Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
Sonra birden geçmişin puslu aynası belirdi denizin üstünde. Geçmişten bu güne usul usul bir yolculuk başladı. Bir tiyatro hatırladım her nedense. İdamlıklar kovuşu. Ve oradan bir sahne belirdi zihnimde. İdamı bekleyen bir sürü mahkumun bulunduğu bir kovuşlar topluluğunda geçen bir sahne. Gecenin oldukça geç bir saati. Demir kapı açılır ve gardiyan içeri girer. Gardiyan: “haydi kalk! Müdür bey seni çağırıyor.” Mahkum: “ne yapacakmış beni gecenin bu saatinde.” Gardiyan: “ne bileyim ben. Müdüre hesap mı soracağım.” Başka bir mahkum (kendi kendine) “aptal idam edileceksin işte. Neden zorluk çıkarıyorsun ki?” Mahkum: “idam edileceğim değil mi?” Gardiyan: “ne bileyim ben. Hadi zorluk çıkarma. Yürü gidelim.” Hücrenin kapısı açılır, mahkum hıçkıra hıçkıra ağlayarak çıkar. Demir kapı kapanır. Bir süre geçer aradan. Demir kapı gürültüyle açılır. Giden mahkum gülerek koridora girer hücresine doğru koşar adım yürür. Mahkumlar gülen mahkuma sorarlar. “ne oldu? Neden çağırmış müdür seni?” mahkum hala gülümsemektedir. “idam edileceğim sandım. Müdürün odasına girince müdür telefonu elime tutuşturdu. Aman! Bizim memleketten arıyorlarmış düşmanlarım annemi babamı ve karımı öldürmüşler. Aman neyse....” Uzun süre zihnimde yaşadı o sahne. Hele o oyunun son sahnesi... az önce idam edileceksin neden zorluk çıkarıyorsun ki diyen mahkumun idama giden yolda idamı bile bile belki bir umut deyip direnmesi yok mu... fırıldak olup döndü zihnimde. Tanrım! Umut! Eğer varsan ve bu dünyaya parmağının ucuyla bile dokunuyorsan umut kılığına girip, o mahkumlar adına seni lanetlemeliydim. Ama deniz tam karşımdaydı ve söylenesi ve yaşanası en güzel dilekler vardı dilinde dalgaların. Ve yeri değildi lanetin. Sonra dedi ki deniz, “Umut iyi bir şey ey insan. umut gerçeğe giden yolda elindeki tek anahtar. Ummazsan yaşayamazsın ve başaramazsın hiç bir şeyi. Çünkü bil ki ummak dilemeyi, dilemek istemeyi, istemek aramayı, aramak bulmayı, bulmak da gidip almayı getirir. Eğer ummazsan daha yolun başında kaybedersin. Ve inan bana insan hayat sana asla gül bahçesi vaad etmez. Sana sunulan yalnızca silüetidir gülün. Ve senden gül yapman beklenir. Emek emek bir gül örersin zamanın iplikleriyle. Sonra bir bakarsın hayat serpmiş üzerine dikenlerini. Sen yapmışsındır gülü ve sımsıkı tutmak istersin. Dikenler ellerine batar, ellerin yırtılır, kanar, acı çekersin. Ancak gül hala elindedir. Yapraklarından fışkıran koku burnuna hücum etmektedir. Peki söyle bana, hangisinin peşine düşeceksin? Ellerinden akıp gülün rengine karışmış kanın peşine mi, yoksa sana senin yarattığın cenneti sunacak kokunun peşine mi? Eğer düşersen peşine kanın, kendi acılarında dövünürsün. Yok düşersen kokunun peşine o kokuda tertemiz olan kendi iç dünyanı görürsün.” Deyip durdu deniz bana saatlerce. Sonra birden tüm hayal ve arzular üşüştü birer birer. Yaşanası en güzel şeyleri dilediler. Sonra bana masallarını gösterdiler kutlu sevdaların. Aşkların en kutlusuyla başladı köy seyirlik gösteri. Her şey cap canlıydı. Önce adem çıktı sahneye, şeytana uyduğuna bin pişman. Şöyle dönüp baktı etrafına, denizi gördü, gülümsedi. Sonra ardından havva. Gözünde gerçeği bilmenin getirdiği cezanın kederli bilge bakışı. Ve huzurluydu havva, gülümsüyordu. Sonra denizi gördü, ve denize bakan ademi. Ve adem günahtan bin kerre pişman. Sonra havvanın bilge bakışı değdi ademin gözlerine, adem utanıp ağladı. Sonra deniz kabardı. Ve korktu adem. Havva usul usul yaklaştı ademe. İlk dokunuş çözdü dizlerinin bağını ademin. Sonra pişmanlık yerini öfkeye bıraktı. Ve kızgın kızgın baktı gözlerine havvanın. Ama değişmedi havvanın kederli bilge bakışı. Sonra adem son yaptığına bin kerre pişman, ağladı. Ve havva göz yaşlrına dokundu ademin. Sonra göz yaşlarını sildi ipeksi saçlarıyla. Adem ve havva denize döndü. Ve deniz tatlı bir şarkıya başladı. Yalnızlığıma katık olan yabancılar. Siz geldiniz ve bitti acılar. Oturun yanı başıma, soluklanın. Tutuşun el ele, hele bir nefes alın. Dokunmayın suyuma, tuzludur. Kurumuş dudaklarınız, içeceğiniz su tam arkanızda durur. Anlatılanlar doğru mu? O gerçek yüzünden sizi cennetten kovdu mu? O gerçek ki sizi insan yapacak, Bu gerçek yüzünden tanrı yalnız kalacak. Bakmayın öyle alık alık. Tozdan heykel olacaksınız, girin bakın suyum ılık. Peki söyledimi tanrı size adını gerçeğin? Söyledi mi size o gerçek ki kaynağıdır geleceğin? Ve uzun uzun söyledi şarkısını deniz günlerce bıkmadan, usanmadan. Ve adem ve de havva gerçeğin adının sevda olduğunu denizden öğrendiler. Ve yeni yeni insanlar verdiler dünyaya. Gerçeklerini denizin diliyle anlattılar yeni nesillere. Ve perde kapandı, ve perde açıldı. Leyla ve mecnun., romeo juliet. Hamlet ophelia, ve toprağın bile ağıt yaktığı sevdalılar mem ve zin en son çıktılar sahneye. Bir şeyler söylediler kendi dillerinde, anlamadım. Billur sesliydi zin, ve mem yiğit sesliydi. Şarkılarında acı, umut ve huzur vardı. Sahneden inip etrafımda döndüler. Tinsel bir tını yükseldi ağızlarıdnan. Önce kulaklarıma doldu, sonra geceyi doldurdu. Ben ürperdim. Karşı konulması imkansız bir şeyleri istemeliydi hayatım. Ve eğer gelmişse fırsat, karşı koymamalıydım. Sonra lanetlerdi beni. Sonra silinip giderdi anlatılan masalların her biri hafızamdan. Onlar döndükçe başım döndü. Ve başım döndükçe onlar döndü. Sonra apansız gidiverdiler. Ve ben bıraktıklarıyla yapa yalnız kaldım. mirac’tan inmiş muhammed gibiyyim şimdi. Anlatılmayı bekleyen 14 bin alemin sırrı var aklımda. Anlatsam mecnun derler, çöle sürerler. Denize anlatmak istedim, sesimi boğdu gürültüsü dalgaların. Deniz dinlemedi. Ve sesimi bastıran dalgalar o gerçekleri sadece benim için anlatıp durdu. Ey deniz! Ey sevgili! Ey ebedi dost ve tek mihrap! Şimdi sana sesleneceğim! Dinliyor musun? Bilki her şey net aklımdaki. Bil ki anlatılan ne varsa anladım. Şimdi evrenin sırlarına vakıfım. Peki anlatmalımıyım? Peki farz mıdır tebli? Peki neden ben? Peki şimdi ne oalcak? Bildiğim gerçekler yalnızca ben de mi kalmalı? Anlatsam meczup derler, biliyorsun değil mi? Anlatamayacağımı bile bile neden anlattın bana bu gerçekleri? Neden tarümar ettin bin bir başlı devin kentinin kalelerini? Ve neden birer birer koppup düştü bin bir başlı devin başlarının her biri karşısında eğilmek için gerçeklerin? Peki şimdi ne olacak? Susup içime mi hapsetmeliyim gerçekleri? Peki o zaman ne kadar sürer çıldırmam yükünden gerçeklerin? Masal hoş, masal davetkar, ve masal gerçek... hepsini bir tarafa bırak! Peki gerçek mi verdiğin sözler? Vaadler gerçek mi? Son sözünde bir dilek tut demiştin, gerçekleşecek demiştin. Şimdi bir dilek tuttum. Ve biliyorsun dilekler söylenmez. Söylenirse gerçekleşmez. Söylemiyorum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © mahmut dağ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |