..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"Bilmezlik ile ne hoştum; hayalimde ne güzellik, ne de aşk vardı." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Toplum > Oğuz Düzgün




4 Mart 2007
Kurân'ın Kökeni Sümerde mi?  
Oğuz Düzgün
Biz de bu çalışmamızla tamamen özgür bir şekilde Tevrat’ın, İncil’in ya da Kur’an-ı Kerim’in kökenlerinin Sümer’e dayandığı yâni bu kutsal kitapların Sümer’den alıntılandığı tezini sorgulayacağız.


:EHHJ:
Kutsal Kitapların Sümer‘den alıntı olduğu iddiası bilimsel olarak ispatlanamasa da, bu iddia çok değişik propaganda yöntemleriyle Bilimsel bir gerçek olarak toplumun önüne sunulmuştur. Öncelikle şunu söyleyelim.Her görüş özgürce ifâde edilebilmelidir yeryüzünde.Ancak hiç bir düşünce tek doğru benim deme tekelciliğine düşmemelidir.Hele bilimsel konularda doğrular, her an yeni bulguların da yardımıyla değişebilir.Bu yönüyle bilim, tabuları reddeder.Özgürlük ve sorgulama, bilimin doğasında vardır çünkü.Bu nedenle her bir beşeri düşünce ve bilimsel tez de sorgulanmayı cesurca göze almalıdır, hiçbir tabunun ardına sığınmadan.

Biz de bu çalışmamızla tamamen özgür bir şekilde Tevrat’ın, İncil’in ya da Kur’an-ı Kerim’in kökenlerinin Sümer’e dayandığı yâni bu kutsal kitapların Sümer’den alıntılandığı tezini sorgulayacağız.Bu tezin yanlışlığını yine o tezin doğruluğunu savunanların bilimsellik dedikleri yöntemlerle ortaya koymaya çalışacağız..

Sümerlerden bahsedelim öncelikle..Sümer devleti M.Ö. 3500’lü yıllarda bugünkü Irak topraklarında kurulmuş bir devlet.Bu devlet M.Ö.2000 yıllarında Akadlar tarafından ortadan kaldırılmıştı bildiğimiz gibi.Sümerlerin kökeni konusunda çeşitli görüşler olsa da onların dillerinin, geleneklerinin özelliklerine baktığımızda; Sümerlerin Orta Asya kökenli bir kavim olabileceği fikri bilimsel olarak akla daha yatkındır.Ancak elbette Sümerler zaman içinde pek çok kavimle ilişkiye girmişler, hem o kavimleri çeşitli yönlerden etkilemişler hem de kendileri etkileşime girdikleri milletlerin kültürlerinden, dillerinden etkilenmişlerdir.Bu toplumsal yaşamın kaçınılmaz sürecidir.Ancak Sümerler insanlığa pek çok yeniliği de hediye etmişlerdir.Yazı bunlardan sadece birisidir.

Şu bir gerçek; Sümerlerin kanunlarındaki bazı ifâdelerle, Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim’deki ifâdeler arasında benzerlikler var.Bu inkâr edilemez.Bildiğimiz gibi “kısasa kısas” (Talerion Prensibi) prensibi Kur’an-ı Kerim dâhil bütün kutsal kitaplarda mevcut.Daha bunlar gibi çok benzerlikler var.Peki inanan bir insan bu gerçeklerle nasıl uzlaşacak?Yâni Kutsal kitapların bazı kanunlarının örneğin Hammurabi kanunlarından alındığı tezine nasıl cevap verilecek?Burada İmam-ı Rabbâni’nin Hindistan örneğinde karşılaştığı ve İslam’la örtüşen dini inançlar için dile getirdiği:

“Hindistan'da pek çok peygamber gelmiş; fakat, tâbileri bulunmadığı için meşhur olmamışlar”

İfâdesinin bir benzeri Mezopotamya örneği için de dile getirilebilir.Tabii ki çeşitli milletlerin peygamber tanımı elbette birbirinden farklılıklar gösterecektir.Ancak Kur’âni bakış açısına göre Sümer’deki kanun metinleri ile Kutsal Kitapların benzerlikleri şöyle bir ifâdeyle açıklanabilir.

“Mezopotomya’da pek çok peygamber gelmiş; fakat zamanla tabiileri tarafından yanlış yorumlanarak getirdikleri inanç sistemi başkalaştırılmıştır”

Benzerlik tek bir kökenin habercisi olabilir.Ancak bu köken fizik ötesi bakış açısıyla bakıldığında Allah olabilir.Tabii ki Allah kavramını daha başlangıçta önyargıyla reddeden bir anlayış için bu sözün hiçbir önemi ve anlamı yoktur.O görüşe göre, köken metafizik bir unsur olamaz.Tabii ki bu tabuya inananların, bilime; inançlarını kanıtladığı ölçüde inandıklarını, bu şekilde kendilerini rahatlattıklarını söyleyebiliriz.Eğer maksat gerçeği bulmaksa, o zaman bu benzerliklerin kökeninin Tanrı olabileceği fikri ihtimal de olsa kabul edilmelidir.Bunu yadsıyan bir görüş ne kadar bilimselim dese de inandırıcı olmaktan uzaktır.

Tanrı ile konuştuğunu ve ondan emir getirdiğini iddia eden elçiler sadece Tevrat gibi Kutsal kitaplarda belirtilenlerden ibâret değildir.Milattan Önce 1200’lü yıllarda ya da daha öncesinde yaşamış olan Zerdüşt de getirdiği kutsal metinlerle Tanrının elçisi olduğunu söylemişti.Demek ki Tevrat, İncil ya da Kur’an-ı Kerim’in haber verdiklerinin dışında da Allah’tan haber getiren elçiler gelmiş olabilir ki İslam’ın temel kabulü de budur.Mısır Firavunlarından Akhenaton da M.Ö 1380’li yıllarda, Tek olan Allah’ın varlığını aldığı esinlerle haykırmıştı.

“Tanrı uludur; birdir, tektir.
Ondan başkası yoktur.
Bir tanedir,
O'dur her varlığı yaratan
Bir ruhtur Tanrı, görünmeyen bir ruh...
Ta başlangıçta vardı Tanrı,
Tek varlıktı o.”

demişti pervasızca..Bunu yaparken çok Tanrılı bir dine inanan kavminin bütün düşmanlıklarını da kabul etmiş oluyordu.Zaten hayatı da Antik Mısır dinine inananlar tarafından zehirlenerek sonlandırılmıştı.Durup dururken bu insanı toplumunun bütün kabullerine tamamen zıt bir kabule inanmaya sevk eden neydi?Üstelik onun toplumu kendisinden sonra yeniden çok Tanrılı inançlarına dönmüştü.Bu da inancın evrimleşerek geliştiği fikrini yerle bir ediyor.Zira Tek tanrılı din en son merhale idi bu görüşe göre. Tek tanrı inancı Asırlar geçtikçe evrimleşen inançların en gelişmiş şekliydi bazı görüşlere göre ama Tek Tanrılı bir din kabul edilmişken çok Tanrılı dine yeniden dönülebiliyordu.Bu da çok önceleri de insanların Tek Tanrı fikrini kabul etmiş olabileceğinin apayrı bir göstergesi değil miydi?Daha sonraları insanların bir kısmı bu inançlarından dönmüş başka ilahlara tapmaya başlamış olabilirlerdi.

Örnekte görüldüğü gibi Akheneton’un sözleri de kutsal kitapların mesajlarıyla örtüşüyor.Sadece onun mu, Hindistandaki pek çok inanışın ifade ettiği Tek Tanrı inancı, hatta Kızılderililerdeki Kutsal Ruh inanışı, Zerdüştlerin Ahura Mazda, Orta Asya halklarının Gök Tanrı inanışı hatta Tanrısız bir din olarak lanse edilen Budizm’de bile “Kutsal Buda” kalıbına oturtulan Tek Tanrı inanışı ve birbirlerinden o dönemin coğrafi şartları dolayısıyla etkilenmeleri çok zor olan milletlerin aynı dönemlerde inandıkları Tek Tanrı inanışı, ortak fizik ötesi bir kökeni gösteren benzerlikler olarak da algılanabilir doğal olarak.

Bir kere Kutsal Kitaplardaki bazı ifâdelerin Hammurabi kanunları ile benzerliğinden yola çıkarak bu kutsal kitapların beşer kelamı olduğunu savunmak, içinde ilginç bir çelişkiyi de barındırıyor.Zira bu görüş mensuplarının kurtarıcı bir ip gibi tutundukları Hammurabi ipi de Hammurabi’nin kendi ifâdeleriyle tamamen göklere bağlı.Bu nedenle “Tanrı sözü olduğunu ifade eden” metinlerle Kutsal kitapların Tanrı sözü olmadığını iddia etmek ne kadar da gülünç.Bakalım Hammurabi Kanunları olarak bilinen kanunların sahibi o kanun metinleriyle ilgili ne diyor?O kendisini inançları ve kabulleri doğrultusunda konuşturmaya çalışanların savunduklarının tam da zıddını söylüyor:

“Krallar kralı,üstün ben, sözlerim seçkindir, kudreti eşsiz (olan) ben göğün ve yerin büyük hâkimi olan Tanrı Samas'ın emriyle adaletim memlekette tecelli etsin
……………………
Hammurabi, doğruluğun kralı, Samas’ın gerçekleri verdiği ben!
Sözlerim seçkindir.Yaptıklarımin eşi yoktur.
Yalnız anlayışı olmayan için boştur.”

Hammurabi’ye göre onun kanunları tamamen ilâhidir yâni Samas’tan gelmiştir.Bu gerçekler ona Samas tarafından verilmiştir.

Bütün insanlığın üzerine titrediği ve onun hakkında kitaplar, tezler hazırladıkları Hammurabi kanunları, bizzat hazırlayıcısı tarafından fizik ötesi bir kaynaktan yâni Tanrı’dan gelmiş olarak gösteriliyor.Bu durumda Arapça benzeri bir dil olan Akkadça ile kitâbelere yazılmış olan Hammurabi kanunları dinsel metinlerdir yâni o dönemin kutsal metinleridir.O halde bu kutsal metinlerle benzer bir kaynaktan geldiğini iddia eden diğer kutsal metinleri yargılamak hem de bunu bilim adına yapmak ne kadar da doğrudur?İlgili kutsal metinler ancak fizik ötesine inananlar açısından bir delil teşkil eder.

“Hepsinden önemlisi, kanunların kutsallığını gösteren ve Kral Hammurabi'nin, kendisine bu kanunları yazdırtan Güneş-Tanrı'ya (adalet hükümdarı Şamas) saygılarını sunduğu bir kabartmanın da "kitapta" yer alması. Böylelikle, bilinen ilk kanunların Tanrı sözü olduğunu da anlatmak istemiş Babil Kralı Hammurabi.” (http://ogrenci.hacettepe.edu.tr/~b0343881/baglantilar/hanmu.html)

Hammurabi kanunlarında geçen pek çok Tanrı isminin varlığının, semâvi dinlerin Tek Tanrı inancıyla uyuşmaması sorunu ise bilimin değil tamamıyla teologların sorunudur.Yâni bu alanın ihtisas sâhipleri din bilginleridir, ilâhiyatçılardır.Hem dini, bilimsellik uğruna reddedip hem de dinsel metinlerin akaidinin doğruluğu ya da yanlışlığı hakkında ahkâm kesmek başka alandaki bilim adamlarının işi değildir.O zaman herkes kendi alanının dışında konuşmaya başlar ki bundan da gerçekler değil ancak hurafeler ortaya çıkar.

Üstelik Hammurabi metinlerinde geçen Tanrı isimleri aslında tek bir Tanrı’nın farklı fonksiyonlarını icra eden isimleri, sıfatları gibi kullanılmıştır.İslam literatüründe buna Esmâ’ül Hüsnâ dendiğini biliyoruz.Bu sadece bizim tarafımızdan savunulmuş bir iddia değildir hâliyle.Bakın Kitchen bu konuya benzer bir konuyla ilgili neler söylüyor:

“Antik çağlarda ilâhlar için birleşik isimlerin kullanılmasına bir örnek olarak, şu an Almanya, Berlin’de bulunan, Ikhernofret stelasının üzerine kazınmış olan tanrı Osiris’in üç isimden oluşan bileşik ismini, bir unvanını ve bir de Mısırca ‘tanrı’ kelimesinden oluşan başlığı gösterebiliriz: Osiris, Wennofer, Khentamentiu, “Abydos tanrısı” (Neb¬-‘Abdju) ve nuter, “tanrı” (ç.ref. İbranice’deki ‘Elohim). Radikal tenkitçilerin J ve E kaynak iddialarına rağmen, şu ana kadar hiçbir Mısırolojist, “Osirist,” “Wennofrist,” “Khentamentist,” Neb-‘Abdjuist ve Nuterist kaynakların varlığını ileri sürmemişlerdir. Ikhernofret stelası bizlere bir ilâh için uzun bir isim kullanılabileceğini ve bu uzun ismin oluşması için tarih öncesinden başlayan, derlemecileri içermeyen uzun bir sürecin gerekmediğini göstermektedir, şüphesiz bu isim bu kitabe üzerine en fazla bir hafta içerisinde kazınmıştır. Bu örneği başka eserlerde de görmek mümkündür. Mısır dışında Mezapotamya’da da birleşik isimli ilâhlara rastlanmaktadır. Lipit-Ishtar kanunlarının öndeyiş kısmında tanrı Enlil’in aynı zamanda Nunamnir ismi ile anıldığını görmekteyiz. Hammurabi’nin kanunlarının öndeyişinde şu birleşik isimli Tanrılara rastlanır: Inanna/Ishtar/Telitum ve Nintu/Mama. (Kitchen, AOOT, 121

Görüldüğü gibi Hammurabi kanunlarında geçen, farklı Tanrılar olarak nitelenebilecek İlahlar aslında tek bir İlah’ın farklı sıfatları, isimleri olarak da kabul edilmiş olabilir Hammurabi tarafından.Bu inanç sisteminin tüm yönlerini bilmeden Hammurabi ya da diğer Kralların çok Tanrıcı olduklarını savunmak ne kadar da gerçekçidir?Muhtemelen benzetme amacıyla Güneşe, Aya ve diğer mahluklara benzetilen Tanrı sıfatları, isimleri zamanla müstakil birer İlah olarak algılanmış da olabilirler.Bu savı destekleyecek bir örnek vereceğiz şimdi.Bu örnekte biraz sonra da göreceğiniz gibi diğer İlah isimleri tek bir İlah’a atfedilmiştir:

AY TANRISI
NANNAR'A İLAHİ

Ulu efendimiz, Tanrıların en yücesi,
Göklerin, yeryüzünün tek ulu kudreti.
Ey Nannar baba, tanrıların en yücesi, efendimiz Ansar!
Ey Nannar baba, tanrıların en yücesi, efendimiz Anu!
Ey Nannar baba, tanrıların en yücesi, efendimiz Sin!
Ey Nannar baba, tanrıların en yücesi, efendimiz Ur!
Ey Nannar baba, tanrıların en yücesi, efendimiz Egissırga!

………………………………………….
Kim yücedir göklerde? Sen, yalnız sen!
Kim uludur dünyada? Sen, yalnız sen!
Göklerde senin sözlerin söylendikçe İgigiler boyun eğiyor.
Dünyada senin sözlerin söylendikçe Anunakiler yeri öpüyor.

……………………………………….

Kahraman Şamaş yakarıyor sana: Huzur bahşet, efendimiz!
İgigiler yakarıyor sana: Huzur bahşet, efendimiz!
Anunakiler yakarıyor sana: Huzur bahşet, efendimiz!
Ningal yakarıyor sana: Huzur bahşet, efendimiz!

Bilhassa Hammurabi kanunlarında Tanrı isimlerinin tek bir Tanrı’nın sıfatları mahiyetinde kullanıldığını şu ifâdelerden de anlayabiliriz:

“Tanrı Inanna ve Zababa'nın bana emanet ettikleri kuvvetli silah ile Enki'nin bana verdiği görüş kuvveti ile Marduk'un bana verdiği kudret ile yukarıda ve aşağıdaki düşmanı söküp attım.”

Yâni bu ifâdeler bir Müslüman tarafından şöyle ifâde edilebilirdi:

“Hafiz ve Celil olan Allah’ın bana emânet ettiği kuvvetli silah ile Hakim isminin bana verdiği görüş kuvveti ile Allah’ın Kadir isminin bana verdiği kudret ile yukarıda ve aşağıda düşmanı söküp attım.”

Kuvvetlinin zayıfı ezmemesi, öksüzün, yetimin (haklarinin) adaletle yönetilmesi için, başı,Tanrı Anum ve Enlil tarafından yükseltilen…

Bu örnekte de görülmektedir ki İki farklı Tanrı isminden Tek İlah gibi bahsedilmektedir.Tek İlahlı dinlerin ve mensuplarının bile daha önce kullanılmış İlah isimlerinden bazılarını Allah’ın ismi olarak kullanması da bilinen bir gerçektir.Mesela Tevrat “Güneş” anlamına gelen Tanrı Aton’un ismini Tek Tanrı’nın değişik bir ismi olarak (Adon) kullanmıştır.Farisiler daha önce Tanrıları için kullandıkları Huda ismini, Türkler de Tanrı ismini yer yer kullanmışlardır.Bu isimlere bakıp da farklı Tanrılara inanıldığını düşünmek oldukça saçma olacaktır.İşte muhtemelen Hammurabi de aslında zihninde tek bir İlah’a inanıyor ama o günkü kullanılan dilin imkanlarıyla diğer Tanrı isimlerini de o Tek Tanrı’nın sıfatları anlamında kullanıyordu.Başka bir yerde Hammurabi döneminde Tek tanrı inancının geliştiği şöyle anlatılır:

“Hammurabi döneminde, 4000 yıl kadar önce, ‘göğün ve yerin efendisi’ olan ’tek tanrı’ fikrinin gelişmesine bağlı olarak En-mar-utu, Marduk’un yaratılışının hem gök’le, hem yer ile bağlı olarak aktarılması anlaşılabilir.” (http://toplumvetarih.blogcu.com/554806/)
Bizim bu konudaki iddialarımıza destek veren ifadeler, İslam’ın bazı kurallarının Sümer’den alıntı olduğunu iddia eden kaynaklarda da bulunur:
“Sümer Tanrılarının esas adlarından başka, niteliklerine göre diğer adları da vardı. Babilliler bu adlardan 50'sini yeni yarattıkları Tanrı Marduk'a vererek tek Tanrı düşüncesine doğru bir adım atmışlardı.” (http://www.islamiyetgercekleri.org/sumerdini.html)
Görüldüğü gibi Hammurabi metinlerinde geçen Tanrı isimlerinin Tek Tanrıyı ifade edeceğini düşünmek hiç de ütopik bir düşünce değil.Eğer durum böyle değilse bile Hammurabi’nin bu kanunların Tanrısal Kanunlar olduğunu savunması da oldukça ilginç.Muhtemelen Hammurabi’den önceleri de böyle bir gelenek vardı ve Tanrı’dan Kanun alma geleneği Hammurabi ile de devam etmişti.
Hatta Milattan Önce 1900’lü yıllarda ortaya konulan Eşnunna kanunları ve daha sonra İsinli Lipit İşar’ın kanun kitabı hep ilâhi kaynaklı olarak gösterilmiştir.Lipit İştar Kutsal Metin benzeri ifâdelerinde kimin sözüne göre hareket ettiğini açıkça şöyle ortaya koyuyor:
51-52 Enlil'in sözüne uygun olarak
51-52 Inim-en-lil-la-ta
53-54 Sümer, Akkad'da adaleti
53-54 Nig-si-sa ki-en-gi ki-uri
55 Tesis ettim(koydum)
55 Ba-ni-in-gar-ra-as
Yine o Pek çok yerde Enlil’in kutsal sözünden bahseder:
“Enlil'in ağzından çıkan (sözlere uyarak) Ben Enlil'in oglu Lipit- Istar , düşmanlık ve isyanı geri döndürdüm (ortadan kaldırdım), ağlama, şikayet ve feryatları yasak hale soktum.” (http://toplumvetarih.blogcu.com/571934/)
Bu ifâdeler gösteriyor ki o dönemde Enlil adındaki İlah’a nispet edilen sözler veyahut da kutsal metinler vardı.Krallar da kendilerini görevli gibi kabul ederek Enlil’in sözlerine uygun kanunlar hazırlıyorlardı.Bunu da adaleti getirmek için yapıyorlardı.Yâni Hz.Musa’dan çok önceleri de bu bölgede dinler, kutsal metinler vardı.Bu metinlerin de iddiası Tanrı sözü olmaktı.Elbette kaynaklarının bir olduğunu ifade eden metinlerin de birbirine benzemesi gâyet doğaldı.
Kutsal Metinler arasında hiçbir benzerlik bulunmasaydı belki o zaman bu metinlerin kaynaklarının ortaklığı konusunda şüpheye düşebilirdik.Ancak kutsal metinlerdeki benzerlikler onların ortak bir yazarının olduğunu açıkça gösteriyor.Farklı coğrafyalarda, farklı dillerde ve farklı kültürlerde oluşturulan bunca metin arasındaki benzerlikler bu metinlere kaynaklık eden varlığın sözlerinin geleceği kuşatıcılığını da açıkça gösteriyor.Enlil olarak anılan Tanrı’nın kutsal sözüne dayanan Ur-Nammu, Eşnuna, Lipit İştar ve hatta yine Tanrı’dan geldiği bizzat oluşturucusu tarafından iddia edilen Hammurabi Kanun metinlerinin mahiyeti ne olursa olsun başlangıçta yazılmış bir Tanrı Sözüne benzetilme kaygısı taşıdıkları, belki bu metinlerin bazılarının gerçekten o eski Tanrı Sözünden alıntı olduğu ortaya çıkıyor.Bu gerçek de İslam Peygamberi Hz.Muhammed’in Hz.Adem’den Hz.Muhammed’e kadar geldiğini söylediği 124 bin civarındaki Peygamberin varlığını doğrular nitelikte.
Eğer Hammurabi ya da kanun sahibi diğer Sümer kralları gerçekten de Allah’ın birliğini kabul etmiyor da olsalar, onların Tanrı Sözü geleneğinden geldiklerini iddia ederek yazdıkları kanunlar, kendilerinin de çok yerde ifade ettikleri gibi beşeri değillerdir.Bu en azından onların kabulüdür.Muhtemelen onlar kökenlerindeki gerçek semavi dinin kalıntılarıyla yazmışlardı o kanunları.Elbette bu kitabelere kendi fikirleri de, inançları da karışmış olabilir.Ancak bu durum kaynaktaki Tanrı Sözü geleneğini görmemize engel değildir.Bu durum da beşeri olmayan kutsal metinlerin Tevrat gibi kutsal kitaplardan daha çok önceleri de var olduğunu açıkça ortaya koyuyor.Bu gibi gerçeklerden habersiz semavi din inanlıların; adı sanı bilinmeyen daha pek çok elçiye kutsal sözün vahyedilmiş olabileceğini kabul etmelerinin, buna samimi olarak inanmalarının bir hakikate dayandığı nesnel örneklerle de açıklanmış oluyor.
“Enlil'in sözüne uygun olarak
Sümer, Akkad'da adaleti
Tesis ettim(koydum)”
diyen Lipit İştar, Kur’an’ın, İncil’in ve de Tevrat’ın kabul ettiği “Kelâmullah” (Allah Kelamı/Sözü) inancının daha öncelerde de var olduğunu gösteriyor.Bu durum da İslam’a göre Hz.Âdem’le başlayan “Allah sözünü insanlara bildirme” misyonunun doğruluğunu açıkça ortaya koyuyor.Bilime düşense bu akla en uygun gerçeği kabul etmek olmalıdır.Yoksa insanlığın yüzde doksanının inançlarını hor görerek, bu inançların boş masallar ve hurafeler olduklarını söyleyip onları incitmek ahlâki olmadığı gibi bilimsel de olmayacak.Bunu söylerken bir tezi savunmak ile o tezi insanlara zorla dikte etmek arasındaki farkın ne olduğunu bilerek söylüyoruz.
İşte bilim yapıyorum diyerek inandığı görüşleri, tezleri zorla insanlara empoze etmeye çalışmak ve “doğru yalnızca benim doğrumdur, insanlığın yüzde doksanı yalan ve yanlış inançlar peşindedir” sözlerini temeline oturtan psikolojik baskı yöntemleriyle, karalamalarla insanlara kendi fikirlerini kabul ettirmeye çalışmak, kesinlikle doğru ve de bilimsel değildir. Biz de elbette kendi savımızı ispat etmek adına bu baskıcı davranışlarda bulunacak değiliz.Düşüncelerin özgürlüğüne ve bu konudaki her türlü düşüncenin de insanların değerlerine hakaret etmeden özgürce ifade edilebileceğine inanıyoruz.
İsteyen istediğine inanır ya da inanmaz.Bizim karşı çıktığımız inançların ya da doğruluğu tam olarak ispatlanmamış fikirlerin birkaç öznel yoruma dayanılarak Bilimin son noktası olarak kabul edilmesi ve bu görüşe karşı çıkanların görüşlerinin bilim dışı olarak gösterilmesi.Ancak inkâr edilse de mantık normları çerçevesinde düşünüldüğünde başka görüşleri bilim dışı ve inanca dayalı olmakla suçlayanların görüşleri de tamamen özneldir, yorumdur ve bilim dışıdır.Bilhassa sosyal bilimlerle ilgili konular hakkında kişiden kişiye değişebilecek yorumlar, felsefi görüş ya da en fazla bir kuram olarak kabul edilebilir.Elbette bu görüşlerin bilimi geliştirici fonksiyonları vardır bu da inkâr edilmez.Ancak bunlar bilimsel gerçek değillerdir.Bir yanılgıyla bilim adamı olarak anılan ya da gerçekten bilim adamı olan kişilerin kendi inanç ve de fikirlerinin subjektif yorumlarıdır bunlar.
Bu noktadan hareketle bizim yorumlarımıza aynı suçlamayla yaklaşıp onları reddedenler başlangıçta yenilgiyi kabul etmiş olacaklardır.Zira kendileri inançlarını, inançsızlıklarını ya da kendi yorumlarını bilimselmiş gibi göstermekte bizden kat kat öndedirler.Bizim akla ve mantığa uygun görüşlerimizi savunmamızı yadırgayanlar bu yazımızda ispat ettiğimiz gibi tamamen öznel olan ve kendi inanışlarından izler taşıyan görüşleri savunuyorlar.Elbette görüşlerini savunmakta da özgürler.Şunu unutmayalım ki, kimin gerçeklere yakın, kiminse gerçeklerden uzak olduğunun kararını Türk milleti verecektir.







Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplum kümesinde bulunan diğer yazıları...
Mevlid Kardeşliği
Pro Aeternitas Carpe Diem
Yakında Deprem Olacak
Hepimiz Aynı Olabilir miyiz?
Avrupa'nın Navileri ve Avatarları

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Fâtih İstanbul'u Kaç Yaşında Fethetti?
Kâfiyelerin Birliği
Kemençe Kimin?
Baklava'nın Kökeni
Şiir Düşünceleri
Amerika Osmanlı Tarafından Keşfedilseydi?
Medeniyet Bestemizin Notaları
Evliya Menkıbelerinden Türk Fantastik Edebiyatına
Omoto Dini ve İslamiyet
İnsanı Gelecek Zamanda Çekimlemek

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Sen Var Ya Sen! [Şiir]
Çakkıdı Çakkıdı [Şiir]
Bâlibilen Dilinde Şiir [Şiir]
Üç Boyutlu Şiir [Şiir]
Miraciye [Şiir]
Sağanak Sen Yağıyor [Şiir]
Bülbüller Şehri İstanbul [Şiir]
Türkçe Hamile Beyanlara [Şiir]
Burası Sessiz Biraz [Şiir]
New Orleans'lı Siyahi Kirpiklerin [Şiir]


Oğuz Düzgün kimdir?

Yazar edebiyatın her alanında çalışmalar yapıyor.

Etkilendiği Yazarlar:
Bütün yazarlardan az çok etkilendi. Zaten insanoğlunun özelliği değil midir iletişimde bulunduğu varlıklardan etkilenmek?


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Oğuz Düzgün, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.