İnsan gülümsemeyle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır. -Byron |
|
||||||||||
|
Neden birbirimize tahammül edemiyoruz. Her şeyi konuşamıyoruz. Eleştiriden korkuyor, eleştirilmeyi ise hazmedemiyoruz. Nedeni kıskançlık mı, kendine güvensizlik midir? Yanlış eğitim sonucu mudur? Kişisel midir, tarihsel bir birikimden mi kaynaklıdır? Bu öfke nedendir?.. Evet gerçekten tahammülsüz bir toplumuz. Nedeni o kadar çok ki.. Bir kere biz sivilleşmemiş bir toplumuz. Özgürce görüş bildirme, eleştiriye tahammül sivillere özgüdür. Tarihsel bir ahlak şekillenmesi geçirmiş ve deforme olmuş bir insani anlayışımız vardır. İslam ahlakı imdada yetişmeseymiş kim bilir ne barbarca ve despotik olacaktık. Birilerinin ocağını başına çökertmek için, akınlar yaparken “şen“ olmuşuz. Ülkeleri, talan ve viran ederken, kılıç şakırtılarımız bize “melodi” gibi gelmiş, omuz üstünde baş bırakmadığımız zaman da kendimizi “kahraman” hissetmişiz. Girdiğimiz ülke halkları bizi “barbarlar” diye anarken, biz ise, göğsümüzü kabarta kabarta onlara adalet götürdüğümüzü anlatıp durmuşuz. Çocuklarımız torunlarımız bu ahlak ve şerait üzere yetişti. Hep tepeden emirle oturduk, kalktık. Kendi başımıza yol yordam bilemez olduk. Yukarıda Allah, yerde devlet dedik, büyüklerimiz var dedik; dedik de kişiliğimizi böylece öldürdük. Tabii bunu biz özgürce yapmadık, kılıç ve sonra da dipçik zoruyla alıştırıldık, elimine olduk. Kime düşman dendiyse “he babam dedik”, kime dost dendiyse “he babam” dedik. Oysa düşman denilen, gün geldi “dost” olarak gösterildi, dost belletikleri gün geldi “düşman” gösterildi; anlamına bakmadık; “yok” denilmesi gereken yerde “yok” demesini bilemedik, diyemedik. Oysa yerdeki tiranlarımız içinde deli sultanlar da gelip geçti. Osmanlı imparatorluğundaki tüm milletleri Türk saydık; kimliklerini yok saydık. İttik, kaktık.. Ayrılmak isteyene hain dedik. Onları olduğu gibi kabul edip tahammül edemedik; ayrı kimliklerini hazmedemedik.. Derken Cumhuriyet dönemi geldi; ”Güneş Dil” teorisi ile tüm tarih Türk sayıldı.. Hint-Avrupa ırkından olan Sümer, Hitit, İskitler vb. Türk sayıldı... Tarih Türklerle başladı; onlarla yazıldı, çizildi. Dünya yerine kendimizi kandırdık, durduk. Tersini duyunca tepkisel refleksimizi tutamaz olduk. Farklılıkları zenginlik sayıp ortak değerlerle birliktelik yolu yerine, toptan yok sayıp, inkar yolunu seçip hazır şablonlar hazırladık. Emir en “derin” yerden “herkes kendini Türk kabul edecektir” başka yolu yoktur. Aksini söyleyenlere “bölücü”, destek veren Türklere ise ”yıkıcı” damgasını vurduk.. Herkes birbirine kuşkuyla bakar oldu. Güvensizlik had safhaya vardı. Herkes ve her şey “öcü” olunca çekilemez olduk.. Birbirimizi çekemez olduk. Tabularımız gelişti. Tabularımız fobilere dönüştü. Atatürk tabusu, derin devlet tabusu, asker-ordu tabusu, Kürt fobisi, türban fobisi, alevi fobisi, din fobisi.. Bizi ne hale getirdiler. Hiçbir bahanemiz yoksa futbol takımı tutarak içgüdüsel olarak egomuzu tatmin yoluna koyulduk. Alışkanlık yapmış bir kere. Bu ne işkence Allah’ım. Neden birbirimizi olduğu gibi; Allah’ın yarattığı şekilde kabullenemiyoruz. O zaman herkes bir “ohhh!” çeker ve sakin bir diyalog başlar. Her şey yoluna girer, ne bölücü kalır ne yıkıcı.. Şu tarihi yalanımızı artık yüreğimizin ve vicdanımızın tasdikinden geçirelim, olduğu gibi hayata geçirelim: “Herkes, din, dil, ırk farkı gözetilmeksizin eşittir.” Herkes dili ve kültürünü yaşasın, araştırsın, öğrensin. Herkes inandığı şekilde, giyinsin, yaşasın, dua etsin… O zaman tahammül de olur tekamül de.. O zaman birlik de olur dirlik de. Artık korkularımızı yenelim ve tarihimizle yüzleşelim de kendimize gelelim. Artık kendimizi kandırmayalım, bir birimize tahammül edelim. Birbirimizi dinleyelim, dinler diyaloğu, toplumlar diyaloğu, halklar diyaloğu, insanlar diyaloğu başlamalı artık. İnsan olduğumuzun zevkine varalım da rahata erelim. Artık bir birimizin mezarını kazmak yerine, insanlığın geleceğine gereken özeni gösterip, ekonomik, sosyal, yaşamsal, çevresel çözümler üretip ekolojik dengeleri bozmayalım. İnsanca yaşamak hakkımızı kullanalım ve sahip çıkalım. Başka yolu var mıdır? Ben bilmiyorum!.. M.Nazım GÜLER
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © M.Nazım Güler, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |