Anlamak beğenmenin başlangıcıdır. -Spinoza |
|
||||||||||
|
1998 yılında “Ozanlar Diyarı, Fikir Kalesi, Şirin Kırşehir” adlı bir kitabım basıldı. Kitapta, Kırşehir’in tarihi, kültürel bir özetinin yanı sıra, yerel deyimler, lakaplar, maniler de yer aldı. Kitabın en çok yankı bulan bölümü ise “Yaşanmış Kırşehir Esprileri”ydi. Bu “Yaşanmış Kırşehir Esprileri”nde, hayata çoğunlukla iyimser pencereden bakan Kırşehirliler’in günlük yaşamındaki esprileri ve sıra dışı olayları konu almıştım. Bu esprilerin büyük çoğunluğunu da o zamanlar Yazı İşleri Müdürü bulunduğum Çağdaş Kırşehir Gazetesi’nde yayınlamıştık. Bu espriler, Milliyet, Sabah, Cumhuriyet, Zaman, Akşam, Radikal gibi gazetelerde seçme espriler olarak yer aldı. Hatta, “Kırşehirliler, Temel’e rakip çıkıyor!”, “Karadeniz fıkralarından sonra, şimdi de Kırşehir fıkraları” başlıklarıyla duyuruldu ve ciddi bir ses getirdi. Ulusal gazetelerdeki bu haberler, tez elden onlarca internet sitesine taşınarak, çok geniş bir kesime ulaştı. Bir yandan Türkiye’nin her yerinden kitabı temin etmek isteyen hemşerilerimiz telefonla, faksla kitap talebinde bulundu. Diğer yandan da, “Kırşehirliler’i küçük düşürdüğü” gerekçesiyle, sitemlerini, hatta kınamalarını iletenler oldu. İstanbul’dan bayan bir mühendis hemşerimiz telefonda “Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Bizleri aptal yerine koymuşsunuz!” diye epey bir fırça atmıştı. Yine Erzurum’daki bir Kırşehirli öğrenci de buradaki babasını arayıp, arkadaşlarının kendisiyle dalga geçtiklerini ve kitabın yazarını bulup, bir daha böyle şeyler yazmamasını söylemesini istemiş. Buna benzer, epeyce rahatsızlıklarını dile getirenler oldu. Ben, bu esprileri zevkle okudukları halde, kompleks duyan hemşerilerimize sürekli “esprinin bir zeka ürünü olduğunu” söyledim. Temel fıkralarından dolayı hiçbir Karadenizli’nin rahatsız olmadığını ve onlara kimsenin küçümseyici gözle bakmadığı gibi, zeki insanlar olarak gördüklerini hatırlattım. 2001 yılında Kaman Belediyesi’nde görev yaparken, Ankara’da yaşayan iki hemşerimiz beni ziyaret etti ve işyerlerinde arkadaşlarının kendileriyle alay ettiklerini, kendilerini savunamadıklarını söylediler. Yanımda, Kırşehir’in yetiştirdiği büyük yazar Hasan Kıyafet de vardı. Ben, daha iki hemşerimize cevap vermeden, Hasan Kıyafet ağabey söze girdi ve hemşerilerimize büyük bir tepki gösterdi. Dünyanın en büyük erdeminin kendisini “ti”ye almak olduğunu, esprili toplumların, her zaman daha sağlıklı ilişkiler kurduklarını ve barış içinde yaşamaya en yatkın insanlar olduklarını uzun uzun anlattı. Sitem etmek için gelen hemşerilerimiz, teşekkür ederek ayrıldılar. Zamanla tepkiler durdu ama, aradan yıllar geçmesine karşın kitaptaki ve daha sonraları “Kırşehir’in Günışığı” dergisinde yayınlamaya devam ettiğim esprilere ilgi giderek büyüdü. Dergiyi alınca ilk olarak espri sayfasını açan hemşerilerimiz var. Okudukları esprileri, ilk iş olarak uzaktaki yakınlarına telefonla aktaranlar var. Ve esprilerin yer almadığı sayıları aldıklarında beni arayıp nedenini soranlar var. Espriyi yaratmak gerçekten zeka işi. Espriyi yakalamak da ciddi bir dikkat istiyor. Espriyi algılamak ise her insanın harcı değil. Geçen sayımızda “Abdallar ve Kırşehir’e Üniversite” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bir hemşerimiz aradı, “Bethoven’in Abdallar’dan olduğunu nasıl tespit ettiniz?” diye sordu. Yine aynı yazıyla ilgili olarak bir hemşerimiz de kocasına “Avrupa Birliği’nden müzakere tarihi almamızda, Neşet Ertaş’ın Acem Kızı türküsünün gerçekten etkisi olmuş mu?” diye sormuş. Tam bu yazıları hazırladığım sırada Hatay’dan öğretmen bir hemşerimiz aradı. Geçen sayıdaki yazımda değindiğim, “Aydın Çekiç’in, Veli Ertem’in bağlamayla, Resul’un kemanla amansız dövüşünü; Ahmet Usta’yla davul, Ayvaz Usta’yla zurna, Abidin Ertek’le kaşık arasındaki dostluğu ve diyaloğu, hiçbir ezgide, hiçbir enstrümanda bulmak mümkün değil” sözlerimi hatırlatarak, “Gerçekten de, bağlamayla, kemanla dövüştüklerinde hem çalandan, hem çalınandan ses geliyor. Davulla zurnayla dost olduklarında sadece çalınandan ses çıkıyor. Hangi enstrümanla dövüşüleceğini, hangisiyle dost olunacağını da en iyi Abdallar bilir” dedi. Ben de, o kadar uğraşmama rağmen, niye hiçbir enstrüman çalamadığımı düşünür dururdum. Meğer dost bildiğim bağlamayı zamanında düelloya davet etseymişim, bugün yazı yazıyor değil, kaset dolduruyor olurmuşum. Neyse, bizden geçti de, çok şükür yeni nesiller bunun farkında. Gazanız mübarek olsun gençler. Tavsiyem, türkümüzü, bozlağımızı unutmayın ama, en çok da oyun havası çalın emi? Çünkü, ağlayan yüze kar; gülen yüze nur yağar. Kendinizi “ti”ye alın, erdemli olun, hayatı “ti”ye alın, güçlü olun. Bol “ti”li bir yaşam dileğiyle.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Atılgan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |