Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. -Cervantes |
|
||||||||||
|
Büyüklerimiz, çocuklar yaramazlık yaptığında, öğretmenle korkuturlardı onları.”Seni öğretmene söylerim. Seni döver.” Falan gibi sözler ederlerdi. Acaba öğretmen, dersimi bilemeyince beni döver miydi? Ya da biz okuldayken annem bizi bırakıp bir yere gider miydi? Okuldan eve dönünce, annemi evde bulabilecek miydim? Ayrıca; annemi evde bırakıp okula gitmek, annemden ayrılmak istemiyordum, onu özlüyordum. Birkaç saat bile annemden ayrı kalmayı göze alamıyordum. Böyle çocuklara “anneci” derler ya, ben de çok anneciydim. İşte bu nedenlerden dolayı okula gitmek istemiyordum. Bir de kendime güvenim yoktu, çok sıkılgandım. Başarılı olamamaktan,okumayı sökememekten korkuyordum. Alfabedeki o bir yığın harfi nasıl öğrenecektim? Herkes okumayı söker, ben sökemezsem ne yapacaktım? Başkalarının bana “Tembeeel tembeeel tembeeel !” dediklerini duyar gibi oluyordum.İşte ilkokula başladığımda, bu korkuları yaşıyordum. Öğretmenimiz hiç de büyüklerin söylediği gibi değildi. Korkulacak bir yanı yoktu. İlk gün benim yanaklarımı bile okşamıştı. Bizim kendisinden korktuğumuzu biliyor olmalı ki; okuldan ve öğretmenden korkulacak bir şey olmadığını, bizi asla dövmeyeceğini, sopanın, bizim gibi akıllı çocuklara yakışmayacağını söylüyordu. “ Çünkü sopa ...” der demez, ben arkasını getiriverdim, “Eşeğe yakışır.” diye. Farkında olmadan ağzımdan çıkıvermişti. Sanki içimden bir ses, isteğim dışında söylemişti bunu. Yoksa cesaret edemezdim. Öğretmenimin hoşuna gitmişti söylediğim. Beni ayağa kaldırdı, herkesin iyice görebilmesi için, sırada bir müddet dikiltti beni.”Bakın, arkadaşınız ne güzel bir söz söyledi.” dedi. O zaman akıllıca bir söz söylediğimi anladım.(!) Acaba öğreneceklerimiz de bu kadar kolay mıydı? Yine de öğretmenden ve okuldan, okumayı öğrenememekten korkuyordum. Bir gün öğretmenimiz,alfabe kitabının bir sayfasını açmamızı istemişti. Açtığımda, sayfanın boydan boya yırtık olduğunu gördüm. Neredeyse sayfa kopacaktı. Öğretmen yırtığı görünce kızabilirdi. Başladım ağlamaya. Öğretmen yanıma geldi, niye ağladığımı sordu. Yırtık sayfayı gösterince, gülümsedi bana. Hemen bir yapıştırıcı bulup, yırtık sayfayı yapıştırdı, başımı okşadı. Bana kızmadığı için şaşırdım. Demek ki büyüklerimiz yalan söylemişlerdi “Öğretmen döver.” diye. Öğretmenimiz bize kızmıyor, bizi dövmüyordu. Büyükler çocuklara yalan söylemenin kötü bir şey olduğunu anlatıyorlar, ama kendileri yalan söylüyorlardı. İşte yalanları çıkmıştı ortaya. Öğretmenimiz bizi dövmüyordu....Buna rağmen okul ve öğretmen korkumu içimden atamıyordum. Yapamamaktan, hele hele okuyamamaktan çok korkuyordum. Nitekim korktuğum başıma geldi. Okumayı herkes gibi sökmüştüm ama; bir türlü ilerletemiyordum. Her şey okulun ilk günlerindeki; “Baba bana bal al. Al sana bu bal. Yaşa baba yaşa.” gibi cümlelerden ibaret olsaydı, sorun yoktu. Hele alfabe kitabındaki; “Kaya bu top.Suna bu ip.Kaya top oyna.Suna ip atla.” gibi cümleler ne kolaydı! Ama gün geçtikçe okuma parçaları zorlaşıyordu. Bu parçaları okumakta zorlanıyordum. Daha doğrusu sessiz okurken sorun yoktu da, sesli okurken hecelere takılıp kalıyordum. Çünkü sıkılgandım, korkaktım. Birilerinin beni dinliyor olması, her an yanlış bir şey yapma korkusu beni ürkütüyor,telâşlandırıyordu. Bazı kelimeleri yanlış okuyunca hemen kahkahayı basan arkadaşlar yok mu!İşte onların bana da güleceklerinden korkuyordum. Yanlış okursam, bana da güleceklerdi, belki benimle alay bile edeceklerdi. Okurken bunalıyor, kızarıyor,terliyordum. Yanlış okuduğumu farkettikçe, iyice şaşırıyordum. Oysa çok güzel okuyan arkadaşlar vardı sınıfta. Tıkır tıkır,makine gibi okuyorlardı. Ablam ve kardeşim de bu güzel okuyanların arasındaydı. Kardeşimden utanıyordum. Benden küçük olmasına rağmen ne güzel okuyordu.Komşularımızın dediği doğruydu demek.Erkek kardeşim adamdı.(!)Adamlar herşeyi yapabilirdi. Böyle güzel okuyanlara imreniyordum. Öğretmen Türkçe dersinde ilk okumayı (örnek olması bakımından) okuması çok iyi olan arkadaşlara yaptırıyordu. Ben , işte bu öğrencilerden biri olmak istiyordum. Babam bize çeşit çeşit masal ve öykü kitapları getiriyordu. Bana aldığı ilk kitabın adı “Küçük Bahçıvan” ve “Senbernar Köpeği” idi. Sayfalarında resimler vardı. Onları okumaktan çok keyif alıyordum. Ama sessiz okurken tabi. Hiç kimsenin yanında sesli okumak istemiyor; biri bana ”Oku bakim.” diyecek diye ödüm patlıyordu. Ablam ve kardeşim çok güzel okuyorlardı. Bazen masalları anneme sesli okuyorlar, masalın güzelliğinden annemin de haberdar olmasını sağlıyorlardı. Ben de, onların çok gerisinde olduğum için âdeta eziliyordum. Demek ki ben onlar kadar akıllı değildim.(!) Bir köy ilkokuluydu gittiğimiz okul. Öğretmenimize “eğitmen” deniyordu. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. Biz öğrenciler ona “öğretmenim “ diye hitabediyorduk ama, büyüklerimiz kendisinden söz ederken “eğitmen “ diyorlardı. Dördüncü ve beşinci sınıf öğrencisi yoktu okulda. Sadece ilk üç sınıfa giden öğrenciler vardı. Ben dördüncü sınıfa geçince ne olacaktı? Yoksa ilkokul, üçüncü sınıfta bitiyor muydu?Bu sorular hiç aklıma bile gelmiyordu.İlkokulun beş yıl olduğunu bilmiyordum ki. Köydeki yetişkinler biz üç kardeşi hemen hemen aynı boyda görünce ve aynı sınıfta okuduğumuzu öğrenince; bizi denemek isterlerdi. ”Bakalım hanginiz daha çalışkan.” veya “Bir okuyun bakalım,hanginiz daha iyi okuyacak.” diye bizi sınavlara tâbi tutarlardı. Çarpım tablosunu sorarlar, yumurta hesabı yaptırırlardı.”Beş yumurta,beşi beş kuruştan kaç kuruş eder?”gibi. O yumurta hesaplarının içinden bir türlü çıkamıyordum. Erkek kardeşim,bunun gibi sorulara hemen cevap verebilirdi. Bunu nasıl yapıyordu, şaşıyordum. O zaman büyükler;”Erkek adamın hali başka.” diyerek, kardeşimin başını okşuyorlardı. Demek ki, erkek çocukları kızlardan daha akıllı oluyordu.(!)Keşke ben de onun kadar akıllı olsaydım. Hiç okuma yazma bilmeyen kişiler tarafından bile sık sık imtihan edilirdik. Bu ayaküstü sınavlardan nefret ediyordum. Çünkü sınavları kaybeden hep ben oluyordum, utanıyordum, eziliyordum. Bu büyüklerin beni mahçup etmeye ne hakları vardı?Bu duruma düşmemin nedeni güvensizlikti,korkaklıktı,ürkeklikti. Kimbilir belki de aptallığımdı.(!) Annem beni bir tavşana benzetirdi, bu korkaklığım,ürkekliğim yüzünden. Üçüncü sınıfa gidiyorduk. Evimizde ,ödevlerimizi yaparken komşumuz Nuriye Nine geldi. Üçümüze şöyle bir göz gezdirdikten sonra “Uşak! (çocuklar) Bir kitap getirin, sizi okutayım. Bakalım hanginiz daha güzel okuyacak.” Dedi. Eyvahlar olsun! Ben şimdi ne yapacaktım. Bu büyüklere şaşıyordum. Neden ikide bir bizi sorguya çekiyorlardı? Soru sormaya madem bu kadar meraklılar, bari öğretmen veya ne bileyim eğitmen falan olsalardı. İçimden; “Çok biliyorsan, kendin oku.” diye söylendim. Ama okuması, yazması yoktu ki. Bu haliyle bize bilmişlik taslıyordu. Hiç sevmiyordum bu kadını. Beni aldı bir titreme. Sınavı yine ben kaybedecektim, bunu biliyordum. Ablam ve kardeşim hemen bir kitap alıp, komşumuzun önünde sıraya girdiler. Çok mutlu görünüyorlardı. Çünkü okumalarına güveniyorlardı. Nerden çıkmıştı bu Nuriye Nine? Keşke o anda evde olmasaydım da, bu okuma sınavından kurtulsaydım. Ancak evdeydim. Sınavdan kaçmanın yolu yoktu. Çaresiz ben de sınav kuyruğuna girdim. Son sırada olmak beni biraz rahatlatmıştı. Sıra bana gelinceye kadar okumam sanki hızlanacakmış gibi. Okuma sırası bana gelmeden, keşke bu Nuriye Nine’yi biri çağırsa da gitse, ben de sınavdan kurtulsam diye dua ediyordum içimden. Ama boşuna. Sınav çoktan başlamıştı bile. Kardeşim ve ablam tıkır tıkır okudular. Hatta sınavı birincilikle kazanmak için, kelimeleri âdeta yuttular okurken. Okumaları -kendisi okuma,yazma bilmeyen- komşu ninemiz tarafından çok beğenildi. Onlara kocaman birer “aferin” verildi, her ikisinin de başı okşandı. Keşke ablam ve kardeşim gibi ben de güzel okuyabilseydim. Sıramı beklerken, kalp atışlarımın hızlandığını farkettim. Okulda bile bu kadar sıkıntı çekmiyordum. Derken sıra bana geldi. Daha okumaya başlamadan beni bir titreme aldı. Heyecandan ve okuyamama korkusundan , kalbim daha da hızlı çarpmaya başladı. Sanki göğsümde bir kuş vardı da, dışarı çıkmak için çırpınıp duruyordu. O anki sıkıntımı halâ hissederim hatırladığımda. Terlemiştim. Odanın sıcaklığı sanki yükselmişti. Yüzüm cayır cayır yanıyordu. Üzerimdeki giysiler dar gelmeye başlamıştı. Başladım okumaya. Ama ne mümkün! Sesim titriyordu. Yutkunmak istiyor yutkunamıyordum. Kelimeleri bir çırpıda söyleyemiyordum. Hecelere takılıyor, aynı heceyi tekrarlayıp duruyordum. Okuyamadığımı,takıldığımı farkettikçe iyice şaşırıyordum. Yakıtı bitmekte olan bir araba gibiydim. Bir gidiyor bir duruyordum. Daha fazla çırpınmama gerek kalmadı zaten. Nuriye Nine çekti aldı kitabı elimden. Anneme dönüp; “Cemile!Bu kıza heva yere (boşuboşuna) masarıf etmen. Bu kız okumaz, tövbeler hakkı için okumaz.” dedi, yüzünü buruşturarak ve beni aşağılar bir yüz ifadesi takınarak. O anda yok olmayı istedim. Hani derler ya:”Yer yarılsa da, içine girsem.” diye, onu istedim. Çok utandım. Utanmak ne kelime?Kardeşlerimin,annemin ve Nuriye Nine’nin önünde rezil oldum. Sanki küçüldüm küçüldüm,bir nokta kadar kaldım.... O günden sonra o nineyi hiç sevemedim.Hatta nefret etim. Onu görmemek için ondan uzak durmaya çalıştım. Sokakta karşılaştığımda yolumu değiştirdim. Beni yine okutur korkusuyla, ondan hep kaçtım. Evimize gelmesini hiç istemedim. Ya da Nuriye Nine bize geldiğinde, bir bahane bulup, kendimi sokağa attım.........(Oysa ki ben, komşu ninenin “okumaz” dediği ben; başarılı bir öğrencilik hayatı geçirdim. Her sınıfta okuması, sözlü anlatımı,kompozisyonu çok iyi birkaç öğrenciden biri oldum. Hatta ortaokul yıllarımda düzenlenen iki münazarada da birinci sözcü seçildim. Münazarayı izleyen büyükler tarafından, sanki söz birliği etmişler gibi, “Kızım sen avukat ol.” övgüsünü ve temennisini aldım. O gün Nuriye Nine’yi düşündüm. “Okumaz “ dediği çocuğun aldığı başarıyı görmesini ne kadar istedim. Ve Alexs F. Oxborn’un şu sözlerini yıllar sonra okuduğumda yine Nuriye Nine’yi hatırladım: ”Yaratıcılık özenle korunması gereken bir çiçeğe benzer. Sevgi ve ilgi onun gelişip serpilmesine;yergi ve ilgisizlik ise, henüz gonca iken onun kurumasına yol açar.”) Bu anıdan çok güzel sonuçlar çıkardım: Öğrenmeye hazır, öğrenmeye aç,ama farklı özelliklerde olan çocukların öğrenme süreçleri ve başarı düzeyleri de farklıdır. Her çocuğu yapabileceği,başarabileceği şeylerle değerlendirmek gerekir. Ama bunu büyüklerin bilmesi gerek, herşeyden önce. Aksi takdirde, büyüklerin çocuklara yanlış yaklaşımı yüzünden, çocukların isteği,şevki kırılabilir,duyguları incinebilir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kâmuran Esen, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |