Acıyı elime bir ateş olarak verdiler. Dediler git, sevgiliyi yak ve kül et. Yanına varınca, baktım sevgili gülüşmelerde. Attım ellerimdeki ateşi o vakit. Koydum yüreğimin üzerine ellerini. Parmak uçlarıyla öyle bir tutuştu ki, kurtaramadım onu içimdeki aşk ateşinden. Bir cehennemdim ben, bir günah ise sendin. Senli yangınlarımın içinde, bir gözyaşı olrak bile yoktun. Bana öyle bir acı yaşattın ki, yangın bendim, ateş ise sen. Ey sevgili, sen bir volkandın ben ise yamaçlarında kurulmuş bir şehirdim. Ya her gün beni sarstın ya da her gün yakıp kül ettin beni. Kolay mı sandın her gün cehennem olmayı? Bir ateşin içinde aşk mektubu gibi yanmayı, kalem seni yaparken, kağıt seni yaparken, yüreğimi kelimesi kelime sana verirken, bir şiir kitabını çöpe atar gibi sayfa sayfa beni yırtıp atmayı kolay mı sandın? Kolaysa, dayan yüreğimdeki aşk ateşine ya da kül olup git hayatımdan. Nedir bu kadar acı? Sen anlamadın ağaca adını kazımamın ne anlama geldiğini. Dedin ki bana, yaprak yaprak dökül önüme. Sonra ezip geçtin beni. İşte sen anca bundan anladın. Acı çektirmekti senin aşka cevabın. Madem ki öyle dedim, öpüştüm onunla son defa. Dudaklarına değdirdim içimdeki ateşi ve cehennemi. Öyle yandı ki içi, şimdi anladım seni, yaşattıklarım için özür dilerim dedi. Bir daha da konuşmaya gücü yetmedi. Bir kuru ağaç gibi yandı her yeri. Dalları çatırdadı, kabukları tek tek koptu... Bedeninden çıkan sesler sadece bunlar oldu. Dedim alay ettin hep sen benimle. Acılarımdan rant sağladın gülüşlerine. Ben yandıkça sen güldün. Gülüşlerin zebanim oldu. Sözlerin ise, yüreğime hiç su serpmedi. Bir gün bile güldürmedin beni. Bana acı çektirmekten ne anladın.