..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsanlığın hangi filizi köreltilmek istenmişse, tersine o filiz daha gür büyümüştür. -Freud
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Tarihsel Roman > Tuna M. Yaşar




27 Mart 2019
Çok Eskiden 3  
Ana Tanrıçanın İnsanları

Tuna M. Yaşar


1. “Çok Eskiden” adlı kitabın konusu: Çatalhöyük’ün neolitik çağında yaşayanlarışahıslar ve konuşmaları ve olaylar ile anlatılıyor. İnsanoğlunun yeryüzünde evi icat etmesi tesadüflere bağlı değildi. Abraka araştırmalarının sonucunda killi toprağı buluyor ve deneme yanılma yöntemi ile kili güneşte kurutarak sağlam bir tuğla elde ediyor. Tuğlalarla evini yapınca sorunlar peş peşe geliyor. Bölgede yaşayan diğer bir kabile ile çıkan savaşta Abraka ve mahiyeti üstün geliyor. Abraka ve mahiyeti ruhlarında, akıllıca şeylere açık oldukları için maceralar onları bekliyor. Roman Neolitik çağda Çatalhöyük halkının yaşadıklarını ve olaylarını anlatıyor. 2. “Çok Eskiden” isimli eserim arkeoloji sevenlere ve gençlere hitap ediyor. 3. Bu tarzada hiç basılmış kitap yok.


:AEDA:

Çatalhöyük kentinin çocukları neşe içinde cıvıldaşıyordu. Oyunlar oynuyorlardı. Birbirilerinin sırtına binip şakalaşıyorlardı. Oğlan çocukların oyunu sertti. Onların doğalarında bu vardı. Babaları avlanıyor, onlar ağaç çubuklarını mızrakmış gibi birbirilerine batırmaya çalışıyorlardı. Babaları avda kement atıyor, onlar da kendi yaptıkları kementleri birbirilerine atıyor, Geyiklerin kavgalarını örnek alıp, iki çocuk uzaklaşıp sonra birbirilerine doğru koşarak, göğüslerini çarpıştırıyorlardı.

Kız çocuklar ise ağaç sarmaşığından yaptıkları uzun iple ip atlama oyunu oynuyor, daha küçük kız çocukları ise küçük taşlar ile evinlerinde kullandıkları eşyaları taklit edip evcilik oynuyorlardı.

Kışın soğuğunda evlerinin önünde oynayan çocukların neşesine diyecek yoktu. Oğlan çocuklardan biri uzaklara doğru dikkat kesildi. Ardından arkadaşlarına "Bakın uzaklardan duman görünüyor." Dedi. Çocuklar uzaklardaki dumana baktı.

Menda "Bence bu bir yangın." Deyip hemen evine koştu. Ağaç merdivenlerini hızla tırmandı. Damdan içeri girdi.

"Baba biz uzaklardan duman gördük. Gel bir bak." Dedi

Baba oğul dama çıktı. Abraka elini alnına götürüp uzakları süzdü. "Bu duman işaretleşme dumanı değil. Ormanda yangın çıkmış olmalı."

Diğer çocuklarda boş durmadı ailelerine haber verdiler. Onlarda kendi damlarına çıkıp uzakları seyre koyuldular.

Kent ağaçların uzağında, açık alanda olduğu için yangının gelip evlere zarar vermesi mümkün değildi. Dumanların görüntüsü öğlen başlamış akşama kadar sürmüştü. Akşam olunca duman yerini ateşlerin ışığı almıştı. Kent halkı ateşlerin ışığını büyük korku içinde seyre koyuldu. Alevler gök yüzüne doğru yükselişe geçmişti adeta.

Abraka yerinden hiç ayrılmamıştı. Diğerleri gibi merak ve korku içindeydi. Gün boyu ve akşam kentin önünden yangından kaçan hayvan sürülerini gördü. Bir grup aslan sürüsü göründü. Kentin önünde pusuya yattılar. Yangından kaçan hayvanları avlamaya çalıştılar. Aslanlar kargaşa da iki geyik avladı. Birini yemeye koyuldular. Karınları doyunca diğer avın başında beklediler.

Abraka aslanların bekleyişine canı sıkıldı. Onları uzaklaştırmalıydı. Bunu tek başına yapamazdı. Kendi damından diğer avcılara seslendi. "Hey mızraklarınızı alın ve aslanları buradan uzaklaştıralım."

Aslanları o avcılarda görüyordu.. Abraka'nın teşviki ile aslanları seyretmeyi bırakıp ellerinde mızraklarla damdan aşağıya indiler. Korkusuz ve cesaretliydiler. Çünkü ellerinde mızraklar vardı. Avcılar bir aradaydı. Birbirilerinden ayrılmayı asla düşünmüyorlardı. Bu tehlikeliydi. Değilse aslanların saldırısına açık hale gelirlerdi.

Yaklaştıklarında "Ho ho ho." Diye mızraklarını aslanlara doğru uzattılar. Aslanlar kükrüyor, mızrakları pençeleri ile savuşturuyordu. Onları diğer geyikten uzaklaştırdıklarında Abraka Bir kaçınız geyiği alın, benim damıma çıkartın." Dedi. Dört avcı geyiği aldılar sürüdüler. Dama çıkardılar. Aslanlar avlarını istiyordu. Daha da saldırgan oldular. Mızraklara direnmeye çalışıyorlardı. Avcılar ne yapsalar onları korkutamıyordu.

Abraka "Beraberce yavaş yavaş geriye çekiliyoruz. Hepiniz benim dama çıkacaksınız." Diye bağırdı. Öne atılan bir aslana hızla mızrağını saplayıp çekti. Aslan bir müddet saldırdı. Sonra yalpalamaya başladı. Avcılar geri geri giderek Abraka'nın evinin önüne geldiler. Merdiveni teker teker kullanıp dama çıktılar.

En son merdivene Abraka adımını atmıştı ki aslanlardan biri pençesini savurup merdiveni yıktı. Abraka mızrağı ile tek başına savunmaya geçti. Merdiveni dikip dama çıkamazdı. Şu an mücadele halindeydi. Hemen yandaki kardeşi Akilan'ın evine yöneldi. Damda onu izleyen Cenbali bir merdiven uzattı. Akilan acele ile merdiveni kullanıp dama çıktı.

Cenbali merdiveni dama geri çekti. Abraka "Sağ olasın Cenbali. Tanrıça Fagım seni kutsasın." Dedi.

Aslanlar kentin içinde bir oyana bir buyana gezindi. Birkaç kez kükrediler.

Sattama sevinç içindeydi.O da diğer avcılarla Abraka'ın damındaydı. "Şu evler ne çok işe yarıyorlar. Hem içinde yaşıyoruz, hem canavarlar dibimizdeyken bizlere bir şey yapamıyorlar." Diye söyleniyordu.

Çocuklar damlardan öylesine bağırıp çağırıyorlardı ki gürültülerine aşlarlar da şaşıp kaldı. Oldukları yerde durdular. Aşağıdan bağıran çocuklara baktılar. Kükremekten vaz geçmişlerdi. Kafaları karışmıştı. Ürktüler. Sonra kenti terk ettiler.

Çocuklar sevinç içindeydi. "Hulu hulu bagu" diye bağrıştılar. Bu "Yaşasın yaşasın kazandık." Demekti.

Yangın kentten daha net görünmeye başladı. Abraka ağaçların yanışına hüzünle bakıyordu. Ağaçlar Tanrıça Fagım'ın evleriydi. Diğer taraftan yanan ağaçlar nedeniyle kenti duman kapladı. Yangını seyreden kent sakinleri bir süre sonra seyredemez oldu. Duman nedeniyle öksürmeye başladılar. Damdan içeriye geçtiler. Giriş yerlerini deri kapaklarla kapattılar.

Sattama karısı Kankura'ya "İyi ki evimiz var. Değilse bu yangından nasıl kurtulurduk?" diye söyleniyordu.

Kankura ise sevincini kocası gibi dışa vurmuyordu. O böyle yaparak sevinçlerini içinde biriktirerek Tanrıça Fagım'ın ona, akıllıca şeyler öğretmesini umuyordu. Çünkü Fagım hiç konuşmazdı. O sadece düşünürdü. Zaten kadınlar erkekler gibi neşelerini hiç dışa vurmazdı. Bu anaerkil toplumda sessizlik bir tür otorite şekliydi. Kankura da böyleydi. Yalnız sevdiği bir şey olursa bunu hareketleri ile belli ederdi.

Kocasına "Amma abartıyorsun. Evimiz olmasaydı başka yere göçerdik. Sen hiç Abraka gibi değilsin. O ne biçim akıllı. Biraz ona benzemeye çalış." Diye konuştu.

Sattama karısının çıkışına pusup kaldı. Demek gereksiz bir şey söylemişti. Daha ciddi bir şey söylemeyi denedi. "Sen Nemengen gibi suda yemek pişirmeyi öğrenebildin mi?" dedi.

Kankura "Patlıcan diye bir sebze varmış. Nemengen patlıcanı ateşte kızdırıyormuş. Bana ateşte kızdırdığı bir patlıcan verdi. Çok hoşuma gitti." Bir müddet sonra karı koca oğulları Tuluşka ile dama çıktı. Duman gitmişti. Yerini yanık kokuları almıştı.

Ayın ışığında yanmış ağaçların görüntüsü kasvet vericiydi. Tanrıça Fagım'ın evleri ölmüştü. Abraka için bitkiler ve ağaçlar kendileri gibi canlıydı. Onlara canı Tanrıça Fagım veriyordu. Ağaçların ve bitkilerin çocukları çekirdekleriydi. Bunu ataları Meştaka'dan öğrenmişti. Diğer taraftan az yanmış ağaçlar çok işlerine yarayacaktı. Yarın bunun için kent halkıyla görüşecekti.

Eskisi gibi kuş cıvıltıları duyulmuyordu. Bu Abraka'ın içine dokunmuştu. "Yanmış ağaçlar kuşların verdiği neşeyi alıp götürdü. Ama dediğim gibi az yanmış ağaçlar kolay alev alır. Onları kesmekte kırmakta kolay olur. Yapacağımız mayalanmış odun ete çok harika lezzet verecek." Dedi.

Sattama "Biz burada yaşamadan önce bunları bilmezdik. Yanına geldik. Tanrılar gibi yaşamaya başladık. Senin akıllıca davranışların hayatımızı kolaylaştırıyor. Sana bu yeni işinde hiç düşünmeden yardım edeceğiz."

Abraka "Az yanmış ağaçları kullanmak hiç aklımda yoktu. Sütü mayaladığımız gibi ağaçlarda mayalayabilirim dedim. Birazdan yanmış ağaç toplayıp getirdiğimiz de önce onları alevlendireceğiz. Sonra üzerini toprakla örteceğiz. Duman dışarıya kaçmayınca içerideki kara odunları mayalayacak. Yaz gelince toprağı üzerinden temizleyeceğiz. Durdu. Devam etti. Ben bir gün böyle bir şeyle karşılaşmıştım. Avlanmaya çıktığımda toprağın altında kalın, yanmış bir odun parçası gördüm. Onu eve getirdim. Ateş ile tutuşturdum. Üzerine et parçası koydum. Dumanın kokusu öyle güzeldi ki bu ete de geçmiş. Etin, normal odunla kara odunda pişmesi arasında dağlar kadar fark var."

Sattama "Keşke uzun yaşasam da senin harikalarını sürekli yaşasam. Biliyorsun ben çok yaşlıyım. Şimdiye kadar kırk kış geçirdim. Bizim gibi avcılar birkaç kış daha yaşayıp ölüyor."

Abraka "Siz burada yaşayacağınız için ömrünüzde uzayacak. Biz neden ölüyoruz. Kışın soğukta ev olmadan yaşadığımız için, avlarımız ateşte pişmediği için, sebzeleri suda yıkamadığımız için hep erken ölüyoruz. Kirli yiyecekleri yediğimizde bedenlerimize onların nefreti giriyor, öksürüyor ve hareket edemiyoruz."

Kentin insanı Abraka'nın yeni keşfettiği şeyi uygulamaya koydular. Ona güveniyorlardı. Yaptıkları işin sonucunu görmek için altı ay bekleyeceklerdi.

Abraka işin sonunda "Elde edeceğimiz şeye 'mangal kömürü' ismini koydum. Dedi. Devam etti. Şimdi biz avcılar yanan ormanı kontrol etmeye çıkacağız. Yangından arta kalan yaralanmış hayvanlar arayacağız. Ölmüş hayvanları yemeyeceğiz. O ölmüş hayvanların içindeki kan onları kötü şekilde mayaladığı için tatları da kötüdür. Onlardan yersek zehirleniriz. Buna dikkat edin. Ellerinize mızraklarınızı alın ve hazır olun."

Avcı kafile yürüyüşe geçtiğinde kadınlar "Biz de geleceğiz. Sebze ve meyve toplayacağız." Diye itiraz ettiler. Abraka onları haklı buldu. Yangından dolayı karlar erimiş ve altındaki kış sebzeleri ortaya çıkmış olmalıydı. Kafile biraz bekledi. Kadınlar deriden torbalarını alıp kafileye katıldı. Geride çocuklara göz kulak olması için birkaç genç bıraktılar.

Yangında çokça hayvan ölmüştü. Geyikler, mandalar, filler, zürafalar ve gergedanlar. Bunlar karşılaştıkları hayvanlardı. Bazıları çok feci yanmıştı. Çok uzaklarda üç yaralı geyik buldular. Hemen orada taştan keskileri ile kestiler. Çünkü ölürlerse bir işe yaramayacaklardı. Kadınlar yürüyüş boyunca hep sebze topladı. En çok patlıcan toplamışlardı.

Abraka kış mevsiminde patlıcanların yaşamasına şaştı kaldı. Yeni yeni şeyler öğrenmek onu mutlu ediyordu. Bu mutluluğu da kentin avcı ve toplayıcı insanlarına yansıttığı için ketn mutlu bir hale bürünüyordu. Birkaç kez elma ağaçları ile karşılaştılar. Kadınların torbaları hep sebzelerle dolduğu için elma toplayamadılar. Sadece onlarla karınlarını tıka basa doldurdular. Çünkü elmalar boşa gitmemeliydi. Madem karşılarına çıkmış bunu değerlendirmeliydiler.

Avcıların hepsinin ayağında deriden çarıklar vardı. Yürürlerken ayakları kar nedeniyle kayıyor ve zorlanıyorlardı. Bir canavar ile karşılaşsalar koşamaz ve ayakları kayardı. Bu yüzden tedirgin bir şekilde etraflarını kontrol ederek yürüyorlardı. Orman yangını May gölüne kadar uzamıştı. Yangın orada bitmişti.

Kentten çok uzaklara varmışlardı. Düşman avcı insanlarla karşılaşmaktan ödleri kopuyordu. Korkuları yersiz değildi. Az sonra bir grup yabancı insanlarla karşılaştılar. Kendileri gibi giyinmişlerdi. Ama ellerinde mızrak yoktu. Önce yan yan birbirilerine baktılar. Anlamsız sözlerle birbirilerine bağırdılar.

Yabancılar çekip gittiklerinde Abraka "Bunlar buradaysa gerisi de vardır. Buradan öteye gitmeyelim. Sayımız onlardan çok olduğu için bize saldırmadılar. Bunu öğrendiğimiz iyi oldu. Buralarda da insanların yaşadığını öğrendik. Onların menfaatlerine dokunmadıkça bize saldırmazlar. Nereden biliyorum derseniz bunlar bizlerden daha ilkeller. Ellerinde ne mızrak vardı ne de bir ok. Baksanıza saçları sakallarına karışmış. Oldukça masumlar. Ama biz onlar gibi masum olmak istemeyiz. Bizler ancak akıllıca şeyler yapan insanlar olabiliriz. Bu yüzden acınacak hiçbir tarafımız yok. Böyle olduğumuz için kimse bize saldırmaya cesaret edemez.. Ederlerse onları tepelemesini biliriz. Avcı erkekler "Azum munta. Azum munta." Diye nara attı. Bu "Zafer bizim. Zafer bizim." Demekti.

Avcı kadınlar "Biraz dinlenelim. Yorulduk." Deyince yürüyüşü kestiler. Kafilede aç olanlar vardı. Onlar karnını tıka basa elma ile dolduranlardan değildi. Abraka bir ateş yakılmasını istedi. Ardından yaralı geyiğin birini kestiler. Derisini yüzdüler. Parçalara ayırdılar. Ateşte pişirmeye başladılar.

Abraka kadınlara doğru "Beni iyi dinleyin. Siz kadınlar yemekten sonra kente döneceksiniz. Biz erkekler etrafı keşfe çıkacağız. Gördünüz, bizim bilmediğimiz bu yerlerde insanlar yaşıyor. Onlarla karşılaşırsak savaşacağız. Gerekirse onlarla anlaşacağız. Ama en önemlisi onları, bizden biri gibi hem onların kenti varsa oraya gireceğiz, hem onları kentimize davet edeceğiz."

Sattama araya girdi. "Ey Abraka, yakın zamanda savaş yaptık. Hem burnumuzun dibinde yaşıyorlardı. Onca yakınımızda yaşayanlar düşmanımız olduysa çok uzaklarda, buralardaki insanlar nasıl dostlarımız olacak. Atamız Meştaka zamanından beri hep savaşıyoruz. Senin dediğin gibi hiç böyle dost edinmeye kalkışmadık."

Abraka "Yakın zamanlardaki savaşımız vahşiler ileydi. Onların gözünü kan bürümüştü. Onları tepeleyip yendik. Bir daha bize saldıramazlar. Sana söylememiştim. Sizler kente gelmeden önce avlanırken bir avcı ile karşılaştım. Dilini anlıyordum. Beni yaşadığı yere götürmek istedi. Kabul ettim. Orada da benim evim gibi evler gördüm. Bana iyi davrandılar. Beni oraya götüren kişiye kentime gelmesini benimde, ona konukseverlik göstereceğimi söyledim. O ise 'Ben senin yaşadığın yeri biliyorum. Bir gün gelirim.' Dedi. Gördüğünüz gibi ben mutlu savaşçılarla anlaşıyor ve onlarla görüşüyorum. Onlara düşman olmak akıllıca bir şey değil."

Sattama susup kaldı. Bansan ve Akilan kardeşler hayranlıkla kardeşleri Abraka'ya baktı durdu. Onun önderliği yıkıcı değil yapıcıydı.

Akilan "Ey Abraka yaptığımız o savaşı unutmamak ve neslimize ders olması için ve iyi yönde zafer değil, o savaşın yıkım olduğunu belirtmek için bir isim buldum. Savaşımıza, on beş avcı erkek olduğumuz ve Tamaza bizim atamız Meştaka'nın atalarından olduğu için 'On beş Temmuz' diyorum."

Abraka araya girdi. "İsim uygundur. 'On beş Temmuz' savaşımızın adı değil bir barış adıdır. Artık savaşma iç güdülerimizi bırakıp akıllıca iç güdülerimizi geliştirmeliyiz. Sizde şahit oldunuz. Biz akıllı avcılar olduğumuz için on beş kişilik bir saldırı ile otuz yedi kişiyi öldürdük. Ve akıllıca davranırsak silahlarımızda akıllıca olacak." Dedi. Deri giysisinin altından bir bıçak çıkardı. "Bunu ben bir av sırasında buldum. Bu çok sert. Bir taştan bile daha sağlam. Ben bu sert şeyin oluştuğu şeye 'Demir' ismini koydum. Bakın şu kabarcık şeye basıyorsunuz. Bıçak süratle yerinden fırlayıp açılıyor."

Herkes şaşkınlık içindeydi. Kardeşleri bile şaşkındı.

Akilan bıçağı eline aldı. Biraz inceledi. "Buna ben taştan oluşmuş diyemem. En sert taşımızın bile ateşten oluştuğunu biliyorum. Çünkü o taşlar kapkara. Bu ise hem sert hem parlak. Söyle bana Abraka, Tanrıça Fagım'la senin aranda neler geçiyor?"

Abraka elindeki parlak bıçak ile pişmiş geyik etinden bir parça kesti. "İşte bu üstün silahımız olacak. Ve bunu bulduğum yerde içi bu bıçaklardan dolu kas kasa var." Dedi.

Sattama kendinden geçmişti. "Söyle o zaman o yeri. Gidip hepsini alalım."

Abraka "Olmaz dedi. Eğer bu bıçakları kullanırsak çok üstün savaşçılar oluruz. Ve biz kandan ve savaştan başka bir şey düşünmeyiz. Ben mutlu bir kent yaratmaya çalışıyorum. Bu bıçağın gerisini ancak çok sıkıştığımızda kullanacağız. Önce keşiflerimizde barışçıl insanları tespit edeceğiz. Ve karşılaştıklarımızın çoğunluğu düşman insan grupları olursa o zaman bu bıçakları kullanmaya geçeceğiz. Önce keşiflerimiz de düşman ve dost insan gruplarını tespit etmek var."

Ziyafet bitmiş akşam olmuştu. Kadınlar ellerinde yaralı iki geyik ve torbalarında sebzeler ile Çatalhöyük kentine doğru yürüyüşe geçti.

Abraka etrafın keşfinin sabah yapılacağını söyledi. Avcılar bu büyük komutanın emrine zevkle uydular. Bu emirle ilgili hiçbir soru sormadılar. Akşamdan kalan ziyafet artığı geyik parçalarını yanmamış bir ağaca çıkardılar. Ve beşer grup halinde kendilerine birer ağaç seçip tepesine çıktılar. Gecenin ışığında ağaç tepesinden etrafı seyredecek bir nöbetçi seçtiler. O, sırtlan olsun, aslan olsun, kurt olsun veya avcı yabancı insanlar olsun, onlardan haberdar olacak ve bu sayede sabah uyandıklarında daha dikkatli olacaklardı. Nöbeti sıra ile gece boyu gruptaki gençler tuttu.

May gölü büyük tepenin arkasındaydı. Hemen çıkışında ki ırmağa buz tutmuş gölün altından sular akıyordu. Göle su ise başka bir ırmaktan geliyordu. Gölün etrafı ıssızdı. Tepenin üstü ağaçsız, çıplaktı. Arazinin hemen devamında Akviran denen yöne doğru ormanlar başlıyordu. Ve Karaman denen topraklara doğru da ormanlar göz alabildiğine sürüp gidiyordu. Yangına maruz kalan ormanlar ise May tepesi, Kaşınan denen yer ve Çatalhöyük üçgeni arasındaydı.

Avcılar sbah uyandı. Ağaçlardan indiler. Acıkmışlardı. Ziyafetten arta kalan geyiği Abraka'nın parlak bıçağı ile parçaladılar. Ateş yaktılar. Eti kızartmaya başladılar.

O esnada Abraka "Keşfimiz için bir plan hazırladım diye konuşmaya başladı. Ben, Akilan ve Bansan Akviran istikametine gideceğiz. Sen Sattama Karaman istikametine mahiyetinle gideceksin. Abraka eliyle Karaman yönünü işaret etti. Devam etti. Gençler Tecavat, Mitu, Sabet ve Tuluşka Konya istikametine doğru gidecekler. Beş gün boyunca ilerleyeceğiz. Ve beş günün sonunda kentimize dönüş yapacağız. Yani gidiş ve kente dönüşümüz on gün sürmüş olacak. Sorusu olan varsa söylesin."

Tecavat hemen öne atıldı. "Baba o sendeki bıçağı biz alalım. Biz genciz. Biraz tecrübesiziz. Belki bıçak işlerimizi kolaylaştırabilir."

Abraka oğlunun isteğini uygun buldu. Deri giysisinin içindeki bıçağı çıkardı. Oğlu Tecavat'a verdi.

Avcılar keşfe çıkacakları için heyecanlıydılar. Etlerini konuşmadan yediler. Kalan pişmemiş etler de on beş avcıya pay edildi.

Tecavat geyikten arta kalan birkaç kemik parçası alıp torbasını içine koydu. "Sırtlan gibi hayvanlar çıkarsa onları, kandırmak için bu kemikleri önlerine atacağım. Onlar yalanıp yutarken oradan kaçacağım." dedi.

Sattama şaştı kaldı. "Tanrıça Fagım adına Abraka'nın oğlu ne kadar da akıllı." Dedi. Sonra kendi de toprbasına birkaç geyik kemiği koydu.

Abraka oğluna hak verdi. Tecavat'ın planı gerçekçiydi. O da birkaç kemiği deriden torbasına koydu. Ardından üç ayrı istikamete ayrılıp yürüyüşe geçtiler.

Tecavat heyecanlıydı. Babasının kasa kasa içi demir bıçaklarla dolu yeri biliyordu. Yolda "Bakın arkadaşlar. Ben babamın bulduğu o demir bıçakların yerini biliyorum. O yer yolumuzun üzerinde. Kaşınan diye bir yer var. Orada bir tepe var. Bıçaklar o tepenin tek ağacının altında gizli. Oradan her birimiz yirmişer bıçak alacağız. Ve bıçakları aldığımızı kimselere söylemeyeceğiz. Bıçakları kentte güvenli bir yere saklayacağız. Babam mutlu bir kent yaratmaya çalışıyor. Ama mutluluğumuz Hublada amcamızın ölümüne neden oldu. Eğer bıçaklar elimizde olsaydı düşmanlarımızı kıtır kıtır keserdik." Diye konuştu.

Sattama'nın yön bulma içgüdüsü oldukça kuvvetliydi. Akşama doğru ormanların içinde durduklarında Sattama, düz bir hat çizdiklerine emin olmak için gök yüzüne, yıldızlara bakmıştı. "Tanrıça Fagım doğru yolda olduğumuzu söylüyor." Diye söylendi.

Sattama'nın büyük oğlu Abradam "Baba bunca ıssız yerlere gelmemiz hiç akıllıca değil. Kentte kalıp yaşayıp gitmemizin nesi kötü?"

Sattama "Oğlum biz büyükler sizin bilmediklerinizi biliyoruz. Abraka gibi akıllıca şeyler yapmak için önce bilinmezlerle uğraşmamız lazım. Bunun için çok gezmemiz ve bazı şeyleri görmemiz gerekiyor. Karşımıza çıkacak her yabancı şey bizi bir hataya sevk edecek. Ve bu hatalarla biz, yeni şeyleri hayatımıza kazandıracağız."

Abradam cevabını almıştı. Amcası Kutaba'ya yöneldi. "Amca sence biz geriye sapasağlam dönecek miyiz?" dedi.

Kurtaba "Bak yeğenim, biz avcıyız. Bu çıktığımız keşif yolunda her şeyle karşılaşabiliriz. Ama o şeylerden kurtulur da kentimize dönebilirsek Tanrıça Fagım bizi görünmez bir şekilde ödüllendirecek. Yani kente döndüğümüzde çok sevineceğiz. Bu bizim ödülümüz olacak. Sence kötü müdür hiçbir güzel şey olmadan sevinmek'"

Abradam "Bence yorulup kente dönmenin güzel bir tarafı olmaz. Güzel olan şey kente elimizde avladığımız geyiklerle dönmektir."

Sattama "Oğlum ilerlerken geyik avlayacağız. Ama dönerken daha çok avlayacağız." Dedi.

Abradam "Benim karnım acıktı. Karanlıkta önümüzü göremiyoruz. Mola verelim." Dedi.

Abraka ve iki kardeşi Akviran'daydı. Mola vermişlerdi. Bir tehlike atlatmışlardı. Bir grup insanla karşılaşmışlar ve ilkel gördükleri o insanlar kendilerine taş atmış biraz yaralanmışlardı.

Akilan "Ey kardeşim bu ilkel insanların nesi ile antlaşma yapacağız?" diye konuşuyordu.

Abraka "Doğru söylüyorsun. O ilkeller ancak taştan anlar. Ama onlara bir hediye vermeyi başarabilseydik bizi düşman olarak görmeyeceklerdi."

Bansan araya girdi. "Bir daha karşılaşacağımız ilkel insan grubuna bunu denemeliyiz. Bir fikrim var. İlkel insanlarla karşılaştığımızda biz onlara taş atmayalım. Biz taş attığımız için onlar, daha da çılgına döndü. Zor duruma girdik."

Akilan araya girdi. "Bir müddet kaçardık. Peşimizi bıraktıklarında tekrar onlara yaklaşırdık. Taki onları bıktırana kadar."

Abraka "Bak bu güzel fikir. Diye karşılık verdi. Devam etti. Bunu ilk fırsatta deneyelim. Ama önce karnımızı doyuralım. Acele edelim. Ateş yakıp etlerimizi acele ile pişirelim. Sonra bir ağaca çıkıp sabahı bekleriz." Abraka'nın o an aklına çılgın bir şey geldi. Tekrar konuşmaya başladıPlanda bir değişiklik yapalım. Atamız Meştaka gideceğimiz istikamette denizlerin olduğunu söylemişti. Ne dersiniz. Beş gün sonra geri dönmeyip Atamız Meştaka'nın bir isteğini yerine getirelim mi?"

İki kardeş heyecanlandı. Akilan "Çok güzel olur. Zaten kentte bir sürü avcı kadın ve erkek var. Birbirilerini idare ederler. Oldukça heyecanlandım. İyi ki söyledin bunu."

Abraka "Atamız Meştaka denizden geldiğini söylemişti. Ona gençken sormuştum. 'Baba denizin ilerisinde ne var' demiştim. Bana 'Hiçbir şey yok. Bu topraklar bir geyiğin boynuzunda duruyor' demişti. Geyiğinde bir kaplumbağanın üzerinde durduğunu söyledi. Yani bütün dağlar, ormanlar, topraklar, göller denizler bir geyiğin boynuzunda taşınıyormuş."

Akilan ilginç bir şey söyledi. "Peki kardeşim söyle bana. İlk avcı insanın babası kimdi?"

Abraka "Bunun için oldukça geri zamanlara gitmeliyiz. Ama atamız Meştaka'nın bilmediğini ben hiç bilemem."

Bensan araya girdi. "Bunun için daha da geri zamanlara gidersek dağlar, taşlar ne zaman ortaya çıktı diye de sorarsak, Tanrıça Fagım'ın zamanına gideriz. Bence çok önceden dağları, taşları geyiğin boynuzuna koyan Fagım. Fagım her şeyi torbasından çıkardı."

Abraka düşünmeden "Bu dediğin doğru olabilir. Dedi devam etti. Ben daha ilgincini söyleyeyim. Peki ilk tanrıçayı kim doğurdu. Ve o doğuran neredeydi?"

Akilan bilgiç bir cevap verdi." Belki ilk tanrıçayı bizim avcı kadınlar doğurmuştur. Hatta Tanrıça Fagım'ı yaratan Tecavat diyebilirim. Yani gördüğümüz her şeyi bildikçe biz yaratıyoruz."

Tecavat ve arkadaşları Kaşınhanı'ndaydı. Ormanın içinde çıplak tepeyi arıyorlardı. Biir hayli aradılar ama bulamadılar.

Tecavat bir öneri getirdi. "Şu gördüğünüz ırmağı tekrar toplanma yeri olarak kullanacağız. Bakın burada ırmağın kenarında yan yana iki kaya parçası var. Kaybolursanız ırmağı takip ederek buraya gelin. Şayet o tepeyi kimse bulamazsanız uzaklaştığınız yerde bir ağacın tepesine çıkın. Ve etrafı tarayın. Az önce yaptığım gibi ağacın en üstüne çıkın. Birbirimizden en fazla beş yüz ok atımı uzaklaşacağız." Dedi.

Mitu "Bizi maceraya sürüklüyorsun Tecavat. O bıçak dolu kasaları bulursam istediğim kadar alacağım."

Tecavat "İstediğin kadar alabilirsin. Ama kimseye bir şey söylemek yok. En ufak bir ima dahi yapmayacaksınız."

Mitu "Baban bıçakların azaldığını fark ederse. Senin de Kaşınhanı'ndan geçeceğini biliyor üstelik."

Tecavat "Babamı sorun yapmayın. O kendi kendini kaybolan bıçaklarla ilgili, başka bir ikna yoluna gidecektir." Dedi. Genç avcılar dağıldı.

Mitu ırmağın kenarından ilerliyordu. Taşlar vardı önünde hep. Onların üzerinden atlayıp duruyordu. Bu atlamalar eğlenceden değil zorunluluktandı. Ormanın içinden ilerlemek istemiyordu. Yalnız kalmıştı. Tedirgindi. Bir canavar ile karşılaşacağını düşünüyordu. Önündeki bir taşı daha atlarken ayağı ona takıldı. Çok feci şekilde yere düştü. Kolu fena halde acıdı. Kolunu oynatmak istedi. Ama yapamadı. Kolu kırılmış olabilirdi. Ayağa kalktı. Hemen gerisingeri buluşacakları noktaya doğru harekete geçti.

Tecavat babası ile geldiği zamandaki işaretleri tek tek okuyordu. Kocaman ceviz ağacını hatırlamıştı. Büyük bir kayadan oluşan tümseği görmüştü. Ve bir bataklık ile de karşılaşmıştı. "Tamam doğru yöndeyim." Diye söylendi. İlerledi. Nihayet tepeyi gördü. Hemen tepedeki tek ağacın yanına gitti. Üzerine taşlar konarak kamufle edilmiş sandıkları ortaya çıkardı. Beş adet içi bıçak dolu kasa. Birini açtı. İçerisinden torbasına çok miktar koydu. İşi ile meşgulken gerilerden bir ses duydu. Tedirgin hislerle hızla arkasına baktı.

Gelen Tuluşka'ydı. "Tepeyi az önce gördüm. Sen buradan farklı bir yönde ilerliyordun. Ne oldu da yönünü değiştirip buraya geldin. Yoksa bıçakların yerini öğrenmemizi mi istiyordun?" dedi.

Tecavat "Ekmek Fagım çarpsın. Aklımda öyle bir şey yoktu. Sadece babamla geldiğimizde ki bazı işaretleri hatırladım. Birkaç tanesine rastladım. Onları takip ederek buldum burayı. Dedi ekledi. Torbanı açta sende bıçak doldur."

Tuluşka "Sence bu bıçakları hangi avcı insan yapmıştır?"

Tecavat "Bıçakların üzerinde garip şekiller var. Eskiyi düşünürsek eskiden, böyle şekiller ile hiç karşılaşmadım. Ama yarını düşünürsek bu bıçaklar ve üzerindeki şekiller yarından gelmiştir diyebilirim. Yani Fagım çok hızlı yaşamış bıçakları, yarında yapıp bu güne getirmiş."

Tuluşka şaşkındı. "Çok ilginç şeyler söylüyorsun. Sen hiç beklemeden yarına gittin mi?" dedi.

Tecavat "Gitmedim ama gidilmesi mümkün. Eper yarına kadar hiçbir şey düşünmezsen yarına gitmiş sayılırsın."

Tuluşka ve Tecavat'ın torbaları ağzına kadar bıçak dolmuştu. Koca bir kasa boşalmıştı. Kasaların üzerini tekrar taşlarla örterek kamufle ettiler. Buluşacakları yere doğru harekete geçtiler.

Sabet ve Mitu onalrı bekliyordu. Gelmekte olan Tecavat ve Tuluşka'yı gördüklerinde oturdukları yerden kalktılar. Tuluşka "Kolumu kırdım galiba. Ya beni burada tedavi edeceksiniz ya da kente geri döneceğiz."

Tecavat "Ben dönelim diyorum. Mazeretimiz gördüğümüz gibi artada. Babalarımız bizi anlayış ile karşılayacaktır. Mitu'nun kolu her şeyden önemli. Önce torbalarımızdaki bıçakları boş torbalar pay edelim. dedi. Devam etti. Mitu senin torbanı da ben alacağım. Yalnız senden hiç kahramanlık beklemiyorum. Sen eve elin boş ilerleyeceksin."

Mitu Tecavat'ın sözlerine sessizce itaat etti. Ve kente doğru genç avcılar yürüyüşe geçti. Akşam olmak üzereydi. Gençler karanlıktan hiç hoşlanmıyorlardı. O yüzden hızlı şekilde yürüyorlardı. Gerçi yanmış ormanda canavarlar bulunmazdı ama olsun. Kim saldırdı bize demek istemiyorlardı.

Tam akşam olduğunda kent göründü. Durdular. Plan yaptılar. Bıçakları torbaları ile oldukları yere çukur kazıp gömdüler. Üzerine çok belli olacak şekilde taşlar yığdılar. Sonra kente girdiler.

Nemengen bilgiliydi. Yaralanmalara karşı evinde, bitkilerden yapılma bir krem bulundururdu.

Mitu'yu gören Nemengen "Kolun çok acıyor mu?" dedi.

Mitu "Yolda çok acıyordu. Ama şimdi az acıyor."

Nemengen yaralı kolu bir müddet inceledi. Sonra "Sen kolunun kırıldığına inanıyorsun ama öyle değil. Kolun sadece aşırı derecede ezilmiş. Şimdi ben oraya krem sürer üzerini bağlarım. Birkaç güne kadar iyileşirsin. Dedi ekledi. Demek beş gün boyunca keşfe çıktınız. Ama döndüğünüz iyi oldu. Mitu'cuğum artık oraları hiç unutmazsın. Artık oraların kahramanlık izini kolunda taşıyorsun." Diye de latife yaptı.

Mitu yerinde heyecan içindeydi. Tanrıça Fgım'ın eşyalarını karıştırmışlardı. O içi bıçak dolu kasalar Fagım'ındı. Ama Fagım onların Tanrıçası olduğu için bıçaklarda onların sayılırdı.

Mitu kız kardeşi Matap'ın dikkatleri altındaydı. "Ne var. Niye bana öyle bakıyorsun?" diye çıkıştı.

Metap "Sen sanki bir şeyler biliyorsun. Ve bana söylemiyorsun. Ama ben bunu bulacağım. Dikkatli ol elim ensende."

Cenbali "Kavga yapmayın bakayım. Şimdi ağzınıza biber sürerim."

Mitu "Anne biz çocuk muyuz. Bize çocukluğumuzdan beri böyle söyleyip duruyorsun."

Abraka ve iki kardeşin Akviran'ı çıkışının üzerinden uzun bir süre geçmişti. Dağlardan ilerlemişler, Ormanları zorlukla geçmişlerdi. Ama olsun, Ataları Meştaka'ın hayallerine ulaşmaya az kalmıştı. Abraka bunu yıldızlara bakarak tahmin etmişti. Aç kaldıklarında hep domuz avlamışlardı. Tadı nefisti. Şimdi ise yeni lezzetlere ulaşacakları için sevinçliydi. Yeniden dağları ve ırmakları aşmaya başladılar. Bir türlü denize kavuşamadılar.

Son gece Abraka yıldızlara bakarak ""İşte çoban yıldızı görünüyor. Çoban bize kaval çalmaya başladı bile. Önümüzdeki şu tepeleri de aşarsak denizle karşılaşacağız. Dedi. Devam etti. Ne dersiniz denize bir an önce ulaşmak için yolumuza devam edelim mi?"

Akilan "Ben devam etmekten yanayım. Şimdiden nemli havayı solumak beni oldukça heyecanlandırıyor."

Bansan'da aynı fikirdeydi. Kalktılar yürüyüşe geçtiler.

Abraka "Denize ulaştığımızda önce incir yiyeceğim. Karnımı tıka basa incirle dolduracağım. Sonra denizde yüzeceğim. Ama en önemlisi oraya vardığımızda biz avcıların işareti olarak bulursam, bir kaya üzerine Tanrıça Fagım'ın şeklini çizeceğim."

Akilan "Bu güzel fikir. Kentimize geri döndüğümüzde buralara geldiğimizi daha iyi hatırlayacağız. Ve rüyalarımızda buralara kolaylıkla gelip gideceğiz."

Tepeleri geçmişlerdi. Birden ayın ışığı iki tane oldu. Biri gök yüzünde biri yerde. Sevinçten çığlık attılar. "Hulu hulu bagu." Diye 'yaşasın yaşasın kazandık' diyorlardı. Küçük küçük tepeleri hızla indiler. Denize, kumlarla dolu sahile ayak bastıklarında Abraka sözünü hemen tuttu. Etrafı incir ağaçları ile dolu alana girdi. İştahla ve açlıktan gelen saldırganlıkla incirlere yumuldu.

İki kardeş ise kumsala oturmuş denizi ayın ışığında seyre koyuldular. Abraka uzun süre yanlarına gelmedi.

Birden karnı şiş ve elleri göbeğinde çıkıp geldiğinde Abraka çıka geldi. "Bizim kavunlar gibi değil bunlar. Gidin incirlerden sizde yiyin." Dedi.

Akilan "Az sonra güneş doğacak. Yıldızlar onu söylüyor. Benim aklıma acayip bir şey geldi. Karnımızı hep meyveler ile doyuramayız. Buralarda bol miktarda ağaç sarmaşıkları da var. Onlardan büyük bir balık yakalama ağı örelim. Oldukça uzun bir ağ olsun."

Abraka "Önce gidip ve karnınızı doyurun." Dedi.

İki kardeş ayağa kalktı. İncirlere doğru yürüdü.

Abraka gelirken ormanlardan aldığı, kokusu ateşte yanınca hoş olan kuru yaprakları torbasından çıkardı. Kokladı onları. Sonra elinde bir çubukla kuru bir kütüğün üzerinde, sağa ve sola doğru hızla hareket ettirdi. İçinde kurumuş kavlar vardı. Az sonra kuru kavlar tutuştu. Ateşi kuru ince dallarla harladı. Elindeki hoş kokulu kuru yaprağı ateşin içine attı.

"Sanki tanrıları çağırıyorum. Buraların tanrılarına kendimi sevdiriyorum. Buna bir isim bulmalıyım. Bu olsa olsa 'tütün yaprağı' olur. Çünkü güzel tütüyor." Diye düşündü.

O an aklına yeni bir şey geldi. Hemen kalkıp bir kavak ağacına doru gitti. Oradan ince bir dal kopardı. Geri döndü. Bir parmak boyu daldan kırdı. Küçük parçacığı nazik hareketlerle içindeki sertlikten çıkardı. Elinde içi böş bir kabuk oluştu. Tütün yaprağından içine biraz doldurdu. Sonra onu ateşe tuttu. İçine çekti tütünü. Öksürmeye başladı. Bir süre sonra buna alıştı. Birden onda bir sarhoşluk meydana geldi. Abraka bu duyguyu biliyordu. Daha öncede denemişti. Ama böyle kabuğun kabukla beraber tütünü içine çekişini ilk defa yaşıyordu. Ve tanrıça Fagım'ın kendisine gülümsediğini gördü. Demek yeni akıllıca bir şey keşfetmişti.

"Dumanı içine çekmek ve tütünü içine koyduğu kabuk. Buna bir isim bulmalıydı. Tütmekten sutmakı buldu. Olmadı. Buna 'Sigra' yakışır diye düşündü. Evet bu bir sigradır." Dedi.

Kardeşleri yanına gelince "Kendi kendine ne konuşuyorsun?" dediler.

Abraka "Al bunu ve içine çek." Diyerek sigarayı eline tutuşturdu.

Akilan sigarayı eline aldı. Dumanı içine çekti. Bir iki öksürdü. Sonra alıştı.

Abraka "Ben bu içi yaprakla dolu şeye sigra diyorum. Yaprağına da tütün diyorum."

Akilan "Demek tanrıları artık ateş yakarak değil bu sigra ile çağıracağız." Diye söylendi.

Sabah olmuştu. Üç avcı yorgundu. Gece boyu uykusuzluk onları perişan etmişti. İncir ağacını üzerindeydiler. Dallardan uygun bir pozisyon bulup kıvrıldılar.

Öğlen bir gürültü ile uyandılar. İki ayı boğuşuyordu. Birilerine saldırıyordu. Abraka "Sakın kıpırdamayın. Ses de çıkarmayın." Diye uyardı.

Baskın ayı diğerini ormanların içine doğru kovaladı.

Abraka "Demek deniz kenarında vahşi hayvanlar da var. Bunu öğrendiğimiz iyi oldu. En kısa zamanda kendimize barınak yapmalıyız."

Akilan "Kentimizde ki barınaktan olmayacak herhalde. Çünkü biz buralarda geçiciyiz. Geri döneceğiz."

Abraka "Çamurdan ev yapmak oldukça zor. Ama buralarda taşlar oldukça fazla. Çamurda var. Taşları dizer çamurlarla yapıştırırız olur biter. Barınağın duvarlarını yüksek yapmalıyız. Bu böyle olunca canavarlar zıplayıp içeri giremez. Ve dam yapmak için gerekçemiz de olmayacak."

Abraka az önce ilerideki denize dökülen ırmağa doğru gitmeyi teklif etti. Beraberce oraya doğru ilerlediler. Çünkü orada ayıların balık avladığı yer olabilirdi. Orayı ayılardan ele geçirip acıkmış karınlarını doyurabilirlerdi.

Tuna M. Yaşar




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın tarihsel roman kümesinde bulunan diğer yazıları...
Göbeklitepe 5
Göbeklitepe 4
Göbeklitepe 3
Göbeklitepe 2
Göbeklitepe 1
Çok Eskiden 9
Çok Eskiden 8
Çok Eskiden 4
Çok Eskiden 6
Çok Eskiden 5

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dünya Taşınıyor 3
Dünya Taşınıyor 7
Dünya Taşınıyor 8
Dünya Taşınıyor 6
Dünya Taşınıyor 1
Dünya Taşınıyor 2
Dünya Taşınıyor 5
Dünya Taşınıyor 4
Dünya Taşınıyor 9

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Masa [Şiir]
Reptilian 1 [Öykü]
Reptilian 2 [Öykü]
Reptilian 3 [Öykü]
Reptilian 4 [Öykü]
Reptilian 5 [Öykü]
Savaş Trafiği 2 [Öykü]
Savaş Trafiği 1 [Öykü]
Savaş Trafiği 3 [Öykü]
Ağaçlara Fısıldayan Adam [Öykü]


Tuna M. Yaşar kimdir?

Voltaire


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.