Bütün sanatlarda insanı şaşırtan bir yan vardır. -Alain |
|
||||||||||
|
“Ey Kostantiniyye! Ya sen beni alacaksın, ya ben seni!” “ Kostantiniyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir. ” Peygamber Efendimiz (S.A.S.)in, Fetihten 900 sene önce buyurdukları bu kerâmetli müjde, muhakkak ki, o günden itibaren, bütün İslâm ordusu kumandanlarının, âdetâ bir “ kızıl elması” halinde, içlerinde yanıp tutuşan vazgeçilmez bir hedef haline gelecekti. Çok ilginçtir; İstanbul’ un fethi müjdesine dair bu hadis-i şerifin dışında, önemli bir delilin de, İslâm müfessirleri ve tarihçilerinin üzerinde birleştiği hususun ; Sebe sûresi’ nin, 15. âyetinde zikredilen: “Beldetün Tayyibetün” ibaresi olup , bunun da, ebced hesabına göre, İstanbul’un fetih tarihi olan, Hicri 857 yılını işaret ettiğinin delili olduğudur. Güvenilir tarihî kaynaklara göre, 668 ‘ den, 29 Mayıs 1453’ e kadar olan zaman içerisinde, İstanbul, çeşitli milletler tarafından, tam 29 defa işgâl teşebbüsüne konu olacak, tabii bu girişimlerin büyük bir kısmı, İslâm ordularınca “ fetih” amacıyla yapılacaktı. Müslümanların, İstanbul’ u hedefleyen ilk seferi, 655 yılında , Hz. Osman’ın halifeliği zamanında, Suriye Valisi olan Hz. Muaviye’ ce hazırlanan deniz seferi ile başlar. Bu donanma, Fenike kıyılarında Bizans deniz kuvvetlerini yok eder ve ülkesine döner. Tabii ki bu sefer, ilerki yıllarda, İstanbul kuşatmalarına giden yolda önemli bir altyapı sağlayacaktır. Müslümanların bu seferinden tam 13 yıl sonra, 668’ de, yine Hz. Muaviye‘ nin, bu defa Emevi Halifesi olduğu dönemde, donanma Kadıköy sahillerine kadar gelir, orada 669 baharına kadar konaklar, çeşitli teşebbüslerine rağmen, şehri bir türlü ele geçiremez. Kuşatma günlerinde İslâm Ordusu, salgın hastalıklar sebebiyle, oldukça ağır kayıplar verir verecek ve ülkesine dönmek zorunda kalacaktır. Bu seferde, ordu içinde oldukça ileri yaşlarda olan, Efendimiz (s.a.s.) in sancaktarı Ebu Eyyub El-Ensari Hz. de vardır ve bu kuşatma sırasında şehit düşecek sur dibinde toprağa verilecektir. Bundan sonra, Arapların İstanbul kuşatmaları, zaman zaman 781 yılına kadar bir çok kere devam edecek ve o tarihten sonra Araplar, bir daha İstanbul önlerine gelmeyecektir. Tâ ki; Osmanlı Devletinin kurulması ile birlikte, devletin 2. Sultanı Orhan Beğ (1281-1362)’ in hüküm sürdüğü yıllarda, 1329’ da Osmanlı Ordusu Aydos kalesini fetheder ve oradan Üsküdar önlerine kadar iner. Osmanlı’ nın bahtsız padişahı, Sultan Yıldırım Bâyezid Han, 1390 senesinin ilk baharında, İstanbul’ u kuşatır. Bizans İmparatoru’ nun, aman dileyip, Osmanlı’ ya önemli bir vergi vermeyi taahhüt etmesinden sonra, kuşatmadan vazgeçilir. Yıldırım, 1397 senesinde, İstanbul’ u almakta artık iyiden iyiye kararlıdır ve şehri, abluka altına alır. Ancak, Timur belâsı ile karşı karşıya gelip yenilince , İstanbul’ un fethi 50 sene sonraya ertelenecektir. Ancak Yıldırım’ dan sonra, oğlu Musâ Çelebi 1411 senesinde İstanbul’ u kuşatırsa da sonuç alamayacaktır. 15 Haziran ile 24 Ağustos 1422 tarihlerinde, Yıldırım’ ın torunu, Fâtih’ in babası II. Murad Han, İstanbul’ u işgal eder ve sonraki günlerde şehrin düşmesi an meselesi iken; Bizans Devleti, Kilise ve İran Devleti’ nin işbirliği ile, Anadolu’ da büyük bir isyan çıkartılır. Bunun sonucunda Padişah, kuşatmada bulunan ordusunu, oradan çekerek, isyanı bastırmak için Anadolu içlerine gönderir. İstanbul ‘ un Fethi için, artık bir 31 sene daha beklenecektir. 23 Mart 1453 günü, Sultan Mehmed Han komutasında , fetih amacı ve niyetiyle Edirne’ den yola çıkan Osmanlı ordusu, 5 Nisan günü İstanbul önlerine gelir. Kuşatmanın 12. gününde, İstanbul bombalanmaya başlanır. 29 Mayıs Salı gecesi, tan yerinin ağarmasından iki saat önce, Sultan Mehmed Han, iki rekât nâfile namaz kılacak ve Rab’ binden, fetih niyâzında bulunacaktır. Gün ağardıktan sonra, büyük taarruz başlar ve gün içinde, 53 gün süren kuşatmada sona gelinir ve İstanbul düşer. Öğle saatlerinde doğru, artık tarih boyunca, “Fâtih” ünvaniyle anılacak olan padişah, atının üzerinde, Topkapı surlarından şehir içine girer. Doğrudan Ayasofya’ ya doğru gitmektedir. Arkasında, Osmanlı askerleri, tekbir sesleri ile ona eşlik etmekte, şehrin yerli halkı, din adamları ile yanyana, Fatih’ e alkış ve tezahürat ile hoş geldin demektedir. Ayasofya Kilisesi’ ne giren Fatih ; burayı, en ücrâ köşelerine kadar gezdikten sonra, otağına dönmek üzere oradan ayrılırken, Kilisenin en kısa zamanda camii’ ye dönüştürülmesini emreder. Ahmed Muhtar Paşa , " Feth-i Celil-i Konstantiniyye” adlı eserinde, ilk cuma namazının kılınışını şöyle anlatır: "Fetihten sonra en mühim hadise Ayasofya' da ilk cuma namazının kılınmasıdır. Mimarlar ve işçiler geceyi gündüze katıp çalışarak, Salı günü fetholunan şehrin en büyük kilisesinde Cuma’ya kadar gerekli değişikliği yaptıktan sonra, Padişah, kumandanları… gelip içeri adım atar atmaz, ilâhî bir gulgule yükseldi… Akşemseddîn Hazretleri, Sultan Mehmed Hân’ ı Sânî Hazretleri’ nin koltuğuna girip, tâzim ile Sultan Memed Hazretleri’ ni minbere çıkardı… Hazret-i Fatih, minberde, yüksek ve etkili bir sesle, ELHAMDÜLİLLAH, ELHAMDÜLİLLAH diye hutbe okumaya başlayıp,…şükür ve mahmidet eylediği zaman idi ki , câmide mevcud bütün gâziler…gözlerinden sel gibi yaşlar dökmeğe başladılar. Hazret-i Fâtih, kâide-i üslûb-ı hatîb üzre hutbeyi okuyup edâ ettikten sonra, minberden inerek, Akşemseddin Hazretleri’ ni imâmete geçirip, Cuma namazını ol vaktin icâbatına göre, mücahidin-i dîn-i mübîn safları önünde edâ eyledi.” ( Reşad Ekrem KOÇU- İstanbul Kültür ve Sanat Ansiklopedisi, c.2, s.866) Ne acıdır ki; fetihten sonra, tam 481 sene Müslümanlara camii olarak hizmet veren Ayasofya, Hristiyan milletler topluluğu adına, ABD’ nin T.C. Devleti’ ne ısrarlı baskısı ve tehditleri üzerine; 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile , 1 Şubat 1935’ de resmen müzeye dönüştürüldü. Yani Ayasofya tam 85 senedir mahzun. Oysa Fatih; vakfıyetinin kapsamına aldığı Ayasofya’ nın vakıf senedini şu cümlelerle bitiriyordu : “…Benim bu mabedim, dünya durdukça cami olarak kalacaktır. Her kim benim bu mabedimi camilikten çıkarıp, başka bir şeye çevirirse; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun! Onlar, hiç hafiflemeyen bir azabın içinde kalsınlar! Öyle ki, yüzlerine bakan ve kendilerine şefaat eden hiç kimse bulunmasın!..” İnşaallah; İznik ve Trabzon’ daki Ayasofyalar, 2011 ve 2012 yıllarında yeniden nasıl camiiye çevrildilerse, İstanbul’ daki Büyük Ayasofya’ da da Cuma ve vakit namazlarının kılınma vakti yakındır. Salih Zeki Çavdaroğlu 29 Mayıs 2020 https://ferahnak.wordpress.com/2020/05/29/567-yil-once-istanbul-surlari-onunden-su-ses-yankilaniyordu-ey-kostantiniyye-ya-sen-beni-alacaksin-ya-ben-seni/
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Salih Zeki Çavdaroğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |