Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Doğrudan her yılı isim olarak hatırlamasam da, yıllar benim hafızamda bazı olaylarla kaldı. Mesela daha 8-10 yaşlarındayken (60’lı yılların ortalarında ve sonlarında), radyolardaki haber bültenlerinin ilk sırasında hep Lübnan’daki iç savaş olurdu. Ajanslarda “Sağcı Falanjistlerle, solcu Müslümanlar arasında çıkan çatışmada…” diye başlayan çatışma haberleri verilir; ben de Müslümanların hepsi solcu olur, öbür dinler sağcı olur diye düşünürdüm. Onun için de solcu olmayı ta o zamanlar kafama koymuştum. Öyle ya, Müslümanlar solcuysa, biz de Elhamdülillah Müslüman olduğumuza göre, haliyle solcu olacaktık. Yine aynı haberlerin devamında “Dürzilerin Lideri Velid Canbolat’ın yaptığı açıklamaya göre…” denirdi. O zamanki çocuk beynimle, “Demek ki Velid Canbolat’ın tarafı dürzüyse, savaştıkları karşı taraf da, ya …, ya da….” diye aklımdan geçirirdim. Sonradan öğrendik tabi, öyle değilmiş ama, benim aklımda o yıllar hep bu imajlarla kaldı. Tabi, sivri burun, yumurta topuk ayakkabı da unutulmaz... 70’li yıllar bir yandan erkeklerin uzun saç uzattığı, İspanyol paça pantolonların giyildiği bir dönemdi. Bu şekilsel modalar, zengin yoksul tüm gençleri etkisine alırken; siyasal olarak da tüm dünyada devrim rüzgarları esiyor; özellikle üniversite gençliği, emperyalizme karşı mücadele için örgütleniyor, gösteriler yapıyor, afişlerle, pankartlarla, duvar yazılarıyla halkı başta ABD olmak üzere, emperyalist ülkelere karşı direnmeye çağırıyorlardı. Bu arada tüm dünya ülkelerinde gençler, kendi devlet yönetimlerinin demokratikleşmesi, gelir dağılımında adaletin sağlanması, hak ve özgürlüklerin sınırlarının genişletilmesi için de yoğun bir mücadeleye başlamışlardı. Sloganların temel mesajı yoksulluğun ortadan kaldırılmasıydı. Tam o dönemlerde çocukluktan gençliğe geçiş dönemi yaşadığımız için, “Fakirler devrimci olur, zenginler sağcı olur” felsefesini esas alarak, tüm gençlerde devrimciliğe bir yöneliş başlamıştı. Aşık Mahsuni’nin “İnce ince bir kar yağar fakirlerin üstüne” türküsü, siyasetin felsefi temelini bilmeyen ama yoksulluğun ızdıraplarını yaşayan Anadolu gençleri için hareket noktası olmuştu. Bir anlamda 70’li yılların modasıydı devrimci olmak. Bu hareketlere üniversite gençliği önderlik ettiği için de kitap okumak şarttı. Önceleri sadece yoksul olduğu için devrimciliğe yönelen gençler, sonra neden devrimci olduklarını öğrenmek için hummalı biçimde toplumsal, siyasi ve felsefi konularda okuma seferberliğinin içinde buldular kendilerini… Tabi okudukça da ayrılıklar, bölünmeler başladı. Çok bilenlerin olduğu yerlerde anlaşmazlıklar da çoğalmaya başladı. Sayılamayacak kadar fraksiyon türedi. Bu arada sağcılar da aynı şekilde önce Türk Ocakları’nda, sonra Ülkü Ocakları’nda toplanıp, Türklük, milliyetçilik, Müslümanlık temelinde örgütlenmeye başladılar. Devrimciler kadar okumaya zaman ayırmasalar da, eğitim çalışmalarında tarih ağırlıklı konularla taraftarlarını eğittiler. Sonrasında ortaya çıkan tartışmalar, çatışmalar ve hazin durumu hepimiz biliyoruz. Onlara tekrar hatırlamak bile istemediğimiz için, meselenin diğer şekilsel yanına baktığımızda; devrimci erkeklerin çoğunlukla saç uzattıklarını, bıyıklarını dudak hizasında kesip, parka ve kot pantolon giydiklerini; ülkücülerin ise kısa saçlı, sarkık bıyıklı; çoğu yerde kalpak giyip, karate okullarına eğilim gösterdiklerini görüyoruz. Sağcı örgütlenmelere kız öğrencilerin çok fazla ilgi göstermedikleri, devrimci kızların da hiç makyaj yapmayan, kot pantolonlu ve parkalı oldukları da dikkat çekiyordu. Meclis'te ise moda laf; "Kadayifin altı kızarmadı"ydı. Bouynlardaki kolyelerin, kollardaki bilekliklerin modadaki yeri de akılda kalanlar. Bu siyasal yapılanmaların dışında kalan gençler ise, çoğunlukla yabancı rackçılara özeniyor, hippi kılıkları tercih ediyor, yeni yeni yaygınlaşmaya başlayan cafeleri mekan tutuyorlardı. 80’li yılların başında, 12 Eylül’ün etkisiyle hızla bir anti-siyasallaşma başladı. Gençlerin gözde modası eğlence merkezleri oldu. Kitap satışları, özellikle de toplumsal, siyasal kitap satışları inanılmayacak derecede düştü. Magazin kültürü, gençlerin sohbetlerine egemen oldu. Gençlerin tamamına yakını, kişisel kurtuluş hesaplarıyla, devlet ve özel kurumlarda nasıl üst seviyelere gelirim, nasıl kısa yoldan zengin olurum hayalleriyle yaşamlarını düzenlemeye başladılar. Bir çoğu da bu hayallerini gerçekleştirmek için “her yol mübah” felsefesiyle hareket ettiler. Toplumda “Gemisini kurtaran kaptan”, “Her koyun kendi bacağından asılır”, “Sağ gözün, sol göze faydası yok” sözlerini hayat felsefesi seçti; kimlik, kişilik, güven, toplumsal sorumluluk gibi erdemler, fantezi görülmeye başlandı. Zaten bu erdemleri savunanlar da kelaynak kuşları gibi parmakla sayılır durumdaydı. O zamanların moda mesleği davulculuk ve paparazzilik olmaya başlamıştı. “Bal tutan parmağını yalar”, “Benim memurum işini bilir” deyimleri, 80’li yıllardan 90’lı yıllara kalan en önemli mirastı. Bu mirasın gereklerini yerine getirmek için erkekler giyimlerini takım elbise, kravat; kızlar da bluz-etek, düzgün makyajla bürokratik kademelere ve iş alemine yöneldiler. Kültürel tercih de, kitaplardan, ciddi gazetelerden, televizyonlara, videolara kaydı. Siyasal partilerdeki faaliyetlerin temelini “Nasıl belediye başkanı olurum, nasıl milletvekili seçilirim” hesabı oluşturunca, partilerine emek harcayanlar, toplumsal kaygılarla siyaset yapanlar değil, ayak oyunlarını en iyi becerenler ön plana çıktı ve yönetimlere geldiler. O yılların modası, cilalı, ağdalı, insanları etkileyen güzel sözler kullanmak, iyi nutuk çekmekti. Bu moda gerçi eski yıllarda da kabul görüyordu ama, 90’lı yıllarda bu taktik, danışmanlık şirketleriyle, danışmanlarla, bilimsel (!) araştırma kuruluşlarıyla alabildiğine etkili kullanılmaya başlandı. 60’lı, 70’li yılların devrimcilik modası neredeyse taraftar anlamında sıfır noktasına gelmiş, o yılların önde gelenleri, kimi sol partilerin yanı sıra ılımlı sağ partilerde yükselerek, üst yönetimlerde yer almayı seçmişti. Bu seçim, 2000’li yıllara da damgasını vurmaya devam etti. Yakın tarih olduğundan 2000’li yılların 5 yılını hepimiz iyi hatırlarız. Siyasal, toplumsal yapıyı ve gençlerin başta bilgisayar, internet olmak üzere teknolojiye yönelimini, bunların dışında kalanların ise kapkaç, klasik hırsızlık, bilimsel ve yasal dolandırıcılık (banka hortumculuğu, devlet ihaleleri), teknolojiyi kişisel çıkarlarda kullanma gibi yöntemlerle servet edinme, statü elde etme yoluna gidildiğini herkes çok iyi gözlemliyor. Fakat magazin dünyasındaki gizli kamera çekimleriyle gündemde kalmak da bu yılların en moda yöntemi oldu. Paparazzililik de modada altın yıllarını yaşıyordu. Fakat son 1-2 yılda ülke genelinde moda olan birkaç şey daha var. Ve bence de bu senenin modası da bunlar olsa gerek: Övünmek, çok konuşmak... Nereye gitseniz, kiminle iki laf etmeye kalksanız kendinden bahsetmeye başlıyor, yeteneklerini, dürüstlüklerini, bilgi birikimlerini, mükemmelliklerini anlatmakla bitiremiyor. Herkes her şeyi biliyor, her konuda saatlerce nutuk atabiliyor. Gerçi buna moda mı denir, çağımızın hastalığımı bilmem ama; konuşmak ve övünmek dayanılmaz noktalarda... Sizce ne bu senenin modası?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Atılgan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |