"Çok söz hamal yüküdür." -Yunus Emre |
|
||||||||||
|
kırmızıdır, turuncudur, sarıdır, yeşildir, mavidir, lacivertdir ve mordur. Hem hepsidir, hem de hiç biridir. Tüm renkler bir birine tutsaktır, ve özgürdür tüm renkleri gök kuşağının. Biri eksilse içinden, yok olur gök kuşağı. Ve gökkuşağının varlığının temelinde kalbi kırılan ışık vardır. Yedi parçaya bölünür kalbi ışığın. Her parçası ayrı bir renk. kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor. Peki neden ilk başta kırmızı vardır ıslak paletinin gökyüzünün? Kırıktır kalbi ışığın. Kırık ve paran parça. Belki çektiği acıya yaktığı ağıdın kanlı gözyaşıdır. Belki ıslak gökyüzüne duyduğu öfkenin alevinin kırmızısıdır. Belki de ikisi birden... bilinmez. İnsan yokken yine vardı renkler. Aynı görünüyordu ve aynı biçimde anlatıyordu hayatı. Ancak yoktu adları. Sadece ıslak gökyüzünde, gökyüzünün göz yaşlarının hemen öncesinde ya da hemen sonrasında orrtaya çıkan ışığın kırgın gülümsemesiydi yalnızca. Sonra bir tür geldi. Gücünü güçsüzlüğünün ona buldurduğu aklından alan bir tür... adı insandı o türün. Gücü güçsüzlüğündendi. Birer birer farklı adlar verdi kırık kalbinin parçalarına ışığın kalbinin. Birine kırmızı dedi. Gördüğü ilk renkti o. Aklının uydurduğu ilk evsanedeki ilk katilin masum kardeşini bir taşla öldürdüğünde gördüğü koyu kıvamlı ve bakır kokulu sıvıyla aynı görünüyordu göze. Kırmızı dedi ona. En uçuk düşlerinin rengiyle göze aynı görünüyordu. Ve gökten gelen dumansız ve kutsanmış göksel ateşin tutuşturduğu, alev alev yanan her şey kırmızı yanıyordu gözünde insanın. Utandığında ya da utandırdğında yüzler o renkte yansıyordu aynada, ve o renkte görünüyordu gözlere. Kırmızı dedi adına onun. Çünkü öfkeydi, azaptı, gazaptı, uçuk ve korkunçtu. Hemen ardıdnan gelen renklere turuncu dedi, sarı dedi, yeşil dedi. Çevresinde olup biten değişim süreçlerinin adıydı sanki o renkler. Yemyeşildi bereketin anası bahar. Yeni bir hayatı mücdeleyen tomurcuğun rengiydi yeşil. Tohum zarını ve toprağı parçalayuarak gökyüzüne baş kaldıran her bitki rüzgarla şarkı söylemeye hazırlanan yemyeşil yapraklarla kuşanırdı önce. Sonra yepyeni hayatları mücdeleyen bin bir çeşit çiçek açardı uçlarında dallarının. Ve her çiçek gebe toprağı dişlemeye hazır binlerce tohum zarlarına mahkum binlerce hayat damlacığına. Sonra sarı... hüznün rengiydi gözünde insanın. Ve sarıya sonbahar dedi insan. hayatın mücdecisi yeşil yaprakların ölüme hazırlıydı sarı. Hüzündü, bitişti yepyeni başlangıçlara; ve ayrılıp saklanmasıydı tohum zarlarına tutsak hayat damlacıklarının toprağın bağrına. Tüm hayatların uykuya geçme hazırlığıydı. Sarı zarf içine kışın gelişini bildirdiği resmi yazıydı yazdan kaçan sonbahar. Mavi, lacivert, mor... neredeyse ortadaydı mavi. Hayatın kaynağı yeşilden hemen sonraydı. İşte bu yüzden umuttu, dosttu, sonsuzluktu mavi. Denizdi, gökyüzüydü, belki de gözünün rengiydi kavuşulması imkansız ve sadece düşlere tutsak bir sevgilinin. Hasretti mavi. Sonsuzluğa özlemdi. Ayağı yere tutsak insanın sadece gözüyle izlediği en üstte kalan her şeyin rengiydi. İşte bu yüzden hayatın rengi yeşilden hemen sonra geldi gökyüzünün rengi mavi. İşte bu yüzden insana sonsuz görünen denizin rengi maviydi insanın gözünde. Araçsız kontrol edemediği, ya da hiç kontrol edemediği her şeyi mavi gördü insan. şimşek, yıldırım, gökyüzü ve deniz. Moru en sona koydu insan aklında ve gök kuşağında. Çünkü sonun rengiydi mor. Gökten gelen hayat göğe çekildiğinde geride kalan ve yere tutsak kalıntı mora çalıyordu yavaş yavaş. Ve mora ölüm dedi insan, mordan korktu. İşte buydu gök kuşağı. Sonra bitkilerin ürettiği renkleri suya tutsak edip adına boya dediler. Ve verdiler elime hayatı çizeyim diye. Ben, sokakları yurt bilmiş aklı renklere tutsak umarsız serseri. Şimdi tuvalime suya tutsak renklerle seni çiziyorum. Seni nerede gördüm, nasıl tanıdım bilmiyorum. Ama parmaklarının bana pazarlıksız ve hiç bir şey beklemeyen, hiç bir şey istemeyen dokunuşunu sevdim önce. Sonra karşılıksız masmavi dostluğunu sevdim. O masmavi dostluğunu öyle çok sevdim ki, hayatımın tuvalinde mavi kalmadı. Tükendi yerin ve göğün bütün mavisi. Ama içime bıraktığın o mavi kapsül patlayıp büyüdükçe büyüyor, kapsülden yayılan sevgi içimde çığ gibi büyüyordu. Sonra dostluğun yetmeyeceğini bildim her nasılsa. Ve imdadıma yetişti kırmızı. İç içe geçti mavi ve kırmızı, ama karıştırmadım bir birine. Çünkü bir birine karışması mor demekti. Ve mor ölüm demekti, yok oluş demekti. Sonra yeşil gelip girdi araya,yeşilin bereketi sardı maviyi ve kırmızıyı. Önce dostluk büydüü, kocaman oldu. Tuvalimde taştı renkler. Resmin sığmadı tuvalime. Ve adını aşk koyup tüm tutkularımı paletime sürüp kıpkırmızı ve yepyeni bir tuval açtım. Şimdi hayatımızın resmini çiziyorum. Bir birine karıştı en güzel renkler ve en güzel sesler. Renklerim söz verdiler katılmaya renklerine. Ve sesim söz verdi sesin olmaya. Şimdi neredesin, kimsin bilmiyorum. Ama paletimdeki renklerde ve kulağımdaki seslerde, evrenin her yerinde seni arıyorum. Düşümde göredüm seni, resmini çizdim. Şimdi elimde tablom seni arıyorum. Neredesin?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © mahmut dağ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |