• İzEdebiyat > Öykü > Varoluşçuluk |
21
|
|
|
|
Gözlerimi tam anlamıyla açamadığım gibi, bilinç yönündende başka dünyalardaydım sanki. İçimden zaman zaman, yerimden kalkıp pencereyi kapatmam gerektiğini belki yüz kere tekrar etmiştim, ama uyku daha ağır basıyordu gibi. Arada sırada göz kapaklarımı bir açıyor bir kapatıyordum, işte tamda o esnada Anna'nın karşımda duruyor olduğunu fark ettim. |
|
22
|
|
|
|
yıllar önce aynı eller aynıkaşağıyla benim saçlarımı tarıyordu diyerekten ahde vefa bekliyordu |
|
23
|
|
|
|
mersinde yayın yapan yerel gazete izlemgazetesi köşe yazısı |
|
24
|
|
|
|
Umut hep vardı.mecburen var olacaktı. |
|
25
|
|
|
|
kirli dudaklarım yutacak seni sonsuza kadar.iki adet günbatımı manzarasına takacağım gerdanlığını. |
|
26
|
|
|
|
Varmısın ki bir hiç oldun?.. |
|
27
|
|
|
|
sağ gözümdeki o çıldırtıcı ağrı başlamıştı yine.adımlarım da yavaşlıyordu.yolun sonundaydım ve evim görünüyordu küçük bir iz gibi. |
|
28
|
|
|
|
Ve ki!
Sen olmayansın
Bitsin ileriye dönüşler
|
|
29
|
|
|
|
İteklemesiyle açılıyor kapı. Eve uzanan yolda ıhlamur kokusu, çok sever. Çayını değil de kendisini. Koca birer ağaç olmuşlar şimdi. Dolgun tanelerde dolaşan elleri “ Haticeee!” haykırışıyla utanıp kavrıyor valizi. Yüksek topuklar zeminde sendeleniyor. “ Patlama geliyorum.” Baş başa vermişte gelişinden habersiz çekişip duruyorlar. İnatçı iki keçi gibiler. Anası başlamasın bir kez, söyleniyor yine “ütüsüz pantolon giymezmiş şu yaşta.”
Vızıltılar perde olup örtüyor mahremiyeti. Bahçenin her yanındalar, en çok salkımlarda. Uğuldayan saydam kanatları ile göğün maviliğine dalıyorlar. Ağaç kovuğu, bir kaya dibine ulaşana dek öylece uçacaklar.
|
|
30
|
|
|
|
beyin hücrelerim teker teker vefat ediyordu.ortalık cenaze töreninden geçilmiyordu. |
|
31
|
|
32
|
|
|
|
Tecavüz ve onun bir olgu olarak Türkiye'deki görünümlerine dair bir öykü? Utancın öyküsü |
|
33
|
|
|
|
Kendi ölümümüz; hayatımızın nihayeti, yeni bir hayatın alâmeti, veya yalnızca bir merhale, teşekkül, transformasyon olacaksa... başkalarının ölümü bizim için ne ifade eder? |
|
34
|
|
|
|
Akşamları işten döndüğünde eşini oturma odasındaki halının ortasın da dizleri üzerinde otururken bulurdu. Yanından eksik etmediği piknik tüpü, halının bir ucunda durur, yerinden bir milim dahi kımıldamadan günlerce kalırdı orada. Hiç sönmeden kısık ateşte yanan tüp, gün içinde defalarca üzerinde çayın demlendiği odanın demir başlarından biri olmuştu. Piknik tüpün çevresinde ise yine ev halkının görmeye iyice alıştıkları, dağınıklığı tamamlayıcı birer unsur olarak; yarısı boşalmış bir tuz kavanozu, içinde bir kaç sürümlük kalmış margarinin bulunduğu, kırmızı baharatlarla öbek, öbek kirlenmiş bir kâse, ağzı açık, içinde bir kaç kilogramlık toz şekerinin bulunduğu bir çuval, odanın sağına soluna savrulmuş günlük gazeteler ve onlara ait bulmaca sayfaları yer alırdı. Akşam yemeğinde, divanın altına buruşturularak atılmış sofra yaygısı alınır, bulunabilen bir boşluğa serilir, bardaklara boşalan bayat çay ile birlikte, katık olmaksızın ekmeğe sürülen margarinler yenirdi. Derken, ilerleyen zam |
|
35
|
|
|
|
Adımları hızlanırken, nedir çilesi şu kadının diye düşündü. İlle de ütülü olacakmış giysileri. Ütüye kömür doldururken solgun parmakları sımsıkı kavrardı kırık ahşap sapı. Nasırlaşan avuçları bazı geceler yüzüne kapanırdı. Evden uzakta koca iki yıl. Neler değişmişti yokluğunda kim bilir? Topuk sesleri zeminde yankı bulurken vızıltılar bahçenin her yanında. Başının üstünde uçuşan saydam kanatlar göğün maviliğinde kararan beneklere dönüşerek vızıldıyordu. |
|
36
|
|
|
|
Hangi varoluş bu siteme kulak tıkayabilir. |
|
37
|
|
|
|
İçsel bir kavga.
İkilem ve tereddüt olarak bireyin zihninde vücut bulmuş bir kavga.
Öyle ki, gündelik ve küçük bir detaymış gibi görünen bu kavga, çoktan Mr. Ticktock'un yaşam konsepti haline gelmiştir. |
|
38
|
|
|
|
Kızın adı fitnat.Saçları kısacık |
|
39
|
|
|
|
O duymuyordu…Bu sorunu daha çocukluk yıllarında fark edilmişti. Yakın çevresine göre Adnan o yaşlarda bile sağırdı. Ailesi de aynı düşüncede sayılırdı. Evet o kesinlikle duymuyordu. Çocukluk arkadaşları ise bu durumu farklı yorumluyordu.Onlara göre o işine geleni duyan, işine gelmeyeni de duymayan bir insandı. |
|
40
|
|
|
|
Dumanı üstünde susamlı, çörekotlu güzelim ekmeklerden yayılan kokular konukların aklını başından alacaktır. Oraya karakol da kursanız, konuklarınızı kuru ekmek yemekten alıkoyamazsınız. Ama, yanılıp şaşıp da, masayı değme yemeklerle donattığınız halde, ekmekleri masaya koymamış olsaydınız, yemeklere kimse banmazdı… Zira, ekmek bizim soframızın ana direğidir. O nedenle, soframızdaki katıklar her geçen gün azaldığına aldırmayız. Peki, ekmeğimize el uzatıldığı zaman öyle mi? Ekmeğimle oynayanın hayatıyla oynarım, demez miyiz, ekmeğimize dokunulduğu zaman?
|
|