Ayn, Şın ve Kaf
"...Sadece Sevdiği kişiyle olmak ve hayata bir çelme takmak istiyor. Kuşlar gibi kanat çırpmak istiyor göklere, çocuklar kadar şen olmak istiyor, anla Sevdiğim AŞK’ı yaşamak istiyor bu beden..."
"...Sadece Sevdiği kişiyle olmak ve hayata bir çelme takmak istiyor. Kuşlar gibi kanat çırpmak istiyor göklere, çocuklar kadar şen olmak istiyor, anla Sevdiğim AŞK’ı yaşamak istiyor bu beden..."
Ne zaman seni düşündüm ve buldum; gözüm gönlüm aydınlandı, sende kendimi gördüm, yine yarınım sen oldun ve bende sen!
Uzun zaman oldu "siz", "sen" olalı yüreğimde... Belki de bu yüzden anlamazlıktan gelirsiniz yine; ama bu yazıdaki "sen", "siz"siniz...
Sen yoksan neyleyim çiçeği, denizi, gökkuşağını.. neyleyim sırmalı köşkleri içinde sen yoksan...
Ben seni hiç sevmedim ki… En lezzetli halinde erirken dilimde, çekirdeğindeki acının tadını hissettim istemeye istemeye. Yaralı bir attı umut; yaşatmak için mücadele etmek sanki bir suçtu. Bir kurşun uzaklığındaydı. Gez, gör, arpacık! Ve bumm! Öldürmek daha kolaydı! Acıya odaklı sevdalarda, aşk yüreğe çok uzaktı. İşte bu yüzden
Bütün bulutlara sana dair sevdamı yükledim,üzerine sağanak sağanak yağsın diye.Bütün rüzgarlar aşkımızı taşıyor.Yarınlara dair tüm umutlarımı senin gamzelerine gömdüm,her gülüşünde ortaya çıksın diye…
Ya benimle yaşarsın ya da ölümü koluna takarsın demiştim! Seni kabirde de sıcak tutarım yanıma uzan... Kuş kafesi, dert kümesi, hüsran kefesi... kalbimiz artık huzura mekan. Hey gidi koca dünya; bize ev sahipliği yapamadın ya utan!!!
Ne çabuk unuttun gözlerinden izlediğim denizi ? Ne çabuk bitirdin sana olan sevgimin büyüklüğünü..Ben sana dua genişliğindeki kadınım demişim…Bırakır mıyım seni, ölmedim daha..Öl(e)medim. Daha da ölmeyeceğim..Gözlerine bulutların özgürlüğünü bırakmadan koşmak yok babama..Daha da bitmeyeceğim..Ellerine Cennet çiceklerinin kokusunu hediye eylemeden varmak yok Elif/imize….
Ey gökyüzünü gözlerinden kanatlandığım,
Yüreğimdeki kor soğukluğu nereye sığdırsam eliflenmiş duygularımın asmalarına tutunup Her gece gözlerim buğulanırken isbahın fısıtltısıyla sesleniyorum sana.....
Erguvan rengi bir pelerin bu gece üzerimde... İmparatorluk moru de istersen. Gücün, kudretin, kuvvetin simgesiymiş bir zamanlar firavunlar diyarında... Hayallerimde sarıldım sımsıkı mor bir düşün düşüncesiz düşmanlığına... Hem düştü hem düşmandı. Mor, düş ve düşmanlık sarhoşluğumda cılız adımlarla boş sokaklarda sallandı...
Devrildim öylece..
Kalbimin sağına seni,
Soluna hayatı alıp özledim öylece..
Sonra da sana sarılırcasına cümlelere sarıldım.
Cümleler aktıkça yüreğimden..
En son bir pazartesi sabahıydı seni görüşüm. Ve bittiği gündü o gün. Bilseydim o gün sana daha çok sarılırdım, kokunu benliğimle tanıştırırdım. Kokuna hasretim, sesine, tenine... En çok da neyi biliyor musun? İyi ya da kötü her anımızda binlerce sevgi sözcüklerini bir köşeye atıp söylediğimiz o "CANOM" kelimesine...
Hasretin debisinde boğulmaya hükümlü, intihara zorladığın, ateşe verilmiş, sayfalar dolusu kadınlığımı; külleriyle sovuryorum denize... Akıntıya kapılan zerreciklerim, belki bir gün bulaşır eline, yüzüne, tenine...