Öyle yaşamalısın ki ölünce mezarcı bile üzülsün. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Ah Ebu Bekir! Ey Ebu Bekir! Nasıl bir yük bıraktın bize, bu nasıl sevgi bu nasıl iman? Bu nasıl bir ahit ki; “O ne söylüyorsa doğrudur” deyip sorgulamadın hiçbir sözünü. Bu nasıl bir muhabbettir ki; hicrette bile ayrılmıyordunuz. Ey Ebu Bekir sadakatin Ömer’i bile kıskandırmışken biz nasıl kıskanmayalım seni? Efendimiz’in en yakınlarındandın sen. Sen ki; öylesine zenginken Allah için tüm servetini harcayıp “Allah ve Rasulü bize yeter” dedin. Sadakat ve cömertik adına ne çok alacağımız ders var senden Ey Ebu Bekir. Bizi görsen gözlerine inanamazdın, gözü doymazlığımızı, hep daha çok isteyişimizi, ufacık bir sadakayı bile elimiz titreyerek verdiğimizi ve dostlarımızı bile arkadan vurup, sözlerimizi tutmadığımızı görsen herhalde kahrından ölürdün. Ey Ömer ! Ah Ömer! Seni nasıl kıskanmayız biz söylesene. Sen ki; Peygamberimizin duasına giren insansın. Sen islamla yeniden doğarken islamda seninle ayağa kalkıyordu. Islamiyet henüz gizlenirken, senin cesaretinle ilk kez müslümanlar topluca Kâbe’ye gidiyordu. Kıskançlığın güzel olabileceğini seninle öğrendik. Ömrünü hayırlara harcayan arkadaşını bir kez geçebilmek için, O’nu için için kıskandığını hep gülümseyerek dinledik. Ama ne acı ki; Ey Ömer sadece dinledik, kulağımıza küpe yapmadık. Bizde kıskandık evet, ama hep dünya mallarını, kardeşlerimizin servetlerini. Hayıra harcayanlara senin gözünle bakamadık biz, onlar “enayiydi” bizim lügatımızda. “Herkes çalışsın kazansın” dı bizce. Adalaeti hep senin adınla duyardık , ama gel gör ki biz adil olmayı da beceremedik. Hep kendimizin ve yakınlarımızın çıkarlarını korur olduk. “Dayı” sı olmayanların boynunun bükük kalışı hiç sızlatmadı vicdanlarımızı. Yani Ey Ömer! “Bir kuzuyu kurt kapsa bunun hesabı Ömer’den sorulur” diyerek gecelerini uykusuz geçirip şehri dolaşan sen, bugün bizlerin adalati ayak altına alıp çıkarı baş tacı ettiğimizi görsen kahrından ölürdün herhalde. Ah Osman! Ey Osman! Nasıl bir haya idi bu sendeki, nasıl bir aşktı ki bu sendeki Peygamberimiz bile edep duyardı senden. “Melekler bile Osman’dan haya ederken ben neden etmeyeyim” demişti. Utanma duygusunu, edep kavramını hep seninle duyduk biz ama edebimizden başımızı önümüze eğip yürüyemedik. Tüm vitrinlerle göz göze gelmemiz şartmış gibi, yada “küçük dağlar bizim eserimizmiş” gibi burnumuz yükseklerde yürüdük hep. Yada başımızı eğmek istesek “suçlular kafasını eğer, kaldır kafanı dik yürü” diye azarlandık. Utanma duygumuzun yerinde çoktan yeller esti. Öz güvenimizi kazanalım derken öz hayamızı kaybettik. Edep sende zirve yapmışken bizde de edepsizlik zirve yaptı. Kendimizi ispat edeceğiz derken büyüklerimize bile azarlayarak konuşmamızı görsen herhalde sende kahrından ölürdün. Ah Ali! Ey Ali! Sen ki; ilmin kapısı oldun. ilim denince ardından da senin adın geldi hep. Sen “bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyecek kadar mütevaziyken, bizler biri bize birşey anlatmaya çalışsa “ sen kimsin ki” deyip karşımızdakini aşağıladık. Azıcık bildiğimizi çok sanıp havalandık, bizden bilgilisi yok sandık. Benden bilgilisi yok deyip kapadık kulaklarımızı ve aklımızı. Kulaklarımızı boş sözlere açarken, aklımızı da kısa yoldan zengin olmaya çalıştırdık sadece. Ilim sahiplerine Cennet bile hayran olurken, bizler pop starlara, futbol starlarına hayran olduk, ilim sözcüğü okullarımızın içinde kalmakla yetindi sadece. Ey Ali! Eğer şu cehaletimizi görseydin herhalde kalpten giderdin. Peki ya ey Hatice! Sana ne demeli söylesene. Senden sonra gelen eşlere nasıl bir yük bıraktın öyle. Sen ki; çok zenginken sırf Allah razı olsun diye herşeyini teslim ettin eşine, Allah yolunda harcasın diye. Zenginlikten yoksulluğa düştün, sıkıntı çektin ama hiç şikayet etmedin halinden, hiç yakınmadın. Bizler se hiç tatmin olamadık evlerimizde, istedikki hep paramız konforumuza çalışsın, biraz daha kazansa eşlerimiz bizde daha çok harcayalım istedik lükse. Komşularımızın evleriyle kıyaslayıp durduk evlerimizi. “kanaat eskidenmiş” deyip moda adına kurban ettik sadakalıklarımızı. Sen kendinden geçip muhtaçları düşünürken, bizler lüks peşinde kendimizden geçtik. Sen eşinin sıkıntılarını gideren, onu rahatlatan, destek veren fedakar eş olurken, bizler eşlerimizin tabiriyle “kafa ütüleyen, dırdırcı” eşler olduk. Yanisi şu ki Ey Hatice, biz yine sınıfta kaldık, sen de bizleri görseydin herhalde kahrından ölenlerden olurdun. “ Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete kavuşursunuz.” Diye buyurdu Allah Rasulü. Sizler öyle güzel yarenlerdiniz ki; Allah da Rasulüde çok sevdi sizleri, sizleri sevmek bize de miras kaldı, her birimiz birinizle özdeşleştirdi kendini. Kimimiz Ayşe olmak istedik, kimimiz Fatıma, kimide Selman ve Bilal ve gururla taşıdık adlarınızı. Ne çok öğreneceğimiz şey var sizlerden, ne çok vereceğiniz ders var bizlere, Rabbim nasip etsin sizlere uymayı ve sizlerle cennette buluşmayı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ayşe Kaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |