..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Anlamak beğenmenin başlangıcıdır. -Spinoza
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > 1. Bölüm > Ömer Faruk Hüsmüllü




25 Ekim 2015
Demokratik Deliler Devleti - 34  
Ömer Faruk Hüsmüllü
-Delilerden kaçan kişi, aynada daima kendini görür.-Dünya kurulduğundan beri hep, deliler öğretmen, akıllılar da öğrenci olarak kalmışlardır.


:ABFI:



-Delilerden kaçan kişi, aynada daima kendini görür.
-Dünya kurulduğundan beri hep, deliler öğretmen, akıllılar da öğrenci olarak kalmışlardır.
**
Savunma Bakanı, biraz da çekinerek sordu:
-Kuşatma kaldırılmazsa gerçekten de köleleri tek tek öldürecek miyiz?
İmparator bu soruya kızdı. Sesini yükselterek:
-Tabii öldüreceğiz. Aksi takdirde bizim blöf yaptığımızı düşünürler ve hiçbir isteğimizi ciddiye almazlar.
Toplantı sonunda İmparator, artık yurttaşların hendek kazma ve siper hazırlama işlerinde çalıştırılmamasını, ayrıca saraydaki yiyecek ve ilaçlardan bir kısmının onların ihtiyaçları için kullanılmasını da emretti.
Toplantı kararı yani kuşatma kaldırılmadığı takdirde kölelerin sırayla öldürüleceği polislere iletildi ve gergin bir bekleyiş başladı. Acaba kuşatma kalkacak mıydı, yoksa bu tehdit dikkate alınmayıp devam mı ettirelecekti?
Kuşatmanın sekizinci günü. Gece benim için çok zor geçti. Benden başka konuyu bilen diğer insanlar için de zor bir gece olduğu muhakkak. Sarayda kimi gördüysem gözleri kançanağı gibi, verilen selamı bile görmüyorlar. Asık suratlar moralimi iyice bozdu, saraydan çıkıp bahçeye yöneldim. Bir ağaç altında biraz kendimle başbaşa kalmak istiyordum.
Bahçe çöp içindeydi. Herkes hendek ve siper işiyle uğraştığı için burayla ilgilenen olmamıştı. Her taraf pet şişeler, kâğıt parçaları, sigara izmarit ve paketleri, kuş ölüleri, hatta kumaş parçaları ile doluydu. Hava sıcak ve boğucuydu; ya da bana öyle gelmişti. Çünkü biraz sonra püfür püfür esen bir rüzgâr ortalığı serinletmeye başlamıştı. Üstümden geçen bir kuşun kanat seslerini duyunca çarpacak zannedip başımı eydim. Oysa arkasından baktığımda anladım ki kuş, birkaç adam boyu yükseklikteymiş.
Etraf yurttaş dolu. Hepsi mutsuz hepsi bezgin, hepsi öfkeli ve hepsi burnundan soluyor! Çalışmadan muaf tutulmuş olmaları bile onları memnun etmemiş. Bana selam veren ya da verdiğim selamı alan hiç kimse yok. Hangisine baksam bana kin dolu gözlerini dikmiş bir insan görüyorum. Üzüldüm, sıkıldım ve tabii korktum. İnsanın az olduğu yerlerde dolaşmaya karar verdim. Ama çok da ıssız bir yer olmamalıydı.
Böyle bir yeri asırlık bir çınar ağacının altında buldum. Yere oturdum. Önce rüzgârın çınardan kopardığı yaprakları, sonra da seke seke yürüyen kargaları seyrettim. Bayılıyorum kargaların böyle yürümelerine. Bazen tek başına bazen de toplu halde bağırıyorlar. Kendime dedim ki: “Ne güzel! Burada insan da insan sesi de yok!” Keşke böyle demeseydim. Çünkü bunu söyler söylemez karşıdan iki kişinin geldiğini gördüm. Arkalarından bir kişi daha ve onun da arkasından iki kişi.
Bugün bahçenin tadı yok. Yatakhanedeki odam aklıma geldi, orayı görmek istedim, ayağa kalktım. Üzerimdeki çınar yapraklarını silkeleyip odama gittim. Oda arkadaşlarım yataklarında yatıyorlar. Benimle konuşacaklarını sanmam. Bakışları dostça değil. Biri yüzüme bakarak öfkeyle yere tükürünce burada durmanın doğru olmayacağını anladım.
Saraydayım. Öğleni bekliyorum. Zaman geçmiyor ki...
Nihayet... Evet, nihayet öğlen oldu. Gözetleme kulesine koştum, dışarı bakıyorum. Her şey eski yerinde, yani kuşatmanın kalktığı filan yok. Bizi kâle almadıkları belli. Oysa blöf yapmadığımızı biraz sonra anlayacaklar.
Kuşatmanın kalkmadığı haberi bakanlara ve Başkana ulaştırıldıktan az sonra elleri arkadan bağlanmış olarak Başhekim gözetleme kulesine getirildi. Bunu gören gazete ve televizyoncular fotoğraf makinelerini, kameralarını kuleye çevirdiler. Bu yetmezmiş gibi oradaki çok sayıda vatandaş da ellerindeki telefonlar ile fotoğraf ve video çekmeye başladılar. Bu manzara karşısında ben kendime sordum, lütfen sevgili okurlar siz de kendinize sorun: Acaba deli kim? Dışarıdakiler mi, içeridekiler mi? Başhekim can derdinde iken gazeteciler, televizyoncular ve çok sayıda vatandaş görüntü derdinde; hem de canlı canlı!...
Başına kurşun sıkılarak öldürülen Başhekim'in cesedi kuleden aşağıya atıldı. Cesedi almak üzere bir cankurtaran hareket etti. Cankurtaranın peşinden yüzlerce insan geliyor. Polis onları durdurmada artık aciz kalıyor.
Cankurtaran cesedi alıp geri döndü, topluluk ise hastaneye doğru gelmeye devam ediyor. Kuleden topluluğa ateş açıldı. Bir kişi vurulup yere düşünce herkes durdu. 3D'nin şakası olmadığını anlamışlardı. Polis kalabalığa yetişti ve bariyerlerin arkasına gitmeleri için uyardı. Kalabalık bu sefer uyarıya uydu.
Bundan sonra ne olacaktı, bilen yok. Kimse tahminde bulunmak bile istemiyor. Sorunun cevabı bu olaydan bir buçuk saat sonra belli oldu: Polis misilleme yapmaya başladı. Nasıl mı? Hastane bahçesine gaz bombası atarak. Göz gözü görmüyor, yurttaşlar öksürerek kapalı bir yere kendilerini atmak için binalara doğru koşuyorlar. Çığlıklar atılıyor, küfürler havada uçuşuyor, ağlayanlar var...
Ben o sırada gözetleme kulesinde yani yüksekte olduğum için atılan gaz bombalarından fazla etkilenmedim. Hemen camları kapattık, buna rağmen gözlerim yandı ve nefes almada zorlandım.
Birkaç saat sonra gazın etkisi kayboldu. Bunda rüzgarın rolü var. Gaz dağıldıktan sonra aşağıya indim. Bombalar nefes darlığı çeken üç yaşlı yurttaşın ölümüne yol açmış. Kaçmaya çalıştılarsa da bir binaya giremeden ölmüşler. Cesetlerden biri binalara oldukça uzak bir yerde bir bankın üzerinde, diğeri meşguliyetle tedavi binasının yanındaki ağacın altında, biri ise yemekhane binasının kapısının bir metre gerisinde yerde öylece duruyor. Sonuncuya çok acıdım. Adamcağız birkaç saniye daha dayanabilseymiş içeri kendini atabilecekmiş. İçeri girebilseydi acaba yaşar mıydı?
İkinci bir emre kadar binalardan çıkılmaması anons edildi.
Kapıda Emniyet Müdürü ile Savunma Bakanı konuşuyorlar. Konuşma talebi müdürden geldi. Ben de konuşmaları duyuyorum. Müdür:
-Gaz bombaları bir uyarıydı. Umarım bundan gereken dersi çıkarırsınız!Dedi.
-Evet çıkardık bile! Suçsuz sivil yurttaşların gazla nasıl zehirleneceklerini sayenizde öğrendik. Şimdilik gazınız yüzünden üç yurttaşımızı kaybettik. İlerleyen saatlerde başka ölenler de olabilir... Bu cinayetlerin vebali size ait. Diye cevap verdi bakan.
-Ölümlere üzüldük, ama bu gibi durumlarda maalesef kurunun yanında yaş da yanıyor. Sizden de bizden de daha fazla can kaybı olmaması için bir kez daha teslim olmanızı öneriyorum.
-Ben de bu önerinize bir kez daha “Hayır!” diyorum.
-Ben gene de size yarın sabaha kadar süre tanıyacağım. Süre dolmadan teslim olmanızı tavsiye ederim. Olmazsanız sabahın ilk ışıklarıyla birlikte silahlı müdahalede bulunacağız.
-Biz de bütün gücümüzle bu alçakça saldırıya karşı koyacağız.
Müdür, bakan son sözünü söyledikten sonra oradan ayrıldı.
Operasyonun zamanı belli olmuştu. Alınacak tedbirlerle ilgili toplantı yapıldı. Toplantıda teslim olmanın lafı bile edilmedi. İmparator bir saldırı durumunda düşmana ağır zayiatlar verdireceğimize, hatta işgalcileri devletimizden atacağımıza inanıyordu. Hayalciliğin bu kadarının da çok fazla olduğunu herkes bilmesine rağmen, bunu dillendirebilecek kimse yoktu.
Önce yurttaşlardan da bazılarına silah verilip, savunmaya yardımcı olabilecekleri düşünüldüyse de sonradan bu silahların yönetime dönebileceği dikkate alınarak bundan vazgeçildi. Hazırlanan siperlere, kazılan hendeklere, tüm binalara, kulelere ve saraya yerleştirilecek olan silahlı güvenlik güçleri, işgalcileri yoğun bir ateş altına alacak; yurttaşların ve kölelerin düşman ile işbirliği yapmasını önlemek amacıyla yeterli sayıda eleman görevlendirilecekti.
Toplantıdan ayrılan insanların yüzlerine tek tek baktım. Bir tek yüzde bile olumlu bir beklenti, bir umut göremedim. HEPSİ asık suratlarla, sinirli hareketlerle, ayaklarını adeta sürükleyerek oradan ayrıldılar.
(Hâlâ devam ediyor!)



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın 1. bölüm kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 35 Son Bölüm
Memleketimin Delileri - 2
Memleketimin Delileri - 1
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 33
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 34
Köpeğin Adı Badi - 80 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 32
Demokratik Deliler Devleti - 37 (Son Bölüm)
Dönemeyen Bir Dönme Dolap - 26
Göçe Göçe - Köyümüz Yok Olmuş - 48 (Son Bölüm)

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Ücretsiz Kitap Dağıtabileceğim İstanbul’da Bir Mekan Arıyorum
Bir Edebiyatçı Gözüyle Mağaranın Kamburu - Yorum: 4
Bir Felsefeci’nin Kaleminden Mağaranın Kamburu – Yorum: 6
Mağaranın Kamburu
Bir Romanın Anatomisi: Mağaranın Kamburu
Bir Anı Defteri Buldum - Roman
Ömer Seyfettin Eserlerini Nasıl Yazardı?
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 2
Mağaranın Kamburu Romanına Yönelik Okuyucu Yorum ve Eleştirileri - 3

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Siyasi Taşlama: Neşezâde - 2 [Şiir]
Siyasi Taşlama: Karamsarzâde [Şiir]
Kusurî"den Tırtıklama [Şiir]
Zam Zam Zam... [Şiir]
Tırtıklama (Kazak Abdal'dan) [Şiir]
Yoklar ve Varlar [Şiir]
İstanbul,sana Âşık Bu Kul [Şiir]
Âşık Dertli"den Tırtıklama [Şiir]
Namuslu Karaborsacı [Şiir]
Dostlarım [Şiir]


Ömer Faruk Hüsmüllü kimdir?

Uzun süre Oruç Yıldırım adını kullanarak çeşitli forumlara yazı yazdım. İddiasız iki romanım var. Çok sayıda siyasi içerikli yazıya ve biraz da denemelere sahibim. Emekli bir felsefe öğretmeniyim. Yazmaya çalışan her kişiye büyük bir saygım var. Çünkü yazılan her satır ömürden verilen bir parçadır.

Etkilendiği Yazarlar:
Az veya çok okuduğum tüm yazarlardan etkilenirim.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ömer Faruk Hüsmüllü, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.