Yıkılıyordu gökkubbe;çatıların üstüne düşerken yıldızlar,ne sende duruyordum ne de koşuyordum yalnızlığıma.Vurulurken hayallerim gizli pusularında,bir sana bir de gözlerindeki o acı bakışa susuyordum.Sana helal ettiğim hakkımı kendime edemiyordum çünkü attığım her okla aslında hep sırtımı vuruyordum ve yetişmiyordu elim sırtımdaki okları çıkarmaya;bense hala sırtımda kırık oklarla sevdaları taşıyordum.Ben sevdayı taşırken gözlerim taşıyordu;senin düşkırıkların bana sırtımdakinden daha çok acı veriyordu.Bir sabah uyandığımda savaş çıkmıştı kapımda,esir düşüyordu günlerim ve hayallerim...Gidiyordun;sen her gittiğinde savaşın tam ortasına düşüyordum ve bu savaşta kendi içime sürgün ediliyordum.Sense aldığın mağlubiyetin ardından bayrağını diktiğin yüreğimin topraklarına dönüyordun.O zaman bitiyordu sürgünler,gözlerim merhaba diyordu aydınlığa,oysa sen kaybettiğin her savaşın ardından bende sarıyordun yaralarını;ben sarıyordum,sen iyileşiyordun;sen iyileşiyordun,bense kendi içimde sürgüne gidiyordum ve ne zaman başka topraklara firar etmeye kalksam sınırdan çeviriyordun...Bana ait milyonlarca hücreden tek bir tanesine hapsedilmiştim,o bir tek hücrede ipe çekiliyordu sayısını bilmediğim günlerim.Kaç gece hasret kalmıştım yıldızları saymaya,kaç sene olmuştu bir kuşun kanat sesini duymayalı?
Bilemezsin sen;işgal altında yaşamak için bir bahane bulmanın ne kadar zor olduğunu ve göremezsin ziyaretime gelmeden bu hücrede zamanın nasıl su gibi buz tuttuğunu.Uçup gitmişti kuşlar demirli pencerenin pervazından,tek bir tüy kalmıştı ellerimde.O tüy senin yarandan geriye kalandı;kapanlara sıkıştırdığın yüreğimle kapanmıştı yaran ve ben bu yüzden sana helal ettiğim hakkımı kendime edemiyordum çünkü attığım her okla aslında hep sırtımı vurup,senin tuzağında can veriyordum...