Evimin her köşesini senin zevklinle donattım. Tıpkı bir şarkı bestelemek gibi dudaklarım ve yüreğim heyecanla doldu. Kimseler görmedi seni bu kadar sevdiğimi. Bir bardağa su doldurup içmek gibiydi içimi senin sevginle doldurmak. Suyun duruluğunda sen vardın. Karanlık kördü ve ben ışığı yaktım. Evim senin ışıltınla doldu. Ayla yıldızın yan yana gelmesi gibiydi seni evimde hissetmem. Gece yüzünün aksi vururdu duvarlara. Ben duvarları okşardım. Bu kadar seni içselleştirmiştim. Seni şimdi yüreğimden çıkarmak o kadar zor ki. Tıpkı damarlarımdan tek tek iğneleri çıkarmak gibi zor seni yüreğimden söküp atmak.
Mecnun Leyla’nın evini seyreder bacadan tüten dumana iç çekerek bakardı. Hayatım boyunca kimsenin dumanını seyretmedim ama seni soba borusundan kıskandım. Sen bir gece evime gelmiştin. Üşüyordun, titriyordun. Yanan sobanın borusuna dokunmuştun. O an ellerini kıskandım. O an ellerine düşmek istedim. Sonra beni koyup koyup gittin. Utanmadan sıkılmadan yalnız başıma evimin salonuna geçip o sobanın önünde iki göz iki çeşme ağlarken yazı yazdım. O yazılar eline hiç geçmedi. Çünkü sen başka sevgililerle el ele tutuştun. Çok meşguldün. Sen halının üzerinde yürürken, evim bir ödül törenine ev sahipliği yapar gibiydi. Ve elbette en kötü hediye olarak bir daha seni asla görememek oldu. Beni koyup koyup gittin. Bir daha kapımı çalmadın. Evim bana bıraktığın hapishanem oldu. Çocukken ağaçtan düşerdim. Bu yüzden hep yükseklerden korktum. Ve ben daha çok yükselmeyi değil, düşmeyi öğrendim. Kanadı kırık bir kuş bile olamadım çocukluğumda. Ağaç diplerinde dizlerim kanayarak acıya kök saldım. Anam koşardı yanıma canım derdi benim canım yanardı. Babam oğlum derdi yüreği ellerinde olurdu ve saçlarımı okşardı. Sonra saçlarıma kar taneleri yayıldı. Annem ve babam öldü. Yok oldu fotoğraftaki aile. Bu yüzden seninle bir aile olmak istedim. Ağaçtan düşsem tekrar, tekrar kanasa dizlerim, olmaz mı, yapamaz mıydım? Belki annem ve babam yine yanımda olurdu. Artık kanayan kalbimdi. Bu daha çok acıtıyordu. Ve yapayalnızdım. Beni koyup koyup gittin. Beni hem annesiz hem babasız hem de sensiz bıraktın. Ve yine elime kağıdı kalemi aldım. Şunları yazacaktım. Ne haldeyim, hala evlenmedim, evlenmeyi bırak düzgün bir sevgilim bile yok. Sonra vazgeçtim. Tıpkı senin benden vazgeçtiğin gibi. Sonra ellerimle kırdım bütün ağaç dallarını. Artık ne düşüyordum ne de dizlerim kanıyordu. Yüreğim ise bir sobaydı ve ihaneti tutuşturuyordu ve o sobanın borusuna artık başka eller dokunuyordu. Senin için aldığım albümde ben bir başkasıyla gülüyordum. Dağlarda koşan atlarla bıçak gibi keskin rüzgarlara meydan okuyordum. Kanatlarım yoktu ve eskiden ağaçlardan düşerdim. Şimdi atlar gibi uçarcasına koşmayı öğreniyordum. Nihayet büyümüştüm.