Öyle yaşamalısın ki ölünce mezarcı bile üzülsün. -Mark Twain |
|
||||||||||
|
Kundura tamircisi Paraşko usta dükkanında ayakkabı tamir ederken, eşimi atlatabildiğim her boşlukta ben de Paraşko ustanın karısı Evniki’nin hassas ruhunu tamir etmeye başlamıştım. Evniki, fena bir kadın değildi, ama o güzeller güzeli iki kızının yanı başında sadece bir çaput gibi duruyordu. Yaşın ne olursa olsun, gözün illa ki, o genç tenlere akıyordu. Çok bilenin biri, her insanın bilinçaltında gizli bir sapıklık duygusu saklı durur, dememiş mi? Hiç kimse kızmasın bana; bu iki kızın nasıl birer hiper aktif afet-i figan olduğunu bilmiş olsalar pek çok erkeğin bilinç altında saklı duran sapıklık duygusu isyan edebilirdi. Zaman akıp gidiyordu. Bir gün, sahil yolundaki barlardan birinin bahçesinde soğuk bir bira içmekteyken bu iki genç aşifteyi karşıdan gelirken gördüm. İkisinin kıçında da birer mini etek vardı. Belden itibaren etek boyu en tıfıl adamın eliyle bile bir karışı geçmezdi. Bacaklar upuzun birer sütun gibi uzanmışlar aşağı doğru; bir sümüklü böcek topuklardan başlayıp tırmanmaya başlasa, popoya ulaşabilmek için tam gün mesaisini o işe harcaması gerekirdi. Üst tarafları ise çok daha feciydi. O tarafta etekleri kadar bile bez parçası yoktu. Birer bikini üstü, tamam. Anlaşılan o ki, plajdan geliyorlardı. Şimdi, bu ikisini buraya getirmeliydim, oturtmalıydım masama ve ruhumun yaşlanmak bilmez duygularıyla şiirler düzmeliydim onlara. Hatta tarih öğretmenliğinin verdiği derin kültür ile tarihi adamların tıfıl kızlara aşklarını anlatarak beni babaları gibi değil de aşıkları olarak benimsemelerini sağlamalıydım. Şiirlerimle ilan-ı aşk etmeliydim kulaklarına fısıldayarak. Hem de her ikisine de; bir ona, bir ona, çünkü biri için diğerinden, diğeri için birinden vaz geçilemezdi ki bunların. Ah, ah! Vaz geçtim ikisine birden aşık olmaktan, şunlardan biriyle bir aşk yaşasaydım da, zararı yok, yüz milyar borcum olsaydı. Öteki kızı da Sarımsaklı’da ilk tanıştığım insan olan sevgili dostum Kemal beyle tanıştırırdım boş kalmasınlar diye... Bara doğru yaklaştıklarında abla olan afet beni fark ederek kardeşini dürtüp beni işaret etti. İkisi birden beni gözlemeye başladılar. Hem yürüyorlar, hem de çaktırmamaya çalışarak bana bakıyorlardı. Geçip giderken bile çaktırmadan başlarını çevirip çevirip bana baktıklarını fark edince bunu peşlerinden gelmemi istediklerine yordum. “Allah’ım,” dedim; duydun demek şu yangınlar çeken yüreği!” Acele ederek bira parasını ödeyip peşlerine düştüm. Hayaller içinde yürüyüşe geçtim. Peşlerinden sürükleyerek, eminim ki, ayak altından uzak bir plaja götürmekteydiler beni. Plajda güneşlenerek, ya da denizde yüzerek onlarla geçireceğim zamanın fantezileri içinde hoplaya zıplaya peşlerinden gitmeyi sürdürdüm. Epeyi bir gittikten sonra, iki afeti cihan ansızın durarak geri dönüp yanıma gelmeye başladılar. “Allah! Nihayet başlıyorduk işte! Yaşasın aşk!” Bir anda gelip önümde dikildiler. “Merhaba!” çektim hemen. O cıvıl cıvıl, sevimli şiveleriyle öyle bir“Merhaba, saygıdeğer Sami beyefendi başkomiserim!” deyişleri vardı ki, içimin yağları eriyiverdi. “Nasılsınız?” “İyiyiz, Sami beyefendi başkomiserim!” “Ne yapıyorsunuz?” Ben, bu soruyu, falanca yerde denize girmeye gidiyoruz, sizde gelir misiniz, diye bir cevap alacağımı umarak sormuştum, ama aldığım cevap tam bir şok oldu. “Kırk yılda bir ise cikmisiz, velakin size yakalanmisiz…” İşi toparlamaya çalışarak, “bana yakalanmak istemiyorsanız, işinizi önce benimle göreceksiniz, önce beni memnun edeceksiniz!” dedim. Yani bundan daha açık nasıl söylenebilirdi onlarla birlikte olmak istediğim, bilemiyorum. Ama onlar, benim beklentimle alakalı olmayan bir cevap verdiler. “Tamam, anlamisiz saygıdeğer baskomiserim! Bir ellilik yeterli midir?” Elli lira! Bana teklif ettikleri bu rüşvet öyle bir hayal kırıklığı yaratmıştı ki, mosmor oldum. Ben ne istiyordum, onlar ne veriyordu. Ben, aklıma koyduğumu elde eden biri değil miydim? Elbette ki, onları da elde etmeyi bilirdim. Verdikleri rüşveti almaya ve benimle yapmaya yanaşmadıkları şeyi yapacakları erkeği tavlamalarını bekleyecektim. Onu götürdükleri yere kadar takip ettikten sonra dikilirdim tepelerine ve, ya beni de memnun edin, ya da zina suçuyla tutuklarım sizi, diye korkutarak da istediğimi elde ederdim. Verdikleri elli lirayı alarak cebime soktum. “Tamam midir, saygıdeğer basköm,serim? Simdi bisi görmeyeceksinisdir?” “Tamam, ama merak ettim sizin bu işi nasıl yaptığınızı, uzaktan bir takip edip göreyim.” “Mademki anlasmisisdir, takip eder görürsünüs efendim…” Yanımdan ayrılarak yürümeye başladılar. Ben de aramızda belli bir mesafeyi koruyarak peşlerine takıldım. İki genç kadın nihayet yanlarından geçen bir ensesi kalına tebelleş oldular. “Beyefendi, bis İstanbul’dan buraya tatile gelmisisdir, fakat bes parasiz kalmisisdir. Lütfen, bize yârdim ediniz ki, otobos biletimisi alip İstanbul’a dönelim…” Adam, “istediğiniz parayı vermemi istiyorsanız, otelime gidelim, üçlü bir parti düzenleyelim.” dedi. “Ama efendim, bis, kis oğlan kisisdir. Yapamayis o dediğinisi…” Adamın hiç kimseye durduk yerde para verecek bir görüntüsü yoktu. “Yok!” deyip kesti. “Paraya mukabil vereceğiniz bir şey yoksa, para da yok!” Kızların ikisi birden adamın eline ayağına dolanmaya başladı. Fahişelik değil, hayal dilenciliği yapıyormuşlar meğer. Hayal kırıklığı ile izlemeyi süğrdürdüm. Onlar da duygu sömürüsünü... “Sisin de bir kisinis olsa, kalsa böyle, üzülmesmisinis.” “Merhamet ediniz beyefendi. Lütfen!” Adam ellerinden kurtulmak için uğraştıkça abluka artmıştı; en nihayet abla olan adamın cüzdanını çekerek eteğinin altındaki bikini altının ,içine sokuşturdu. Adama sitemler ederek yanından ayrıldılar. Bu gün bu kızlar şok üstüne şok yaşatmışlardı bana. Ben onları fahişe sanarken, onlar usta birer yankesici çıkmışlardı. Yanlarına gidip resti çektim. "Siz bana yankasicilik yapıyoruz dememiştiniz. Olmaz... Yankesicilik büyük suçtur, öyle elliyle yüzle kurtulamazsınız. Yürüyün karakola!" Paçaları tutuştu. "Ama sayin! baskomiserimi!" "Aması maması yok. Bu suça göz yummamı öyle elliyle yüzle sağlayamazsınız!" "Aman baskomisirim! Sis bilirsinis! Sis ne istersinis bis veriris..." * 24.10.2012 Kemal Paracıkoğlu
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kemal Yavuz Paracıkoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |