"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Haluk amca dediği emlakçi, “Benim hatam değildi kızım! Baban bulup getirmişti adamları” diyerek itiraz ediyordu. “Bana komisyon vermekten imtina eden babandı…” “Haklısın, babamın öyle salakça işleri vardır, arada bir. Tamam… Her on günün bir günü senin işte… Eşyaları sayarak teslim et, sayarak teslim al…” “Tamam, tamam, işimi öğretme bana…” “İyi madem… Biz gidiyoruz! Gitmeden evleri de dolaşacağız bir.” Halil Kaya, anladığı kadarıyla, yazlıklarını emlakçi aracılığıyla pansiyon olarak kiraya verdiriyorlar, diye yorumluyordu onların bu diyalogunu… Haluk amca, sessiz sedasız kenarda oturarak hiçbir lafa girmemiş olan Halil’e merak ederek baktıktan sonra, “Bu delikanlı kim? Pek tanıdık gelmedi…” diye sorunca, Ümmühan, “O, nişanlım!” dedi. Baktı, Halil’in beti benzi attı, gülmeye vurdu; “şaka şaka! Nişanlım değil!…” Baktı, bu itiraftan sonra Halil sakinleşti, beti benzi düzeldi, biraz daha fazla gülerek, “Sözlüm!” dedi. Haluk amca da ateşe barutla giderek, “Yalan söyleme kız! Nişanlansan, ya da sözlensen benim haberim olmaz mı? Bu delikanlı, besbelli ki, sevgilin!” demez mi? Halil’in bir anda tepesi attı. “Amca, bu kızın, benim sevgilim, yada sözlüm olması kabil mi?” diye sordu. Haluk amca şaşırarak, “niye ki? Fıstık gibi kız işte,” dedi… Halil Kaya, kızın fıstıklığına söyleyecek bir sözü olmadığının bilincindeydi de, kastettiği o değildi… Ama, neyi kastetmişti, onu da şu an belirleyemiyordu. “Tamam da,” dedi; “ ben onun abisi sayılırım… “ Ümmühan daha fazla uzatmak istemedi. “Doğru söylüyor,” dedi. Sonra, Halil’e döndü, “Haydi, aslan abiciğim, gidelim!… Haydi, Allahaısmarladık, Haluk amca!” “Güle güle, kızım! Babana selam söyle!” “Başüstüne!” Dükkandan çıktıklarında Halil’in huzursuzluğu üzerindeydi. “Bak, Ümmühan…” diye bir çıkış yaptı, sustu. Ümmühan, gayet sakin, onun lafını söylemesini bekledi bir süre, sonra konuşmadığını görünce, “efendim, abiciğim, seni dinliyorum?” diyerek gülümsedi. Halil yeniden, “Bak kızım!” diyerek söze başladı; “Bu muhabbet beni sıkmaya başladı! Anlıyor musun?” Ümmühan, hala işin gırgırındaydı. “Hangi muhabbet? Abiciğim…” “O muhabbet işte!” diye tekrarladı Halil, “Görmüyor musun, birbirimize hiç uygun değiliz biz! Şuna bak! Sana laf anlatırken kafamı havaya dikip öyle konuşuyorum! Boynum ağrıyor seninle konuşurken! Beni, yanında cücen olarak mı gezdireceksin?” Ümmühan, dizlerini kırdı, boyunu onunla aynı hizaya getirerek yürümeye başladı. “Böyle nasıl? Bundan sonra senin yanında hep böyle yürüyeceğim…” Aynı şekilde yürümeyi sürdürdü. Karşı kaldırımdan geçip giden bir kadının, geçtikten sonra dönüp onlara baktığını fark etti Halil, “şaklabanlık yapıp, milleti kendine güldürme! Doğru dürüst yürü!” diye çıkıştı. O kızdıkça Ümmühan’ın keyfi yerine geliyordu. “Bak, sana bir fıkra anlatacağım,” dedi. Ve aynı yürüyüşü sürdürerek, başladı anlatmaya, “Ormandaki hayvanların çiftleşme zamanı geldiğinde, ormanlar kralı, bütün hayvanları karşısına dizmiş, demiş, herkes eşini seçsin. Seçtiği eşiyle de araziye gitsin. Bir saat içinde de işini görsün gelsin!… Seçmiş eşini bütün hayvanlar. Herkes boyu boyuna, huyu huyuna benzer bir eş bulmuş kendine, sonra da çıkmış araziye…Aaammaaaa, bizim maymunla zürafaya, eşler kapışılınca, uygun eş kalmamış. Hadi demişler, bari biz de ikimiz eşleşelim. Eşleşmişler, araziye gitmişleeer… Bir saat geçerken başlamış bütün hayvanlar geri dönmeye. Ormanlar kralı geri dönenleri sorguluyor, tamam mı? Tamam denilince salıveriyor. Nihayet gelen, giden kalmayınca, ormanlar kralı, yaverlerine, herkes geldi mi, gelmeyen kaldı mı diye sormuş, yaverleri de, kaldı demişler; maymunla zürafa gelmediler henüz. Allah Allah! Niye gelmediler ki? Bekleyelim biraz daha bakalım, gelirler belki! Beklemeye başlamışlar. Bekle babam, bekle… En nihayet, maymun yerlerde sürünerek, zürafayla çıkmış gelmiş. Ormanlar kralı, ulaaan, neeerdeee kaaaldınız!? diye kükreyince, maymun başlamış anlatmaya, ey majesteleri, bu eşim ile gittik araziye, işimizi tam göreceğiz, eşim demez mi, ben öpüşmek de istiyorum. Ne yapabilirdim? Mecburen tırmandım tepesine, öptüm; indim aşağıya dürttüm… Çık yukarı öp, in aşağı dürt, çık yukarı öp, in aşağı dürt… Vallahi iflahım gevredi işimi tamamlayıncaya kadar…” Halil Kaya, fıkra mı hoşuna gittiği için, yoksa kızın bu patavatsızlığı mı hoşuna gittiği için, bilmeden başladı gülmeğe. Ümmühan, dizlerini biraz daha büküp, kıçını iyice yere yaklaştırarak yürümeyi sürdürürken, şaklabanlığına devam etti. “Yaşasın, güldürdüm! İlk kez, benimle güldü!…” Halil’in neşesi gerçekten de yerine gelmişti. “Haydi bırak şöyle yürümeyi artık! Tamam, boynum filan ağrımıyor… Geçti boynumun ağrısı.” Ümmühan, “bir şartla…” dedi. Halil, ses çıkartmadı. Ümmühan, “şuradaki çay bahçesinde, bana çay ısmarlarsan!” diye ekledi. Halil, ucuz bir şart olunca, “Tabii ki, ısmarlarım,” diyerek kabul etti. Ümmühan, bacaklarını doğrulttu, düzgün yürümeye başladı. Uzanıp koluna girdi oğlanın, oğlan silkindi, çıkarttı kolundan, Ümmühan bir daha saldırdı, itişerek girdiler çay bahçesine, herkes onlara bakıyordu. Nisan’ın bu ilk günlerinde her taraf tenhaydı henüz ve masaların yarıdan çoğu boştu. Denize göre yüksek bir yerdi çay bahçesinin olduğu yer, denize tepeden bakıyordun. “Bu, tepeden bakmak, deyimini beğenmedim,” diye düşündü Halil Kaya, kıza bakarak. ”Herkes her şeye tepeden bakmaya başladı…” Gözünün önüne dün eve geldiklerinde Erol Soylu’nun tepesinden bakışı ve tepe noktasında ki kelliği görüşü geldi. Garsona doğru, karşıdan iki çay işareti verdi; elini kaldırdı, zafer işareti verir gibi iki parmağını açtı, sonra onlara, havada bir iki defa daire çizdirdi. Karşında ki bir insan ile aynı anda, aynı şeyi düşünmenin bir anlamı varsa, O, zafer işaretli çay işaretini düşüncelerinde şekillendirdiği aynı anda, Ümmühan’ in, aynı düşüncelerindeki biçimiyle konuşmuş olmasının da bir anlamı olmalı; evet, “elini kaldırıyorsun, zafer işareti yapar gibi parmaklarını açıyorsun ve havada parmaklarına daireler çizdiriyorsun,” dedi kız; “bu anlatımbilime geçmiş olan, ’çay getir ulan,’ demenin işaretidir.” Galiba bu kızda şeytani bir şeyler vardı…/ ya da, “kalbi çok temiz ve hisleri çok güçlü…” Halil Kaya, ‘çok konuşuyorsun,’ anlamında, sol elini ağzının yanına kaldırdı, parmaklarını birbirlerine doğru oynatmaya başladı, sonra, “Peki, bu işaretin literatüre geçmiş olan anlamı nedir?” diye sordu. Kız, “Anlatımbilimi,”diyerek kelimeyi kendi kabul ettiği biçime göre düzelttikten sonra, “Susma, anlat da, dinleyelim ulan, demenin… Peki, anlatayım : Ben, en çok, kendimden kısa boylu erkeklerden hoşlanırım. Ayrıca, yirmi dört yaşına geldiklerinde saçlarının tepeleri dökülmüş olmalı ve kırk yaşına geldiklerinde ise kafaları iyice kel olmalı…” Sustu. Tam o anda garsonun çayları getirmiş olması, Halil Kaya’yı bir sözcük bombardımanından mı kurtarmıştı, acaba? Halil, kıza biraz daha sevecen yaklaşmakla, onu bazı şeylere ikna edebileceğini sanarak, laf sırasını ona kaptırmamak için de acele ederek, olanca sevimliliği ile, “Ümmühan’çığım,” dedi; “bu evlenme esprisini sürdürmeyelim artık, ne olur!” “Bir daha söyle…” “Bu evlenme esprisini, diyorum…” “Yok, onu değil… O cümleye başlarken söylediğini!” “Ümmühan’cığım…” “Evet, onu… Bir daha söyle…” diyerek baygın bakışlarla oğlanın ağzının içine bakmaya başladı. Halil, sabırla, “Ümmühan’cığım,” diye tekrarladı. Kız o baygın bakışları oğlanın gözlerine dikerek, “bir saat boyunca tekrar et!” dedi. Halil, “Seninle, ciddi konuşamayacak mıyız?” diye tepki gösterdi. Kız ısrar ederek, “bir saat süreyle bana, ardı ardına, Ümmühancığım, dersen, konuşuruz…” “Yahu, Allah aşkına, bak, ne güzel, abi kardeş gibi, oturmuşuz, şakalaşıyoruz…” Cümleyi zor toparladı. Toparlayabildi mi, onun da tam farkında olmadan kelime kelime bir şeyler söyledi işte. Söylediklerine, bir anlam katsın diye az önceki cümleyi, bu defa ‘Ümmühancığımı katmadan tekrarladı. “Bırakalım o evlilik esprisini bir kenara…” Ümmühan ciddileşti bu defa da. “Neden? Espri yapmıyorum ki, ben!” Halil Kaya, “benim bildiğim, evlenme teklifini erkekler yapar,” diyerek konuyu sürdürebilmek için her yolu denemeye başladı. Ümmühan, soğukkanlı, “beni utandırmaya mı çalışıyorsun?” dedi. Halil Kaya, acaba bu yoldan ikna olacak mı, diye düşünerek, “sadece, böyle davranmanı yadırgıyorum,” dedi. Ümmühan, onun bu taktiğini de boşa çıkartmağa kararlı gibiydi. “Yadırgama! Ben de, teklifin senden gelmesini arzu ederdim ama, senden böyle bir teklif gelmezdi… Onun için utanmazlığı aldım ele!“ Halil Kaya, “Benden gelmese bile, bir başkasından mutlaka gelir. Çünkü, sen çok güzel bir kızsın,” diyerek ısrarlı davrandı. Ümmühan, sade bir dille, “Ben,” dedi; ”başka bir erkeğe değil, sana aşık oldum!” Halil Kaya, “bu iş iyice zıvanadan çıktı, Allah’ım aklıma mukayyet ol,” diye düşünerek, ”Öyle sanıyorsundur… Yılda bir iki defa karşılaşılan bir erkeğe aşık olunmaz…” diye ısrar etti. Ümmühan, net bir şekilde, “oldum!” dedi. “Sen kendin yoktun ama, hayalin hep vardı!” Halil Kaya, “Bir hayale aşık olduğunu sanıyorsun, sen!” diyerek sesini az biraz yükseltti. “Benim duygularımın önemi yok mu?” Ümmühan, hazır cevaplılıkla, “Benim aşkım ikimize de yeter! Sen de beni seversin, nasıl olsa!…” dedi. “Bak… bugün azıcık azıcık başladın bile!” “Neye?” “Beni sevmeye…” Halil yine sevecen tavrına bürünerek, adeta yalvarmaya başladı. “Seni kırmak istemiyorum… Ne olur vazgeç bu sevdadan! “ Ümmühan, kaşlarını çattı, sert sert bakarak, “Vazgeçemem! Evleneceğiz!…” dedi. Bu öyle bir tavırdı ki, Halil, korkar gibi oldu. Şaşırarak, “evlenecek miyiz?” diye tekrarladı. Ümmühan aynı tavırla, “Evet!” dedi sertçe. Halil, dalga geçmek isteyerek, “Ne zaman?” diye sordu. Bu defa sesini daha da sertleştirerek, “Sabah ezanından önce!” dedi. Halil Kaya, O’nun böyle deli mimikleriyle konuşması karşısında, dalga geçmeyi sürdürmek için, ya da bir anda boş bulunarak, salakça, “Niçin sabah ezanından önce?” diye sordu. Ümmühan, onu gafil avlamanın keyfiyle gülmeye başladı. “Biraz,erken olsun diye! Ha! Ha! Ha!…”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |