Değişim dışında hiçbir şey sürekli değildir. -Heraklitos |
|
||||||||||
|
uçurumlardan hoşlanan bir uçurumdur.” “Louis Lambert _ Balzac” Yabancı Yürüyordu ay ışığında. Dört bira yoksa beş mi? Iyi içmişti bu akşam. Ayaklarını yere sürte sürte yürüyordu; soğuk gecede... Ağzından sıkan hava; büyük bir sis gibi dağılıyordu. Her nefes alıp verişinde sanki sigara içiyormuş gibi duman çıkarıyordu. Soğuk gecede... Elini cebine atıp; bir sigara çıkardı ve yaktı. Çakmağın ışığında çevresi çok korkunç görünmüştü. Bir anlık nerede bulunduğunun fotografını görmüş gibiydi. Ama ışığın sönmesiyle tekrar içi rahatlamıştı. Aydınlık ve ışık her zaman iyi değildir; hele de elinden birşey gelmiyorsa... Bazen körü kürüne yürümek daha iyidir. Belki de bir uçuruma doğru yürüyordu ve bunun farkında değildi; mutlu mutlu yürüyordu işte. Sanki hayatımızda herşeyi kontrol edebiliyoruz. Çogu zaman uçurumdan daha tehlikeli yerlere gidiyoruz; herşeyi görmemize rağmen. İşte bu yüzden karanlıkta yürümeye devam etti. Önündeki patikanın birkaç metre ilerisini görüyordu çoğunlukla. Arada bir kafasını kaldırıp; karanlık geceyi ve gölgeleri farkediyordu; gerçeği asla yansıtmayan gölgeleri... Sağında bir patika daha belirdi. Yürüdüğü ana patikaydı ve öbürü biraz daha zayıf ve otlarla daha çok kaplıydı. Bir yürüdüğüne baktı; birde diğerine, ikisinde de 5 – 10 metre öteyi ve sonunda karanlığı görüyordu. Bir yol ayrımındaydı ve içgüdülerinden başka dayanacağı hiçbir şey yoktu. Yoluna devam etti. Belki güzel birşeyleri kaçırmıştı; yada ölümden dönmüştü. Asla hangisinin iyi olduğunu bilemeyerek yürümeye devam etti. Çoğu zamanda bu böyle olmaz mı? İyi bir şey çıkarsa şükretmeli; kötüyse lanet okumalı... Soğuktu, elleri ceplerinde ayaklarını sürte sürte yürüyordu. Kanında onu neşelendirecek kadar bir alkolle. Tekrar bir yol ayrımına geldi. Bu sefer içgüdüleri ona sapmasını fısıldadı ve yan patikaya devam etti. Aslında sonuna kadar düz devam etmesi; ana yoldan ayrılmaması içinde bir yerde vardı; ama hayat bu; her insan bir iki kere başka yollara sapar. Belki de kendi içgüdülerine güvenmeyi öğreniyordu; hayatı pahasına... Bir iki yol ayrımından daha geçti ve yürümeye devam etti. Bir sigara daha yaktı. Aslında bunu sırf ateşin aydınlığına ihtiyaç duyduğu için yakmıştı. Kendi korkaklığını belli etmemek için sigarayı kullanıvermişti. Umduğu veya korktuğu birşey görememişti. Ne görmeyi umuyordu ki? Yürüyordu elinde sigara, soğuk, sisli gecede. Bir karartıya yaklaştığını farketti ve adımlarını hızlandırdı. Ne olacaksa bir an önce olmalıydı. Bu onun kaderiydi ve artık yürümemekten sıkılmıştı. Yaşarken de bu böyle olur; hiçbir zaman kontrol edemediğimiz dış etkiler önümüze bir kurgu koyar ve biz bunu oynarız; adına “yaşam” diyerek. Karşısında duran yapıya bakıp, sigarasından bir nefes çekti. Oldukça kasvetli bir yapısı vardı. İki katlı bir dağ eviydi bu. Sanki evin tamamında; bir köşesinden diğerine uzanan devasa bir örümcek ağı vardı. Evin tamamı bu ağın altında duruyormuş gibiydi. Birinin bu eve girmeden önce bu ağı parçalaması gerekliydi. Peki ya örümcek? Yavaşça eve doğru yürümeye başladı. Bahçe kapısından geçti. Zamanında güzel olan bir bahçe vardı; şimdi yabani otlar kaplamış. Bir köşede bir salıncak ve bir çardak. Güzel yaz gecelerine serinlik eden yaşlı çardak. Evin kapısını biraz zorladıktan sonra açıp içeriye girdi. Üzerine tavandan dökülen tozları temizledikten sonra çevresini incelemeye başladı. Uzun bir koridor vardı önünde, hemen girişte bir komidin ve onun yanından sağa doğru geniş bir kapı açılıyordu. Koridorun sonu tamamen karanlıktı; burası mutfak olmalıydı. Gıcırdayan adımlarla sağa döndü ve büyük kapıdan içeri girdi. Çevresindeki gölgelere çarpmamaya çalışıyordu. Tam karşısında duran şömineyi görünce üşüdüğünü farketti. Büyük bir oturma odasındaydı. Yavaş hareketlerle karartıların yanlarından geçerek duvar dibinde duran şöminenin yanına gitti. Bir kaç odun ve kağıt parçasıyla ateşi canlandırmayı başardı. Üşümüştü; elleri yanan ateşin üstünde birkaç dakika öylece bekledi. Yavaşça doğrularak hemen şöminenin yanında duran tek kişilik koltuğa oturdu. Gözleri o kuvvetli ateşin etkisiyle bir şey göremiyordu. Hala gözünün önünde parlak turuncu kızıl ışık duruyordu. Yavaş yavaş gözleri karanlığa alışmaya başlıyordu ve çevresini incelemeye başladı. Hemen ayaklarının dibinde bir sehpa duruyordu, üzerinde bir kültablası. Oldukça kötü durumdaydı her ikisi de. İnsanlar buraya kullanmadıkları, eski eşyalarını getiriyor olmalı diye düşündü. Bu eşyaları daha önce görmüş gibiydi sanki. Kendi evinde de vardı bundan bir tane. Zaten hangimizde yoktu o kare iç içe geçen sehpalardan. Bunlardan en büyüğü; en kullanışlı olduğunu için hep kalır ortalarda, diğerlerinin akıbetini kimse bilmez. Ama ona garip gelmişti işte. Işık burada etkisini iyice gösteriyordu; nerdeyse tamamen gözüküyordu bu kare sehpa. Bir sigara yaktı ve kültablasına koydu. Bunu da sırf kendini evde hissetmek için yapmıştı. Şöminenin hemen üstünde duvarda bir tane tablo vardı. Karanlıkta karakalem gibi duruyordu. Bir kadın resmiydi, karanlığa rağmen güzeldi. Kim bilir kimin sevgilisi ya da bir ressamın hayalindeki güzeldi. Sonuçta ona yanlız olmadığı hissini vermişti. Belki de ev sahibinin resmiydi ve sonuçta onun misafiri sayılırdı. Ona doğru gülümsedi ve sonra bu saatte rahatsız ettiğim için kusura bakma gibisinden; başını önüne eğdi. Sehpanın biraz ilerisinde bir komidin duruyordu. Üzerinde birkaç biblo ve resimlerin konduğu küçük tablolardan vardı. Burada çocukların resimleri olmalı diye iç geçirdi. Çocukları vardı çünkü bahçede bir salıncak vardı. Burası da şömineye fazla uzak sayılmazdı ve biraz aydınlanıyordu. Komidinin üç tane kapalı çekmecesi vardı. Insan salonun ortasında duran çekmeceye ne koyar ki? Kalkıp bakmak istedi. Sonra bu fikrinden vazgeçti. Sonuçta o misafir sayılırdı ve böyle davranması hiç hoş değildi. Başını hafifçe sola doğru çevirdi. Hemen yanında bir oturma grubu duruyordu. Bu da eski sayılırdı. Gözleri koltuğa dikili bir biçimde düşünmeye başladı. Yakın olan yerler daha belirgindi, bordo ya da koyu kırmızı bir rengi olmalıydı. Uzaktaki köşesinde bir yastık duruyordu. Ateşin; havanın etkisiyle dalgalanması koltuğun üzerinde yalancı desenler oluşmasına sebep oluyordu. Belki bu koltuğu ilk aldıklarında üzerinde ateşli şekilde sevişmişlerdi. Belkide büyük bir çocukları vardı; orada kaçamak yapıp bu evde ilk masum aşıklarını ağırlıyordu. Bir parti sonrası üzerinde kusulmuş yada sızılmış olma ihtimali de vardı. Ne güzelim anılara sahit olmuştun sen ey koltuk! Peki ya şimdi? Seni tamamen göremeyen bir yabancının maskarası oluyorsun. Zaman; herşeyin değerini sen belirliyorsun. Bakınmaya devam etti. Girdiği kapının hemen solunda büyükçe bir yemek masasıyla, beş tane sandalye vardı. Buralar iyice karanlık olduğu için; detayları tamamen hayal gücünün elindeydi. Ahşap olmalıydı ve üzerinde sayısız bıçak izi de mutlaka vardır, ya da dikkatsizce bırakılmış bir tencerenin yanık izi. Mutlaka neşeli akşam yemeklerine şahit olmuştur. Ey eşyalar; hepinizin üzerinde sayısız anılarımız var; bir yabancı bile olsa bunu farkeder ve efkarlanır. Bir sigara daha yaktı; bunu az önce o masadaki güzel yemekten kalkmış ve ağzında biraz önce aldığı şarabın tadı olan evin reisi gibi yakmıştı. Yavaş hareketlerle sigarasını çekiyordu ve bu anı elinden geldiğince uzatmaya çalışıyordu. O şu an bu evin sahibiydi ve her eşyayla arasında sıcak bir bağ kuruyordu. Karısı masayı topluyordu ve birazdan orada oyun oynayacaklardı. Daha sonra beş sandalyeyi düşünmeye başladı. Bu masa için beş tane azdı. Ya kırılmıştı diğerleri yada mutfakta bir yerlerde olmalıydı. Sigarasını içiyordu, ama bir anda neşesi kaçtı. Evin kadını kötü bir haber almış ve köşedeki sandalyede oturup başı ellerinin arasında; masanın üstünde ağlıyordu. Bir yakınını kaybetmişti O şu an. Sandalyenin üstünde kadının gölgesini en ince detayına kadar görüyordu. Üzerinde bol yazlık bir elbise vardı ve şaçları ellerini kapıyordu. Ara sıra hıçkırıklardan kafası hareket ediyordu. Elinin üstünden aşağıya süzülen gözyaşının sıcaklığını iliklerine kadar hissetti ve o an gördüğü hayalden tereddüt edercesine kendi kendini dürttü. Şömineden çıkan ışık oyunları ve hayal gücü; ona her düşündüğünü yaşıyormuş hissini veriyordu. Sessiz bir tiyatroda gibiydi; kafasından geçenin oynandığı; Hayaller tiyatrosu... Masanın arkasında köşede bir gölge daha vardı; buralara ışık nerdeyse hiç ulaşmıyordu. Dikdörtgen kısa sayılacak bir gölge. Masanın arkasında duran şey ne olabilirdi ki? Bunun ne olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu. Bir komidin daha mı? Ya da ufak bir kitaplık? Ortalıkta hiç kitap görmemişti, ya da ona benzer gölgeler. Diğer köşede bir kapı vardı ve büyük ihtimalle balkona çıkıyordu. Pencerelerden sonra gelen kapı balkona çıkar diye düşündü. Balkonu da anlatmak istiyordu ama balkonu anlatmak için görmek gerekli diye düşündü. Nereye bakıyor ve ne büyüklükte, bunlar balkonun hayali için önemliydi. Hayattan daha doğrusu evin boğuculuğundan kaçtığımız gökyüzünün güzelliklerini gösteren büyülü yerler. Hafif hafif gözleri kararmaya başlamıştı; sıcağın etkisiyle. Uykusuzda sayılırdı zaten. Tüm eşyaları tek tek incelemiş ve hepsinde kendinden birşeyler bulmuştu. Ah insanlarımız çoğu zaman onların kıymetini bilmiyor. Bir yaşam gizliydi burada; sessiz ve sakin bir yaşam. Bir anda saatin gong sesini duydu. Bir yerlerde saat olmalıydı. Belki de tam başının üstündeydi ve gölgesini görememişti. Ama artık tıkırtıları duyuyordu. Başından beri odunun yanma sesine karışan tıkırtılar şimdi gayet net bir şekilde kulağına geliyordu. Beyni istemsiz olarak tıkırtıları sayıyordu. Beş tıkırtı süresince ateşe bakıyordu ve kafasını iki tıkırtı içinde çeviriyordu. Hareketleri yavaşlamıştı, uykusu gelmişti, esnedi. Son bir uyku sigarası içip içmeme tereddütünü yaşadı. Ve sonunda cebinden çıkarıp yaktı. Ateşin etkisiyle gördüğü fotoğraf ona çok tanıdık gelmişti, evi bu kadar çabuk sahiplenmiş olmasına gülümsedi. Bu akşam ne olmuştu ona? Niye buradaydı ? Bunları düşünmeye başladı. Fazla birşey hatırlamıyordu. İçmişti ve çok içmişti. Bir yerde arkadaşlarıyla içiyordu ve bir kopukluktan sonra yürüyordu ; o lanet patikada... Ve neredeydi bunu bilmiyordu. Düşündükçe başı ağrımaya başladı. En iyisi uyumaktı, sabah nasıl olsa gölgeler gerçek nesnelere dönüşecek ve o da nerede olduğunu anlayacaktı. Montunu çıkarıp kollarının üstüne örtü. Nerede olduğunu bilmeyerek uyumaya çalıştı. Karısı ve çocukları aklında. Merak ediyorlar mıdır acaba ? Bir of çekti ve herşeyin düzelmesini sağlayan tıkırtılara bıraktı kendini. Kolları iki yana düştü... Kaskatı bir şekilde uyandı. Boynu tutulmuştu. Güneş doğmuş, hava biraz yumuşamıştı. Sömineden sönen ateşin dumanları tütüyordu. Hafifçe başını kaldırıp çevresine bakındı. Ve o anda dehşete düştü, donup kalmıştı. Ayağa kalktı, şöminenin üstünde asılı duran karısının resmine baktı. Şaşırıp kalmıştı. Bu resmin burada ne işi vardı ? Kafasını çevirip evin tamamını görünce ; birşeylerin farkına vardı. Burası onun kendi eviydi ; evet uzun zamandır gelmediği ; bir dönem sıkça kaldıkları dağ eviydi. Yaşadıklarına inanamıyordu. Nasıl olmuştu ve neden buraya gelmişti ? Birden kahkalarla gülmeye başladı. Bu nasıl bir hayattı böyle! Yine bazı tercihler yapmıştı; tamamen içgüdüleriyle ve sonunda yine kendini, kendi yaşamını bulmuştu. Bundan kaçmanın yolu yok muydu ? Bu kadar mı bağlıydı bu eve ya da bu lanet hayata? Beyni onu yine buraya getirmişti. Aslında yol boyunca yaptığı her sapma aynı hayata gidiyordu. Kendi hayatına! Fakat birden dün gece bu evi tanımadığını farketti. Nasıl olur da bir insan kendi evini tanımaz ? Kendi eşyaları üzerinden hayaller kurar. Ve o an birşeylerin farkına vardı. O dün bu evde bir yabancıydı. Kendi hayatında bir yabancı . Birbirimize o kadar benzer yaşıyoruz ki ; aslında çoğumuz kendi hayatımızı yaşamıyoruz. Her gün yeni hayatı kabullenip; onu kendimizin gibi yaşıyoruz. Bu yüzden gerçek kendi hayatımıza bir yabancı gibi bakabiliyoruz. Tüm dekorlarımız basma kalıp ve değerlerimiz sadece ışığın aydınlatmasına bağlı. İşte bu yüzden bize bir dönem hüzünlü melodiler çalan köşedeki pikabı unutuyoruz. Girdiği büyük kapıdan çıkıp, hızla bu yabancısı olduğu evden kaçtı
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © onur güner, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |