|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
Azmi, Bir Kadın, Bir Çocuk, Bir Bebek
İsa Kantarcı
Öykü > Aşk ve Romantizm
AZM, BİR KADIN, BİR ÇOCUK, BİR BEBEK
41 yaşındaki Azmi, hayvan tüccarıydı mutlu hayatında, sığır üretip satardı, bu işlerin içinde büyümüştü, babasının işi buydu, kurbanlık için da et ve et ürünleri üreten şirketler için. Köyde bir çiftliği vardı, tarlaları vardı. Ondan sığır
satın almak için gelen bir baba ve iki oğlu vardı, kamyonla, dört sığır satın almışlardı, asmanın altında çay kahve içmişlerdi,
Azmi müşterisi şişman adamı ve iki gen
[DEVAMI]
|
|
|
• İzEdebiyat > Deneme > Anılar |
341
|
|
|
|
Ne bayramlardı eski bayramlar, deriz. Dillerde pelesenk olmuş basit bir söz mü bu? Hayır, yürekten söylediğimiz bir hayıflanmadır. |
|
342
|
|
|
|
“Selam olsun aşkı yaradana, selam olsun âşık olana.” |
|
343
|
|
|
|
Gel ki ; Tüm bildiklerim bilinmez olsun... |
|
344
|
|
|
|
biçimsiz elleriyle
hiç çiçek tutmamış elleriyle
kasabalı kadınları çürüten adamlar |
|
345
|
|
346
|
|
|
|
Yaşamına aldıkların giderken senden de bir parça götürür |
|
347
|
|
|
|
BAŞKA TÜRKİYE YOK
Üç yıl önce Hedef Ecza Deposunun, Avrupa eczanelerini gezme ve görme kapsamında düzenlediği yurt dışı gezilerine katılarak Roma ve Madrid`e gitmiştim.İşin doğrusunu söylemek gerekirse oradaki eczaneler,çalışma şartları,ilaç veriş koşulları,iç dizaynları,v.s beni hiçmi hiç ilgilendirmiyordu.Bana ne Avrupalının eczanesinden,bana ne dizaynından,bana ne 5-6 eczacının birleşerek bir eczaneyi birlikte işletmesinden.Ben çevreyi görerek,Avrupa şöyle Avrupa böyle diye özenti içinde bol keseden sallayanların tezlerini doğrulamak veya çürütmek ama daha çok çürütmek çabası içinde idim.
İlk gezimiz Roma`ya olmuştu.Organizasyondaki bozukluk ve aksaklıklar yüzünden neredeyse 5 saat rötarla Roma`ya vardık.İner inmez otele gidip dinlenmeyi hayal ederken kısa bir şehir turunun ardından Vatikan`a gittik.San Pietro Kilisesini uzun kuyrukları aşarak gezdik ve kendimizi otele attık.Ertesi günde yürüyerek yapılan şehir turu ve eczane ziyaretlerinin ardından o pek meşhur aşk çeşmesine gidildi.Herkesin hayranlıkla seyrettiği bu yapılar ve etrafı çevrilerek korumaya alınmış taş parçalarına bakarken milletin malını ve tarihini nede güzel pazarladığını düşünerek kendi kendime hayıflandım.Yuh olsun bize ki bunca doğal güzelliğe,tarihi ve kültürel mirasa sahipken bırakın pazarlamayı sahip bile çıkamayıp kendi ellerimiz ile yok ediyoruz.AB ülkesi olmak için kendini paralayan ve bunun üzerinden oy toplamaya çalışanların çabasının boş olduğunu bir kere daha gördüm.Sebebini sorarsanız şöyle izah etmeye çalışayım,AB ülkelerinde hayat çok pahalı,yemek,giyim,kira fiatları el yakıyor.Bir küçük su 1 eurodan satılıyor,gelin hesabı siz yapın.Ben bunları söylediğim zaman,orada çalışanların maaşının ve hayat standartlarının yüksek olduğunu söylüyorlar ama bu yüksek maaş ve hayat standardı ancak belli kesimi kapsıyor,oralardada fakir ve gelir seviyesi düşük insan sayısı bir hayli fazla.Üstelik bizim ülkemiz tüm çalışanlarına standartlar üstü maaş verebilecek bir alt yapıya sahip değil.
Yemeğin pahalılığından söz etmişken hemen yemek konusunada deyineyim.İtalya, Akdeniz ülkesi olduğu için yemek kültürü bize çok yakın deniyordu ama bizimle uzaktan yakından alakası yok.Sabah kahvaltısında birkaç çeşit peynir ve domuz etinden yapılmış sosis,salam,jambon gibi bilimum gıdaların dışında hiçbir şey yoktu.En azından zeytin çeşitleri olur,ekmek ve zeytin ile karnımızı doyururuz diyorduk ama zeytinden eser yoktu.Aynı şekilde ana yemeklerinide domuz etinden ötürü yemezken geriye favori yemekleri makarna kalmıştı.Zaten her yemekte makarna mutlaka var,yanında o pek meşhur mozarella peyniri ile.Üç gün boyunca makarna yemekten içimiz dışımız makarna olmuştu.Hatta geldikten sonra iki ay kadarda hiç makarna yemediğimi hatırlıyorum.Adamlar,spagetti diye bildiğimiz makarnayı porsiyonu 15-20 liradan gayet güzel pazarlarken,bizler dünyanın en güzel ve en muhteşem mutfağına sahip olan bizler bunun pazarlamasını dahi yapamıyoruz.Canım yemek kültürümüzü pazarlayamadığımız gibi birde Fransız,Çin,İtalyan lokantalarında oranın lezzetlerini tadıp bununlada övünüp ortalarda dolaşan onların reklamını yapan akıllılarımızada diyecek hiçbir şey bulamıyorum.
İtalya,modanın merkezi olduğu için sırf alışveriş amaçlı turlar düzenlendiği bile olur.Bizde bunu düşünerek alışveriş yapmayı planlamıştık ancak fiatların aşırı yüksek olması hevesimizi kursağımızda bıraktı.Orta halli çin malı bir ayakkabının 50-60 euro,kendi markaları olan bir ayakkabının ise 300 eurodan başlayan fiata sahip olduğunu görünce hiçbir şey almadık.(euro o sırada 2 lirayı geçmişti)Ayrıca alışveriş merkezlerinin bulunduğu bazı geçiş noktalarında yolların kazılarak çalışma yapılıyor olması ne yalan söyleyeyim bana ülkemizi hatırlattı.Bizdede her seçim öncesi ve sonrası o yollar nasibini mutlaka aldığı için alışkın olduğumuz bir manzara idi ama AB ülkesi bir başkente yakışmıyordu.
Bizim gittiğimiz dönem,AB ülkelerinde sigara yasağı uygulanıyordu.Dikkatimi çeken halkın bu yasağa titizlikle uyması,uymayan yabancıları uyararak yaka paça mekandan dışarı çıkarmasıydı.Yabancı bir ülkenin uyguladığı kurallara hassasiyet gösteren insanımız kendi ülkesinde bu hassasiyeti niye göstermez anlayabilmiş değilim.Aslında Roma ile ilgili anlatacak çok fazla bir şey yok,en çok özlediğim yemeklerimiz ve çaydı.Çay,burnumda tütmüştü.Orada bizde olduğu gibi demleme çay yok,sallama çayda ılık su ile yapıldığı için şöyle içimize sinesi sıcak bir çay içememiştik.
İstanbul`a döner dönmez ilk yaptığım bardak bardak çay içmek olmuştu.Gecenin saat 24.00`ünde çay hasretini gidermeye çalışmak size garip gelmesin çünkü bir çok kişide kaldığımız otelin karşısındaki kebapçıda soluğu alıp birkaç porsiyon kebap yemişti.
Birkaç ay sonra katıldığımız Madrid geziside Roma gezisinden farksızdı.Aynı pahalılık,aynı yemek sıkıntısı ve aynı tarihi eser ziyaretleri.Aklımda kalan, gerçekten muhteşemdi diyebileceğim tek şey Flamenko denilen müzik eşliğinde yaptıkları dans gösterisi oldu.Unutmadan belirteyim güneşin geç batmasıda dakkatimi çekmişti.Gece saat 23.00 de havanın hala aydınlık olması ilginçdi.
Her iki gezininde süresi kısaydı ama ülkemi özlemem için yeterliydi.Memleketim burnumda tütmüştü.Yurt dışı bana göre deyildi benim için hiçbir cazibesi yoktu.Dil bilmeyişim belki etkili olmuştu ama her iki şehrinde ana arterlerinin dışında kalan periferdeki bölgelerinde bakımsızlık ve birikmiş çöpler gözden kaçmıyordu.Anlayacağınız Avrupa bana hiç cazip gelmemişti.Ülkemin güzellikleri ile kıyaslanması mümkün değildi.Benim ülkemde alışveriş yaparken esnaf ile çatır çatır pazarlık yaparsın,orada bu söz konusu bile değil.Benim ülkemde adres sorduğunuzda ülkem insanı adresi tarif etmenin ötesinde elinden gelse sizi sırtına alıp sorduğunuz yere götürecek ama oralarda öylemi insanlar soğuk,sorulan sorulara cevap vermekten bile kaçıyorlar.Buna rağmen Avrupa başkentlerinin turizm merkezi olması,canım ülkemin ise kendini pazarlayamaması kültürel ve tarihi değerlerimize çok fazla sahip çıkamayıp,yanlış veya yetersiz turizm politikalarının uygulanmasından olsa gerek.Yurt içi gezilerinin fiatları ile yurt dışı gezilerinin fiatlarını karşılaştırdığınızda bunu rahatlıkla görebilirsiniz.Bir haftalık yurt içi gezisine ödenen para ile ulaşım dahil bir haftalık yurt dışı gezisine rahatlıkla gidebilirsiniz.Yemeklerimiz çok güzel ve ucuz ancak konaklama ve ulaşım pahalı olunca ülkemiz cazibe merkezi olmaktan çıkıyor.Ancak hepsinden önemlisi ülkemizi sevip,koruyarak ona sahip çıkmamız.Ecnebi memleketlere gösterdiğimiz saygının bir mislini kendini ülkemize göstermemiz.Orada sokakta yürürken elindeki çöpü sokağa atmayıp çöp kutusu arayanlar,kendi ülkesindede aynı özeni gösterip yaşadığı yere,Atalarının mirasına saygı göstermelidir.Biz,bu vatana sahip çıkmayıp,sevip saymazsak,kendi ülkemize göstermediğimiz ihtimamı yabancı ülkelere gösterirsek, ülkemizin hali nice olur.O nedenle şu gerçeği sakın unutmayın,bizim için başka Türkiye yok.
Bu yazı ile aslında dünyanın en güzel,en yaşanır yerinin kendi vatanımız olduğunu,başka yerde yaşayamayacağımı,dalından koparılmış bir çiçekden farksız olacağımı,olacağımızı ifade etmek istedim.
|
|
348
|
|
349
|
|
|
|
sene 1997 'ye geri döndüm bir an.. |
|
350
|
|
|
|
Kapımı çalmayacak mısın? Yada telefon tuşlarına uzanmayacak mı ellerin? |
|
351
|
|
|
|
en gzl dogum günümdü..çok eğlendik..kaçamakkk..... |
|
352
|
|
|
|
Neden sanki amaç için yazmalıyız içimizden geçen her bir yağmur damlacığı gibi kimi zaman berrak kimi zaman da toza dumana bulanmış duygularımızı? |
|
353
|
|
|
|
Ahengimi bozan ve güzelliği karşısında beni titreten güzel, senden korkmuyorum. |
|
354
|
|
|
|
“Aşk her dilde tek cümle, tek hece, sensiz her günüm ayrı düş’ünce.”
|
|
355
|
|
|
|
neden anne neden senin kızın babam gibi adamı sevemicek.? |
|
356
|
|
|
|
varlıklarında hak ettiklerini veremediklerimizin anısına |
|
357
|
|
|
|
Varlığımdan haberdardın ama sadece o kadar, çünkü haberdar olmadığın daha önemli şeyler vardı; mesela sana olan sevgim. |
|
358
|
|
|
|
Koca bir dağ gibiydi ölüm, yanlızlıktı, başbaşa kalmaktı... |
|
359
|
|
|
|
Kızlar oralı değildiler,nede olsa onları anlatan bir efsane yoktu ve amazonlar oldukça uzaktı bizim tarihimize, o yüzden olsa gerek ki onlar ayaktaşı karşılaşmaları yaparlardı sınıflar arası ve ataerkil toplum senaryolarında hiçbir zaman bir figürandan öteye geçemeyecek olmalarını o zamandan kabullenmişlerdi. |
|
360
|
|
|
|
Dediki;
-Herşeyin zamanı var ..Gençliğinde yaşlılığında..
Sukut idim.Ne çekişirdim ne kavga..Evimdede öyleydi..Benim sözüm olmasın önemli değil onun sözü olsun ...Yeterki kötülük olmasın ..Kaç torun kaç gelin geçti elimden kimseyi incittiğim yoktur..Bu yüzden ak günümde kara günümde dostum çoktur..
Gördün evlat..Bir hasta oldum tüm İstanbul şenliği döküldü.
İyilik et..İnsanlık et..İyilikte kendine ,kötülükte…İyi insanı herkes sever..Kötüye kimse bakmaz..
|
|
|
|