Sevgi en azgın yüreği uysallaştırır, en uysal yüreği azdırır. -Alexis Delp |
|
||||||||||
|
Karanlıkta gözüne ilişen bir gölge dikkatini çekti. Sabitlediği bakışları gölgenin hareketlerini kaçırmamaya ve onu tanımlamaya çalışıyordu. Kararlılıkla adımlarını sıklaştırdı. Aniden gölgenin de durduğunu fark etti. Durdu ve siyah pelerinini savurdu. Gürkan hazırlıksız yakalanmanın vermiş olduğu afallamayı üzerinden atamadan kendini yerde buldu. Adam çoktan ortalıktan kaybolmuştu. Sakinliğini koruması gerektiğini biliyordu. Ayağa kalkıp üzerini silkeledi. Dizleri hep toz olmuştu. Dirseğini ovuşturarak arkasını döndüğünde göz göze geldiler. Daha ne olduğunu anlamadan etrafında dönen şey onu yere serdi. Karanlığı yaran zümrüt yeşili bakışlarda intikamın halesi dans ediyordu. Gürkan yolun sonuna geldiğini anladı. Boynuna bastıran ayağın etkisiyle bir süre debelendi. Acı dayanılır gibi değildi. Gözlerinde zonklama ve yanağında seğirme vardı. Mücadele etse bile sonunun ölüm olduğunu biliyordu. Sabah uyandığı anda başlayan kargaşa gözlerinin önünden film şeridi gibi geçmeye başladı. 08.00 Gürkan zil sesiyle uyandı. Gece bilgisayar başında saatlerce kaldığı için boynu tutulmuştu. İki ağrı kesicinin ardından göz kapakları nihayet kapanmış, yine de rahat uyuyamamıştı. “Sabah sabah bu gelen de kim?” diyerek kapıyı açmaya gitti. Kapının önünde dikilen iri cüsseli adamı gördüğünde başına geleceklerden habersiz çapaklı gözleriyle adama bakıyordu. “Gürkan Uysal mı?” “Evet, benim.” Boğazına biriken balgam konuşmasını zorlaştırdı. Boğazını temizleyerek “Size nasıl yardımcı olabilirim?” dedi. “Vicdanınızla hesaplaşmanız için geldim. İçeri girebilir miyim?” Gürkan’ın yüzüne izin vermek zorundasın der gibi bakıyordu. Usulca adım atıp engellemesine fırsat vermeden kapının eşiğine geldi. Omzu Gürkan’ın omzunun hizasında, çarptı çarpacak bir halde bekliyordu. Gürkan yana kayınca adam bodoslama içeri daldı. 09.00 “Bir saattir bekliyorum.” “Ben de yirmi yıldır bekliyorum. Ne demek bu bilir misin? Tam yirmi yaz ve tam yirmi kış geçirdim. Bu anı yaşamak için!” “Sizi tanıdığımı hiç zannetmiyorum. Kahve içtiniz, şimdi de çay içiyorsunuz. Misafirliğinizin son dakikalarına yaklaştınız. Bana geliş amacınızı açıklayacak mısınız?” sesi karşısındakini sarsacak kadar sert çıkmıştı. “Beni hatırlayacaksın. Ama daha vakti var. Senin aldığın soluğa karşılık ben soluk alıyorum. O nefesin benim için çok değerli.” Dedi. Telefon çalınca Gürkan yanıt vermek için ayağa kalkmaya yeltendi. Adam bir hareketle onu yerine oturttu. Telefon rahatsız edici şekilde çalarken iki adam hareketsiz öylece kaldılar. İri cüsseli adamın dudaklarından çıkacak kelimelere kendini kaptıran Gürkan işe geç kaldığı için arayan arkadaşlarının telaşlandıklarından habersiz kendini bekleyen geçmişine adım adım yaklaşıyordu. “Yirmi yıl önce Kütahya’da…” “Kütahya mı? Evet ya sen oradaki kapıcının oğlusun.” Karşısındaki adam olumsuz olduğunu söyleyen baş sallamasıyla, konuşmasının kesilmesine sinirlendiğini belirten yüz şekliyle konuşmasını sürdürdü. “…Karşılaşmıştık.” Yutkunurken parmağını dudağına götürüp sus işareti yaparak Gürkan’ın konuşmasını engelledi. Gürkan adamı eve ilk aldığında ısrarla adını öğrenmek istemişti ama karşısındaki sır küpü olmakta ısrarlıydı. Adamın ısrarlı ve inatçı davranışlarının nelere mal olacağını bilmeyen Gürkan can kulağıyla anlatılanları dinlemeye hazırlandı. 12.00 Saatlerdir konuşuyorlardı. İki kere çay demlemişler, onlarca bardak çay içmişlerdi. Adam hayal ürünü olup olmadığını anlayamadığı, yarısını hatırladığı yarısını hatırlamadığı onlarca anı anlatmıştı. Evet, hasta olan bir arkadaşı vardı. Onu oyunlarına almazlardı ama çocuk zaten lösemiydi. İstese de oyunlara katılamazdı. Hatta bir gün babasına o çocuğa çok üzüldüğünü bile söylemişti. Onlar mahalle arasında tek kale maç yaparken o kalın perdelerin arasından izlerdi. Çocuğun adını hiç hatırlamıyordu. O çocuğa arkadaşlarıyla hastalıklı derlerdi. Bazen gelir onlarla oynar, bazen aylarca ortalıkta görünmezdi. Sonra çocuk ortalıktan kaybolmuştu. Evleri uzun süre kapalı kaldıktan sonra bir gün kapıya dayanan kamyon son kalan eşyaları da toparlayıp gitmişti. Çocukluk anılarını bilen bu adam demek ki o tanıdığı kişiydi. “Peki, bunların hepsini gelip anlatmanın nedeni ne?” “…..” “Sabahın erken vaktinde evime geliyorsun, kendini tanıtmıyorsun ve karşıma geçip çocukluk anılarımı anlatıyorsun. Bunları anlatmaktaki amacını anlayamıyorum. Ayrıca bu kadar gizemli davranmana ne gerek var?” karşısındaki adamın cevap vermesini bekledi. Adam dudaklarını birbirine sıkıca bastırmış ellerine odaklanmıştı. “Başparmağındaki kesik boyaları karıştırırken olmuştu.” Gürkan gülmemek için kendini zor tuttu. Ama başaramadı ilk önce tükürük patlaması ve ardından odayı çınlatan kahkahalarını koy verdi. Gözlerinden yaşlar akana kadar güldü. Karnına dört koldan ağrılar girerken zorla “Ben ne diyorum, sen ne diyorsun be adam!” biraz soluklanıp gözlerini sildi. “Özür dilerim. Sinirlerim bozuldu. Benim yerimde başkası olsa seni kapının önüne koyar suratına da kapıyı çarpardı. Şimdi bana asıl geliş sebebini söyler misin?” “Senin vicdanını temizlemeye geldim.” Sesi soğuk ve sertti. Gürkan açık ağzını zorla kapatıp ne diyeceğini düşündü. “Benim vicdanım rahat ve temiz. Arkadaşım olsaydın seni hatırlardım. Hatırlamadığıma göre seni tanımıyorum. Sedat, Yusuf ve Kaan seni hatırlıyorlarsa onlara sorarım. Artık gitsen iyi olur.” “Hiçbir yere gitmiyorum. Üçüyle de görüştüm. İlk başta beni hatırlamamışlardı ama hatırlattım. Üçü de beni hatırladı.” “O zaman arayıp konuşayım ve bu komik durum ortadan kalksın.” Sesinde aşağılama vardı. Tanımadığı bu adamın gizemli davranışlarından sıkılmıştı. Tanısa ya da tanımasa ne olacaktı sanki. Adam konuşmaya başlayınca sıkıntıyla iç çekti. 15.00 “Hanımefendi kaç kere aradım, biliyorum ama lütfen bir yakınının telefon numarasını verin bari.” Karşındaki kadın olumsuz yanıt verince Gürkan sinirle ahizeyi yerine koydu. “Yok, yok, yok!” dedi. Üç çocukluk arkadaşına da ulaşamamıştı. Evin içerisinde bir oyana, bir buyana gidiyor. İçindeki sıkıntı bir türlü azalmıyordu. Gizemli adamın söyledikleri canını sıkmıştı. Biz onu dışladığımız için bizden nefret ediyormuş. Aklı almıyordu. Nasıl bir kindi bu. Yirmi yıl öncenin davasını gütmek ve onun intikamını almaya çalışmak inanılır gibi değildi. İşe gitmemiş, manyak bir adamın duygusal sarsıntısıyla uğraşmıştı. Bisikletten düştüğü günü anı anına anlatmıştı. Adamın çocukluğundan bu kadar net şeyler hatırlaması onu şaşırtmıştı. Hafızasının güçlü olduğunu idea ettiği günleri düşünüp utandı. Hatırlamadığı şeyler de varmış işte. Hazırlanmak zorundaydı. Saat sekizde buluşacaklardı. Adam sanayinin oradaki bir binayı tarif etmişti. Sedat, Yusuf ve Kaan’da orada olacakmış. Bu biraz içini rahatlattı. Banyoya giderken hala yüreğinin bir cenderede sıkıştığını hissediyordu. 20.00 Otoyolda seyreden arabanın parlak camında dolaşan siyah gölgeler ve parlayan sarı kırmızı ışıklar Gürkan’ın dimağındaki korkunun yansıması gibiydi. Hız göstergesinden gözünü ayırmadan gaz pedalına dokundu. Yusuf’un karısı eşinin iki gündür şehir dışında olduğunu söylediğinde huzursuzluk damarlarındaki kana geçip bütün bedenine yayılmıştı. Ayağını iterek fren pedalına asıldı. Yolun ortasında aniden lastik gıcırtısıyla karanlıkta durdu araba. Arkadan gelen Astra çarpmaktan son anda kurtuldu. Gürkan’ın aracının yanından geçerken camı açıp küfürler savurdu. “Şimdi ne olacak?” kendi kendine mırıldanıyordu. Dikiz aynasından yolu kontrol edip arabayı sağ tarafa çekip park etti. Başını direksiyona dayayıp yaşadığı günü düşündü. Artılarını ve eksilerini gözden geçirdi. Kaybedecek bir şeyi yoktu. Orta halli bir memurdu ve geride kendisini düşünecek kimsesi yoktu. Korkuyordu ama verecek bir canı vardı onu da nereye kadar koruyabilirdi. “Sakinleş oğlum ya! Adam sadece eski bir arkadaşın ve senin ona yaptığın bir kötülük yok. Korkma!” diye kendini rahatlatmak istedi. Telefonu çalınca hemen açtı. “Alo! Benim ….Telefonumu nereden buldun?” karşısındaki adamın sözlerini dikkatlice dinledi. “Yol kenarında korktuğun için mi bekliyorsun? Yoksa bir şey mi oldu?” Nasıl ya! benim yol kenarında beklediğimi nasıl biliyor? Korkuyla etrafına bakındı. Dikkatini çeken hiçbir şey olmadı. “Niye susuyorsun? Yarım saattir orada bekliyorsun. Sıkılmaya başladım hadi gel istersen. Arkadaşlarında seni bekliyor.” dedi. Gürkan’ın dudaklarından sadece “Tamam!” sözcüğü çıkabildi. Bütün vücudu kaskatı kesilmişti. Derin bir nefes alıp anahtarı çevirip arabayı çalıştırdı. İleri atılan araba hızla istikameti doğrultusunda yol almaya başladı. 21.00 Sanayi bölgesine gelince telefonunu çıkarıp kendisini arayan numarayı geri çevirdi. Binanın nerede olduğunu sordu. Beş yüz metre ilerde etrafında geniş bir alan olan iki katlı binayı bulması beş dakikasını almadı. Hiçbir hayat belirtisi olmayan binaya uzaktan baktı. Arabadan inip gidemeyecekmiş gibi hissetti. Korkusu sinirlerini bozmuştu. Kararını verip arabadan indi. Bagajdaki krikoyu eline alıp kendini cesur olmaya zorladı. Mekruh binanın etrafını kolaçan ettikten sonra giriş kapısına yaklaştı. Demir kapıyı aralayıp başını uzattı. Karanlıktan başka bir şey yoktu. Ağır bir nefes kokusunun olduğu binaya girdiğinde yanına el feneri almadığı için kendine lanetler yağdırdı. İşte o esnada şimşekler çaktı, kulağını uğultular doldurdu ve onlarca insanın gülen, şarkı söyleyen yüzlerini gördü. Elindeki kriko beton zemine çarptığında başından aşağı konfetiler atılıyordu. Yusuf yüzündeki kocaman gülümsemesiyle alkışlayarak yanına geldi. Bağırmasına rağmen müzikten zor duyulur bir sesle “Dostum! Doğum günün kutlu olsun” dedi. Gürkan doğum günü olduğunu unutmuştu. Yaklaşıp Yusuf’un omzunu tutup sarıldı. Kulağına “Bugün evime gelen adamı da nereden buldun? Kalpten ölecektim. Kim planladıysa bunu yarın öldüreceğim. Haberin olsun!” dedi. Yusuf’un gülen gözleri mutluluğunu artırdı. “Sana unutamayacağın bir doğum günü yaşatalım, dedik. Alper’de amatör oyuncu, teklifimizi götürdüğümüzde memnuniyetle kabul etti. Tam iki gün ona anılarımızı anlattık. Burayı da Kaan ayarladı. Her şey ortak çalışma ürünü yani.” “Artık doğum günümü unutmam.” dedi. Kendisini bekleyen dostlarının kollarına rahatlamış bir şekilde atıldı. Gece onu yeni sürprizlerle beklerken o, eğlencenin tadına varmak için kendini piste bıraktı. Parti bittiğinde üzerinde Kaan’ın hediye ettiği fötr şapka ve pelerin vardı. Gizemli de olsa harika bir doğum günü geçirmişti. “İyi ki yaşıyorum.” dedi. 23.30 Evine geldiğinde sokakta arabayı park edecek yer bulamadı. Mecburen sokaktan çıkıp park yeri aramaya başladı. İki sokak öteye park edip yürümek zorunda kaldı. Kendinden emin adımlarla yürürken ardında bir gölge hissetti. Pelerinini savurup arkasına baktı. Gölge o durunca durmuştu. Hareket edince gelen bu kişinin kim olduğunu düşündü. Daha ne olduğunu anlamadan yere düştü. Ayağa kalkıp üzerini çırptı. Tam bu esnada anlam veremediği bir şey etrafında dönüp onu yere savurdu. Boynunu ezen ayak nefes almasını zorlaştırıyordu. Zümrüt yeşili gözlerdeki nefreti gördü. Bu cani parasını almakla kalmayacaktı hayatını da çalacaktı muhakkak. Caninin elleri bütün vücudunda dolaştı ve cüzdanını bulunca durdu. Çıkarıp içini açtı. Ayağı hala Gürkan’ın boğazındaydı. “Adliyede memursun öyle mi?” Gürkan acıdan yaşaran gözlerini yumarak evet demeye çalıştı. Adamın ayağı gevşedi ve boynundan çekildi. Gürkan’a elini uzatıp ayağa kalkmasına yardımcı oldu. Gürkan afallamış bir halde zümrüt yeşili gözlere baktı. Karşısındaki adam kirli sakalını sıvazlayarak omzunu tutup “Kardeş kusura bakma bu bölgede evleri soyan hırsız var. Ben sivil polisim. Her gece mesaideyim. Adam ben nöbetteyken bile ev soymayı beceriyor. Bizde işi sıkı yapalım dedik.” Polisin konuşmaları Gürkan’ın kulağında yankılanıyordu. Eve gitmeyi, yatağına yatmayı düşündü. Huzurlu bir hayat ve huzurlu bir uyku istiyordu. Ölüm korkusu ikinci kez onu soluksuz bırakmıştı. Yaşlanınca insan ölümden daha mı çok korkardı? Sivil polisin yüzüne anlamsız anlamsız baktı. Polis birkaç defa özür dileyip karanlık gecede kayboldu. Gürkan ağırlaşan ayaklarını eve zor götürdü. Evin kapısı aralıktı ve eşyalar her tarafa saçılmıştı. Kendi kendine “İyi ki doğdum.” dedi.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Semrin ŞAHİN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |