Özgürlük sevdası insanın başkalarına duyduğu sevgidir; güç sevdası insanın kendine duyduğu sevgidir. -Hazlitt |
|
||||||||||
|
Akılsızız. Elimizde olan şeyin değerini bilmeyiz; onu korumak gerektiğini hiç düşünmeyiz. Cin akıllıyız. Bütün tersliklere rağmen, tüm olumsuzluklar bizi bulsa, yasalar, güç sizin karşınızda olsa bile bunları delecek bir yol buluruz. Aynı zamanda çok şanssız ve kadersiziz. Dinmek bilmeyen, aslında geriye çekilip bakınca hiçbir önemi olmayan anlaşmazlıklar yüzünden birbirimizi yer bitiririz. İyi veya kötü bir Cumhuriyet dönemi yaşıyoruz. Türk kadınlarının birçoğu özgürlüğü, eşitliği tatmış. Hemşirelikten başka mesleklere – neredeyse tüm mesleklere - el atmış, erkeklerle çatır çatır hak mücadelesine girmiş. Bu ülkede ‘Şoför Melahat’ gibi filmler çekilmiş, gösterilmiş. Bir kadın yazar (Duygu Asena) ‘Kadının Adı Yok’ adında bir kitap yazabilmiş; haklarını savunuyor. Öyle konular var ki, kadınlar erkeklerin önüne geçebilmiş. Cumhuriyet öncesi, kadınlar hiç de böyle değildi. Herkesin bildiği şeyleri yeniden yazmaya gerek yok. Ancak bugün, gelinen noktada kendi inisiyatiflerinde olmayan güçler nedeniyle yeniden eski konumlarına çekilme korkusu yaşıyorlar. Açıkça olmasa da yavaşça kadınların yeniden örtünmesi, kapanması isteniyor. Hayır efendim, nereden çıkıyor bunlar demeyin. Türbanlı olmak bir kesimin gözünde itibar görüyor mu, görmüyor mu? Sorunun cevabı önceki ‘hayır’ı evet yapar. Yalnız türbanla kalsa iyi. Ağzını örtmek, daha sonra yüzünü örtmek var. Kadınların –şimdiki türbanlılar ne kadar kabul etmeseler de- yavaş yavaş toplum yaşamından çekilmesi var. Aklınıza gelebilecek her türlü harem - selamlık ayırımı var. Bir bütünün başlangıcı olarak türban takma, çarşafa bürünme zorunluluğu olasılığı kadınların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Böyle bir şey olursa, yaralanan, zarar görenler yalnız kadınlar olmaz; bu bütün aydın düşünceli insanların ve demokrasinin başarısızlığı olur. Bazı insanlar demokrasinin nimetlerini kendi çıkarları için kullanarak günü geldiğinde onu yok etme hesapları yapıyorlar. Hiç kuşku yok ki bu işi “Halk böyle istedi” diyerek yapacaklar. Hiçbir aklı başında insan kendi özgürlüğünün kısıtlanmasını oya koymaz. Bunun oylaması olmaz. Demokrasi sizin gibi düşünmeyen insanlara katlanmaktır. Fakat sizin gibi düşünmeyen insanlar size katlanmaya niyetli mi yoksa değil mi? Eğer değilse, demokrasi adına yine de hoşgörülü olmak olanaksız. Demokrat insanların da kendilerini koruma hakkı vardır. Her şey karşılıklı olmalı. Şimdi türbanın kamu alanlarında takılmaması konusunu bir özgürlük sorunu olarak göstermek isteyenler var. Mevcut yasalarda kamuda çalışanların nasıl giyinmesi gerektiği belirtilmiştir. Öğrenciler kamuda çalışmıyor olsalar bile bir okul disiplinine girmiş kişiler olarak okulun giyim kuşam yönetmeliklerine uymak zorundadırlar. Buralarda türban takılmaması kuralı özgürlüğün kısıtlanması anlamına gelmez. Buralarda türban yasağının kalkmasını isteyen iki kesim var. Biri laiklik ilkesini delmek isteyenler. Onlar demokratik istek kisvesi altında toplumu baskı altına almaya çalışıyorlar. Bunun diğer tanımı takiyyedir. Diğeri sonsuz özgürlük isteyenler. Yani insan her yerde, her zaman istediğini yapabilmelidir diyenler. Sonsuz özgürlüğün de bir tanımı var: ANARŞİ. Özgürlük en anlaşılır örneklerle, dolmuşta bacaklarını gererek oturmak demek değildir.. Yılbaşı geceleri havaya maytap fırlatıp başkalarının saçlarını, giysilerini yakmak değildir. Bir futbol ya da seçim zaferinden sonra havaya, insanların üzerine ateş etmek değildir. Bebekler büyüyünce çişlerini tutmayı öğrenir. Sinirlenince ağzına geleni söyleyenler, küfür edenler aslında çocukluk alışkanlıklarını terbiye edememiş kişilerdir. Buna bilim dilinde otistik davranış denir. Bir erkek güzel bir kadın görünce ya da tersi olunca doğrudan gidip boynuna sarılmaz. (üstü kapalı söylüyorum anlayın artık) Özgürlük adına istediğiniz her şeyi istediğiniz an yapamazsınız. Bu açıdan da kamu alanında türban takma yasağının özgürlükle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bunu öne sürmek aldatmacadan başka bir şey değildir. Bunlardan başka ortada bir de gerçek var. Ezbere bilip üzerinde hiç düşünmediğimiz şu cümleleri bir kez daha tekrar edelim. Türkiye laik, demokratik bir ülkedir. Anayasamızda insanların yasalar karşısında dil, din, ırk, cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin eşit muamele göreceği belirtilmiştir. Türkiye’de yaşayanlar Türkiye’nin bu özelliklerle sürmesini istemektedir. Kaldı ki çoğunluk böyle istemese de bu hak azınlıkta bile kalsalar insanların hakkıdır. Ama birçok kişi azınlıkta kalanların çoğunlukta olanlara uymak zorunda olduğunu düşünür. Laik bir ülkede özel yaşam ve resmi yaşam birbirine karıştırılamaz. Dil, din, ırk, cinsiyet kişinin kişisel özellikleridir ve iş yaşantısında hepsi geri plana itilmelidir. Ortada bulunan bir gerçek daha var. Yazın en sıcak gününde siyah çarşaflara bürünüp kalın eldivenler çoraplar giymek, en azından başını sıkı sıkı örtüp yerlere kadar inen kalın bir pardesü ile dolaşmak, peçe takıp dünyayı siyah örtülerin arkasından görmek özgürlük değildir. Özgürlüktür diyen varsa ben özgürlüğü savunmuyorum. Türbanı özgürlük sembolü olarak göstermek bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Dünyadaki türban ve din mücadelesini görüyoruz. “Mutlu köle çoktur.” Önce kendi yandaşlarını kapatıp daha sonra sıra başkalarını zorla kapatmaya geliyor. Direnenlerin yüzlerine, bacaklarına faili meçhul kişiler tarafından kezzap atılıyor. Yöneticiler saldırıyı kınıyor. Kişiler yakalanırsa göstermelik cezalar veriliyor. Bunlar olmadı mı? Olmadı da ben mi uyduruyorum? Bu insanlara boşuna gerici denmiyor. Çünkü dünyanın genel gidişi tam ters yönde. Aydın kadınlarımız, günün birinde çarşaf giymek zorunda bırakılmaktan çok korkuyorlar. Bence erkekler de aynı korkuyu yaşamalı. Türkiye’nin bu duruma gelmesini istemeyenler varsa, olayları oturdukları yerde izlemek yerine kalkıp bir şeyler yapmanın zamanının geldiğine inanmalıdırlar. Gerçek özgürlük buradadır. Anayasayı savunmak henüz suç değil. (İroniye bakar mısınız?) Özgürlük gerekirse güçle alınmalıdır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Sinan Gür, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |