umudu vardı. Kandil’den gelen ve pişman olan teröristlerin tutuklanmaları halinde erken tahliye olacakları umuduydu. Basından gelen her yeni haber onların özgürlük hayallerine her gün bir “şafağa az kaldı” çentiklerini atmalarını sağlıyordu.
Ama nerdeee?.. Hayallerine su döken haber tez gelmişti.

Zılgıtlarla, zafer işaretleriyle sınırdan giriş yapan PKK teröristlerine seyyar mahkeme anında kurulmuş, sanık durumundaki, Mehmetçiğin kanına bulanmış postallı katiller o anda tahliye edilmişlerdi.
Adaleti dengesizce dağıtan ve sağlayan şimdiki siyasi yönetim cezaevlerindeki mahkûmlarımızı sükût-u hayale uğratmıştır.

Peki, AB standartlarına uymuyor diye İmra’lı canavarının yenilenmiş, klimalı, son model beş yıldızlı 12 cm daha küçük, diye çığırtkanlığına ne demeli? Hem de beş milyon dolara mal olmuş lüks bir ceza evinde yatmak için 30 bin masum Türk insanını mı öldürmek gerekiyor?

Bu nasıl adalet, bu nasıl sağ yönetim sistemi?
Anımsıyorum da Cem Uzan mikrofonlarda “Allahsız- Kitapsız” diye mitinglerde konuşmuş, konuştuğuna pişman ettirilecek bir tutuklama ve iflaslar peş peşe ardından gelmişti. Son konuşması da “Daha canım acımadı” diye kulaklarımda sesi, iz bırakmıştı.
Osman Bey, Gaziantep semalarına haykırmıştı.

“Meşe ağacı nerenize girdi sayın… Ha… S…r!” diye, ağzımız bir karış açıkta kalmıştı.

Ben şimdi dünyada ilk siyasi bir başkanın siyasi bir başbakana görsel basın ve medyanın önünde cüretkârca, pervasızca, fütursuzca, şovenist bir silahşor gibi beden diliyle ve sözle hakaret etmesini “dünya rekorlar kitabına” geçeceğini düşünüyorum. Bu hakareti sıradan bir vatandaş söylemiş olsaydı, yanına kar mı kalırdı? Kim söylemiş?

İmralı canavarına “Sayın…” Diye hitap eden bir belediye başkanı söylemiş…

Ergenekon adı altında, içeride hala “suçumuz ne” diye dava gününü bekleyen Atatürkçü, Cumhuriyetçi, öğretim, ilim ve bilim adamlarımızın cezaevlerindeki durumuna AB neden ses çıkartmıyor?

Duyduk ki Apo yenilenmiş cezaevi şartları değişene kadar “dışarı çıkmama, konuklarla görüşmeme” eylemi yapacakmış.
Rahmetli doktor abim Sedat İçgören’in bir şiir kitabı vardı. Adını “HA… Sİ… BO…” diye isimlendirmişti.
Şimdi avazım çıktığı kadar hecelemek istedim ama almış olduğum terbiye izin vermedi. Ben en iyisi mi, bir dostumun e-mail ile bana ilettiği fıkrayı yazıp, sinir katsayımı düşürmek için meditasyona başlayayım.

“…Yıl 2050. AB Komisyon Başkanı odasında otururken, yardımcısı içeriye heyecanla girer:
- Efendim, Türkiye tüm isteklerimizi yerine getirdi. Onları AB'ye alacak mıyız?
AB Başkanı:
- Yok, canım, henüz olmaz. Git, duyur, tüm Türkiye İngilizce konuşacak, Türkçeyi yasaklıyorum.
- Efendim onu 5 sene önce yaptılar. Hatırlamıyor musunuz?
- O zaman söyle Kıbrıs'ı versinler…
- Efendim onu da 40 sene önce verdiler zaten...
- O zaman söyle Güneydoğu'ya özerklik versinler.
- Aman efendim, Türkiye'de Güneydoğu mu kaldı, 2020'de bağımsız devlet oldu ya orası zaten.
- O zaman söyle (sözde) Ermeni soykırımını tanısınlar.
- Efendim, sadece Ermeni soykırımı değil, Pontus, Yunan, Bulgar, Rus, Ukrayna, Moldova soykırımını bile tanıdılar, hatta Çanakkale savaşından dolayı İngiliz, Avustralya, Yeni Zelanda soykırımını bile tanıdılar ya… Nasıl unuttunuz?
- Hmm o zaman söyle kokoreç yasaklansın.
- Aman efendim, onu yemeği 2008'de bıraktılar
- İsa aşkına, ya ne bileyim? Kınayı yasaklayın, yakamasınlar.
- Ooooo Beyefendi. Hatırlayacaksınız… Cumhuriyeti el birliğiyle yıkınca toplu kına yaktılar. Kına bu sarfiyata dayanamayıp bitince de kına yakmayı bıraktılar yıllar önce.
AB Başkanı düşünüp taşınır ve;
-EEEE... ALMAMAK İÇİN BİR SEBEBİMİZ KALMADIYSA - DAĞITIN O ZAMAN
AVRUPA BİRLİĞİNİ...”


Sonuç:

Türkiye’deki cezaevlerinde yatmakta olan 112 bin 450 mahkûmun 3 bin 898’i kadın 2 bin 900’ü çocuk mahkûm varken; sayıları 50-60 binleri bulan, davaları görülmemiş tutuklumuzla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bir alay davanın kaybedilmesine neden oluyor. Ve Türkiye milyonlarca Euro tazminat ödemeye mahkûm oluyor. Peki, kaybeden kim, kazanan kim oluyor böyle bir durumda?

Aşağıya tükürsen sakal, yukarıya tükürsen bıyık mı oluyor?

Hayır efendim!..

Ananı öpen kadı efendi olursa, kimi kime şikâyet edeceksin ki?

İmralı'daki mahkumun “şartlar düzelene kadar” eylem yapacağını söylemesi karşısında, tüylerim sinirden diken diken olmuşken; halen tutuklu olan arkadaşımın "üşüyorum fazla battaniyen var mı?" sözleri içimi acıtmıştı.

Sevgi ve ışıkla


Emine Pişiren/Bursa
19.Ocak.2010



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın özgürlük ve eşitlik kümesinde bulunan diğer yazıları...
Entellektüel Kadınlar Nasıl Bir Erkek Arar?

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Değerli Yazım Dostumuz Sayın...
Yoksa Canınız Hoşaf mı Çekti?
Eh, Burası Türkiye
Her İkisi de Bir Şairin Asil Yüreğine Sahiptiler
Havada Bok Kokusu Var Baba
Hadi Yıkayalım Ruhumuzu!..
Kısa Kes Aydın Havası Olsun!..
Ee, Bal Tutan Parmak Yalarmış...
Yoksa Aklımız Firarda mı?
Bak Anne! Artık Gülebiliyorum.

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Adamdan Saymışız [Şiir]
Ah Ulan Istanbul! [Şiir]
7. Didim Şiir ve Şairler Buluşması [Şiir]
Çekinme Söyle [Şiir]
Yağmur Kuşu Suskunluğu [Şiir]
Hangi Dua İle Sana Gelelim? [Şiir]
İsterdim [Şiir]
Davetsiz Konuk - 1 - [Şiir]
Madem ki... [Şiir]
Git Demene Gerek Yok [Şiir]


Emine Pişiren kimdir?

Yazmayı, okumayı ve birikimlerimi paylaşmayı seven biriyim. Edremit'in yerel bir gazetesinin köşe yazarıyım. Bazı web sayfalarında da edebiyat adına paylaşımlarım yayınlanmaktadır. Sevgi ve ışık sizle olsun.

Etkilendiği Yazarlar:
Mehmet Emin Yurdakul, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Victor Hugo, Balzac, Leo Buscaglia, Eric Frrom, Irvın Yalom, Dale Carneige, Doğan Cüceloğlu, Haluk Yavuzer...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © Emine Pişiren, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.