Sen Benim Ellerimi Zayıflatıyorsun
Sen benim ellerimi zayıflatıyorsun.Her ne zaman sana ellerimi uzatsam, benim kolumu kanadımı kırıyorsun. Her ne zaman kollarımı sana açsam, boşluğu sarıyorum.
"Yarın, bitmemiş taslaklarımızın çeyiz sandığıdır." – Virginia Woolf (kurgusal)"
"Yarın, bitmemiş taslaklarımızın çeyiz sandığıdır." – Virginia Woolf (kurgusal)"
Sen benim ellerimi zayıflatıyorsun.Her ne zaman sana ellerimi uzatsam, benim kolumu kanadımı kırıyorsun. Her ne zaman kollarımı sana açsam, boşluğu sarıyorum.
Binlerce maske, sanki andropozlu bir kaldırımda yürüyorlar. İki bank, birkaç lamba ve vitrinlerle gençleştiğini sanan o kaldırımda, aşınmış taşları aşındırmaktan başka işe yaramayan adımlarıyla.
Size göre aşkın bir kokusu var mıdır?Varsa nedir?Bana göre mi?Bana göre vardır ve okuyunca hakvermeniz ihtimaldir!
Uzun süren gönül kırgınlığınız veya durup durup ağlamalarınız varsa tebdili mekânda ferahlık vardır. Şehrimizi ziyaretiniz menfaatiniz icabıdır. Hava değişimi size iyi gelecektir. Bir kere gelin burayı öyle seveceksiniz ki ayrılmak istemeyeceksiniz… Animatörler eşliğinde geçireceğiniz güzel günlerin tadına doyamayacaksınız. Tatili uzatmak isteyeceksiniz.
Biz ki acıya bağdaş kurmuş iki zamandık, susuşlara meyilli. Birbirine hiçbir zaman kavuşmayacak trenlerin tek suçlusuyduk. Sevdaya itham edilmiş romanların katili, yüreğinden sızan kanları susuz toprağa ifşa edilen iki hükümlüydük..Biz ki hüzne örülüydük..Sonra sırtlarımızı dayadık birbirimize. Kalabalıkların arasına iki kırık bedenle yürümektense; bir kız çocuğuna renkli balonlar alma
Alevler sardı duygularını. Ağlayamadı, hiç ağlamadı zaten korktu gözyaşlarından, yanmak istediği ateşi söndürürler diye. Sadece derin bir nefes aldı ve verdi. Alevleri çoğaltan gardiyanları hareketlendiren bir nefes oldu.
..damarlarımızdan akan kızıl renge inat daha bir soluklanıyorduk aşk aşk… aklın yetmediği yerde şehirler kuruyorduk terk edilmişliklerimize. ağlamak, kızgın ateşlerin üzerine dökülmüş yağmur gibi kavuruyordu bilemediklerimizi…
Aşkım apansız göçeceğini hiç hesaba katmamıştı, bir anda gidiverdi, üstelik daha da çok gençti zamansız oldu ölümü. Yokluğuna alışmak hayli zor oldu seven kalbime ve ben daha buna inanamazken, kocaman bir yalnızlık bırakıldı ellerime “al bu sana aşkından miras kaldı” diye.
Bir büyünün dayanılmazlığıyla yeniden doğuşu hızlandıran bir his ! Unutulamaz, akıcı, hüzünsüz ve yenileyici anlar.. Bu ritim bazen yavaş bazen hızlı.. Bu akış bazen cana değer bazen kararlı !
Sesini duyduğumda, beklenen kendini gösteriyor diyorum. Ateşin yakıyor, yakmalı diyorum. Kalbin atıyor, atmalı diyorum.
Seni
Zannımca Nazım seni görüp yazmış olacak bu mısraları. Yoksa kainat senden güzel bir şey kabul eder mi kendine?
Şimdi bir yaşını doldurmaya az kalmış sevdanın koynunda,
Uzun bir yol oluyor cümlelerim..
Eskimiş şarkıları demliyorum yüreğimde..
Kucağımda Elif’in büyüme heyecanı,
Sana büyüyorum….
“ Üzgünüm, seni büyütecek bir denizim yok yürek toprağında..
Sıksan tenimdeki ter bulutlarını,
Tek bir umut bulamazsın sana dair..
Unutma, ayaklarını bastığın yer kara iklimi..
………………
Hangi kışın karını, Haziran’a sakladın? Hangi beyazlıkla yüreğini akladın? Ben veremezken seninle yaşananların hesabını kendime, sen kendini kendi gözünde nasıl bağışladın? Zamanın sihirli silgisini hangi elinle yokladın? Sahi hep parmaklarımın arasındaydı parmakların... Hangi vakit becerdin de iki ayrı yüzü, iki yüzlülüğü avuçladın?
O gün görünürde yanan mektuplardı belki ama aslında yanan duygularımdı, sevgilerimdi, aşklarımdı daha ötesi yüreğimdi…
Ben yüreğimi yakmıştım o gün anlatabiliyor muyum?
Bir insan yüreğini ateşe atıp da sıradan bir değnekle karıştıra karıştıra yakar mı?