Sevginin ölçüsü ölçüsüz sevmektir. -Spinoza |
|
||||||||||
|
Kumsalın üzerinde kararsız adımlarla ilerleyen bir adam, bir ara durdu. Beyaz gömleğinin cebinden çıkardığı sigarayı, kibritiyle yaktıktan sonra, az ilerideki tümseğin üzerine oturdu. Dolunayın revnaklarla süslediği körfezi derin iç çekişleriyle seyre başladı. Kafasında bir sürü kötümser düşünceler vardı. Nedenini bilmiyordu ama çok mutsuz hissediyordu kendisini. Oysa bol kazançlı iyi bir işi ve iyi yaşamak için her türlü olanağı vardı. Hele şu yaz aylarını geçirdiği yazlık evindeki yalnızlığı, korkulu bir rüyanın karamsarlığı gibi çökmüştü omuzlarına. Gece yarısını bir hayli geçmişti. Kalktı evine doğru yürüdü. Tüm karamsarlığı da peşinden geliyordu. Ne yapsa bu karamsarlıklardan kurtulamıyordu. Gün boyu evinin bahçesindeki tarhları düzeltmek, çiçekleri sulamak en büyük tutkusuydu. İyi de oyalıyordu bu uğraş kendisini. Bu yüzden erkenden kalkar, günün sıcağı yoğunlaşmadan, bahçesinin işini bitirmeye çalışırdı. Yerinden kayan bir tuğlayı düzeltmeye uğraşıyordu. Öylesine dalmıştı ki.... - Kolay gelsin - ............. - İrkilivermişti. Sesin geldiği tarafa döndü. Sabah rüzgarının dağıttığı sarı saçlarını toplamaya çalışan bir genç kızın koyu yeşil gözlerini takılmıştı gözleri. Teşekkür etmeyi bile akıl edememişti. Neden sonra - Bağışlayın efendim, gelişinizi fark edemedim de, diye bilmişti. Sarışın kız çok tatlı bir sesle çok rahat konuşuyordu kendisiyle. - Bey efendi bitişiğinizdeki eve taşınıyoruz. Bir sandığı içeriye alamadıkta, mümkünse yardımınızı rica edeceğim. Genç adam ellerini bir birine çarparak temizledi. Beraberce bitişikteki eve doğru yürüdüler. Kapının önünde büyükçe bir sandık vardı. Hep beraber sandığı içeriye aldılar. Kızın annesi de yardıma gelmişti. Yaşlı kadın , genç adamı evlerine davet etti. Adam bahçesindeki işlerini bitirmesi gerektiğini söyleyerek izin istedi.Yeni komşularını evine davet etmeyi de ihmal etmedi . Her geçen gün, biraz daha yakınlaştırıyordu bu iki genç insanı. Genç adam tüm karamsarlıklardan kurtulmuştu. Tüm üzüntülerini unutmuştu artık. Körfezi halelendiren kumsalda, her gece saatlerce gezerler, konuşurlar, konuşurlardı.İkisi de biri birlerine iyice tutulmuşlardı. Bunu ikisi de biliyorlardı ama, yine de biri birlerine tam açılamıyorlardı. Yaz belki de saniyelerin kısalığınca geçip gitmişti. Kışlıklara dönüş başlamıştı. Kalplerinde acı bir burukluk, gözlerinde sım sıcak yaşlar, gelecek yıl da tekrar beraber olma dileğiyle ayrıldılar. İkisi de gelecek yazı iple çektiler. Yaz mevsiminin ilk belirtileri sıcaklar başladığında kaplarına sığamaz oldular. Yazlıklara göç dönemi başlamıştı. Bütün bir kış mektuplaşmışlardı ama, yine de biri birlerine açıklayamamışlardı duygularını. Taşındıklarının ilk güne eşyaları yerleştirmekle geçirdiler. Gece yine geçen yılda ki gibi, kumsalda buluştular. Öylesine heyecanlıydılar ki, biri birlerine söyleyecek söz bulamıyorlardı. Genç adam kolunu kızın incecik beline doladı. İlerideki bir ağacın karanlık gölgesine doğru yürüdüler. Dolunayın aydınlatamadığı bir yerdi ağacın altı. Genç adam titreyen bir sesle, Aysel, şimdiye kadar, sana açamadığım bir düşüncem var, nasıl söyleyeceğimi, daha doğrusu söze nereden başlayacağımı bilemiyorum. O an göz göze geldiler. Derin derin bakıştılar.İkisinin de kalpleri yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. Adam kızı kendine doğru çekti. Dudaklar biri birlerine ihtirasla yapıştı. Dakikalar bir birini kovalıyordu. Doğa büyük bir sessizlik içinde, eserini bozmaktan korkarcasına. Aradan saatler geçti. Bir ara kız, Muradım ne olur dönelim artık diye inledi. Annem merak eder. El ele omuz omuza bir bütün olmanın arzusuyla, evlerine doğru yürüdüler. Doğa eserini bazen hırçınlaşarak, bazen de sessizce bütün bir yaz boyu seyretti. Aradan yıllar geçti. Her yıl yaz mevsiminde Murat ile Aysel yine aynı sevgi ve samimiyetle, el ele tutuşuyorlar, küçük kızları Nermin’ i de yanlarına alarak, geleneksel kumsal gezilerini yapıyorlardı. Dudaklarının ilk birleştiği ağacın altına geldiklerinde, biri birlerine göz kırparlar, o ilk günün anılarıyla tatlı tatlı ürperirlerdi. Öylesine seviyorlardı ki biri birlerini. Hele küçük kızları Nermin dünyaya geldikten sonra, daha da artmıştı mutlulukları. Hastanenin koridorunda sinirli adımlarla gezinen Murat, sık sık kolundaki saate bakıyor, parmakları ile oynayarak derin derin iç çekiyordu. Bir kapı açıldı. Beyaz gömlekli bir doktor koridora çıktı. Murat hızla doktorun yanına gitti. Yalvaran bir sesle Doktor bey karım ne durumda diye sordu. Doktor üzgün bir sesle Metin olun beyefendi, ölenle ölünmez. Çok uğraştık ama kurtaramadık.Murat dünyanın başına yıkıldığını sandı.Ağır bir enkazın altında kalmıştı sanki. Umutsuzca etrafına bakındı. Sendeledi. İki hemşire koluna girerek düşmesini önlediler. Yatışması için uzun bir uğraş verdiler. Murat sevgili karısından yadigar kalan kızı Nermin’e adamıştı kendisini. Evliliklerinin ortak ürünü olan kızını, elinden geldiğince iyi yetiştirmeye çalışıyor ve kızından başka bir şey düşünmüyordu. Yıllar biri birini kovaladı. Küçük kızı Nermin, üçüncü sınıfı da başarıyla bitirmişti. Yazı her yıl gibi yazlıklarında geçiriyorlardı. Küçük Nermin, her sabah babasıyla beraber erkenden kalkar, bahçe bakımında babasına yardım ederdi. O da babası gibi çok severdi çiçekleri. Akşam yemeğinden sonra el ele tutuşarak kumsalda gezerler, bazen bir tümseğin üzerine oturarak, denizi ve mehtabı seyrederlerdi. *** Telefonun zili çaldı. Murat oturduğu yerden uzanıp ahizeyi aldı, kulağına dayadı. Birden yüzünün rengi değişti.Yüzü mos mor kesilmiş, elleri titriyordu. Hasta mı? Nesi varmış? Nasıl, düşmüş mü? Telefonu kapattı. Pardüsesini bile almak aklına gelmemişti. Bürosunun kapısını hızla çekti. Yoldan geçen bir taksiyi durdurdu. Binerek evinin adresini verdi. Az sonra evindeydi. Biricik kızı Nermin’i baba annesi divanın üstüne yatırmıştı. Çok bitkin bir hali vardı kızının. Dağınık sarı saçları yüzünün bir yanını kapatmış, iri deniz yeşili gözleri bir noktaya takılı kalmış, sürekli sayıklıyordu. Zaman zaman bir şeylerden kurtulup kaçmak ister gibi hareketler yapıyordu. Murat divanın önüne diz çöktü. Sevgili kızına doğru eğildi, yavrum, bir tanem, ne oldu sana böyle? Murat’ ın gözyaşları kızının yüzünü yıkarcasına ıslatmıştı. Çağırdıkları doktor, uzun ve dikkatli bir muayeneden sonra, çocuğun hastaneye kaldırılması gerektiğini söylediğinde, acılı babanın yüzü sap sarı kesildi. Hastaneye kaldırılan küçük kızın hastalığına, doktorlar teşhis koyamıyorlardı bir türlü. Çocuğun durumu gittikçe daha da ağırlaşıyordu. Murat yemeden içmeden kesilmiş, bir dakika bile ayrılmıyordu kızının baş ucundan. Ne yazık ki tüm çabalar ve dualar kar etmedi. Hastaneye kaldırılışının beşinci günü, bir ara yeşil gözlerini araladı, Babacığım seni çok seviyorum, ne olur beni yalnız bırakma i. Hep yanımda ol. Dedi. Murat umutla sarılmıştı çocuğuna. Konuşamıyordu. Bir şeyler söylemek istiyordu çocuğuna ama söyleyemiyordu. Az sonra bir ürpertiyle sarsılan çocuğun başı yana doğru kaydı. Ölmüştü. Murat kızının öldüğüne inanamıyordu. Kızının öldüğünü anladığı an dünya başına yıkıldı. Allahım kızımı da mı bana çok gördün? Ben varken niye onu aldın? Nedir benim bu çilem? Günlerce dinmedi Murat’ın göz yaşları. Artık göz pınarları kurumuştu. Akacak yaş kalmamıştı gözlerinde. İşini gücünü bırakıp yazlığına kapandı. Bütün gün gözleri ileride, sevgili karısına, altında ilk sarıldığı ağaca takılı kalıyordu. O mutlu günlerinin hayaliyle avunmaya çalışıyordu. Sevgili eşinden ve kızından ayrı yaşamanın hiçbir anlamı kalmamıştı. Ölüm ancak onları yine bir araya getire bilirdi. Yemeden içmeden tamamen kesilmişti. Yaşlı annesi ise oğlunun bu durumuna kahroluyordu. Özenle hazırladığı yemekleri, umutla getirip oğlunun önüne koydu. Ne olur birkaç lokma ye be oğlum. Bir baksana kendine, ne hallere geldin .Artık tanınmayacak bir haldesin. Ne olur annenin hatırı için birkaç lokma ye. Murat annesinin getirdiği yemeklere bakmadı bile. Gözlerinden akan yaşları annesinden gizlemek için yüzünü başka yana çevirdi. Gözleri yine ilerdeki ağaca takıldı. Yaşlı annesi çöktü yanına. O nun da gözleri iki çeşme. Biri birlerine sarıldılar,ağladılar, ağladılar. Özcan NEVRES - - .
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |