Egoistlerin en güzel yanı başkaları hakkında konuşmuyor olmaları. -Lucille S. Harper |
|
||||||||||
|
Deliye istediğini söyle, ama asla “Sen çok akıllısın!” deme. Çünkü inanmaz ve hakaret olarak kabul eder. *** Düdükler ötmeye, silahlar ateşlenmeye başladı. Neyse ki insanların üzerine değil de havaya doğru ateş ediliyordu, şimdilik... Grubun saraya yaklaşmasını engellemek için çok sayıda güvenlikçi önünü kesti. Arka tarafta da bir o kadar ellerinde silah bekleyen güvenlikçi vardı. Grup düdük ve silah seslerine aldırış etmeden yürümeye devam ediyordu. İsyancı yurttaşların ellerinde sopalar ve birkaç tane de kazma-kürek vardı. Bunlarla silahlara karşı koyacaklardı ama nasıl? Güvenlikçilerle grup göğüs göğüse geldi. Her an istenmedik olaylar yaşanabilirdi. Bir yurttaş bağırdı: -Zalimlerin zulmüne deliler dur diyecek, alçaklar cinayetlerini kanlarıyla ödeyecek. Bu sözler grubun heyecanını daha da artırdı. Hep bir ağızdan: -Ödeyecek, ödeyecek, ödeyecek... diye bağırarak önlerindeki güvenlikçileri itelemeye başladılar. Onlar da tüm güçleriyle direndiler. İlk saldırı yurttaşlardan geldi. Bir güvenlikçi kanlar içindeki kafasını tutarak geri çekildi. Diğerleri de onu taklit ederek yaklaşık üç adım gerilediler ve ellerindeki silahları ateşlediler. Grubun arkasındaki güvenlikçiler de ateş etmeye başlayınca iki ateş arasında kalan yurttaşlar vurularak birer ikişer yere düşmeye başladılar. Bazı isyancılar, kaçmaktan başka çare olmadığını anlayarak çatışma alanından uzaklaştılar. Birkaç dakika sonra silah sesleri kesildi. Çünkü ayakta kalan tek bir yurttaş bile yoktu, kaçamayanların hepsi yerdeydi ve ölmeyenler acı içinde kıvranıyordu. İsyanın faturası kabarıktı: Güvenlikçilerden iki ölü dört yaralı, yurttaşlardan dört ölü dokuz yaralı vardı. Yurttaşların ölmesine ve yaralanmasına tabanca kurşunları neden olmuştu. İşin ilginç tarafı iki güvenlikçinin ölüm nedeni de kurşundu. Ya kaza ile kendi arkadaşlarını vurmuşlardı ya da aralarında husumet olanlar düşmanlarını kim vurduya getirmişlerdi. İmparator olay ile ilgili raporu aldıktan sonra emir verdi: “İsyan hareketinin elebaşısı derhal yakalanıp en şiddetli şekilde cezalandırılsın. Bulamadık, yakalayamadık gibi mazeretle sakın ola ki benim karşıma gelinmesin. Suçlu veya suçlu değil, bir elebaşı bulmanızı istiyorum. Bundan sonraki ayaklanmaları önlemek için ibretlik bir ceza vermemiz lazım.” İmparator'un verdiği mesaj çok açıktı. Yani diyordu ki “Bana ibret-i alem için ceza vereceğimiz suçluyu bulun, bulamazsanız yaratın.” Emir yerine getirildi. Hemen olayla hiç ilgisi bulunmayan iri yarı, uzun boylu bir genç adam yakalnıp mahkemeye sevk edildi. Adam isyancı gruba katılmadığını, gürültüyü duyunca ne olduğuna bakmak için dışarı çıktığını, olayları uzaktan izlediğini, suçsuz olduğunu anlattıysa da hakimler onunla ilgili kararı daha yargılama başlamadan önce vermişlerdi bile: Sanık suçludur. Vatana ihanet suçu işlenmiştir. Cezası idamdır... Bütün yurttaşlar idamı izlemeleri için bahçeye çıkarıldı. Genç adam kurşuna dizilerek infaz gerçekleştirildi. Bütün bu olayların hepsi sadece yarım saatlik bir süre içinde gerçekleşti. Herkes tekrar yatakhanelerine dönmeleri konusunda uyarıldı. Dışarıda kimse kalmayacaktı. İçeri girmeyen olursa uyarı yapılmadan üzerine ateş açılacaktı. Ayrıca tüm yurttaşlara yemek saatleri dahil yirmi dört saat odalarından çıkma yasağı getirilmişti. Anlaşılan yurttaşların burnunu iyice sürtmek istiyorlardı. Ben yirmi dört saatlik yiyeceksiz hapis süresinin çoğunu odamda değil de büromda geçirdim. Önceden sadece ayaklarımızda pranga varmış gibi hissediyorduk. Oysa şimdi bir de boynumuza esaret kemeri takılmıştı ve bu kemer her geçen gün biraz daha daralacağa benziyordu. Özgürlükler mi? Vaad olmaktan öteye geçemeyen söylendiğinde kulağa çok hoş gelen ama uygulamada sayısız zorluklarla karşılaşan özgürlük, artık bizim için bir anlam ifade etmiyordu. Aslında bu devletin yurttaşları olan bizler, kendi istencimizle farkında olmadan özgürlüğü değil, esareti seçmiştik. Devrimin on sekizinci günü... Sıradan bir gün bitmek üzere. Vakit gece yarısına geliyor. Bahçedeyim. Benden başka kimse yok galiba. Ortalık çok sessiz. Ay ortalığı aydınlatıyor, dolunay değil ama olmasına az kalmış. Biraz ilerideki aydınlatma lambasının etrafı kelebek dolu. İzlemek için yaklaşıyorum. Hemen lambanın yanındaki banka oturuyorum. On binlerce kelebek ışığın etrafında dönüyor, daha doğrusu dans ediyor. Bu kadar çok kelebek olmasına rağmen birbirlerine hiç dokunmuyorlardı. Belli bir ritmdeki bu dans gerçekten çok etkileyiciydi. Hayran kalmıştım, büyülenmiş gibiydim. Becerebilsem ben de onlarla birlikte dans etmek isterdim ama maalesef bu bana çok yabancı bir hareket. Kelebeklerin bu dansına “ölüm dansı” diyenler var. Bence bu benzetme hiç yakışmıyor. Çünkü burada ölüm değil, canlılık daha baskın çıkıyor. Yere düşen kelebekler de var. Bunlara bakıyorum. Ölü gibi görünmüyorlar, az da olsa hareket ediyorlar yani canlılık belirtisi var. Ben gözlerimi yerden yukarı doğru kaldırıp dansı biraz daha izlemek niyetindeyim. Orada çok kalmış olmalıyım, bir el omzuma dokundu ve: -Kargacı, vakit çok geç oldu. İstersen artık içeri gir, dedi. Nöbetçi dolaşırken beni görmüş ve uyarma ihtiyacı hissetmişti. Banktan kalktım, yerdeki kelebeklerin üzerine basmamak için çok yavaş hareket ediyordum. Buna rağmen birkaç tanesini çiğnemek zorunda kalmıştım. Üzüldüm. Ya benim ayağımın altında ezilen kelebekler canlıysalar! Gece güzel başlamıştı, keşke başladığı gibi güzel bitseydi! Odama gittim ve yurttaş isyanından sonra geçen birkaç günün özetini çıkardım zihnimde: İsyan yönetimi korkutmuş olmalı ki bazı yurttaşların da silahlandırılması fikrinden vazgeçilmişti, dört kişiden oluşan bir ispiyon timi kurulmuştu, beş ayrı kavga olmuştu, bir hasta ölmüştü, yemeklerin kalitesi iyice bozulmuştu, memnuniyetsizlik ve korku hemen hemen tüm yurttaşların yüzünden okunuyordu. Uyudum. Ertesi gün Demokratik Deliler Devleti çok büyük bir tehlike atlatacak ve bununla birlikte ilk millî kahramanına kavuşacaktı. Bu millî kahraman kim mi? Merak etmişsinizdir, söyleyeyim: Ben. Gülmeyin ve lütfen “Kargacı'dan millî kahraman olur mu?” demeyin. Biliyorum buna rağmen milli kahraman olmak bu kadar kolay mı, ucuz mu? Soruları aklınıza geliyor. Evet, bu kadar kolay, bu kadar ucuz! Anlatacağım: (Devam edecek...)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |