Güzellik her yerde karşılaşılan bir konuktur. -Goethe |
|
||||||||||
|
Ortalığı inleten korna sesleri, bağırışlar; insan ister istemez merak ediyor. Bayram değil seçim zamanı değil, günün göbeğinde bu ne gürültü. Pencereye yaklaşıp aşağıya baktım; yine o, Rasim. Her zamanki gibi ikinci kata çıkmaya üşenmiş; trafiği felç etme pahasına yolun ortasından dosyasını soruyor. Gürültüden de sessiz sinema oynar gibi yalnız dudak hareketleri belli oluyor. Daha doğrusu, trafik tıkanınca oluşan kalabalık o kadarını fark ediyor. Benim için sorun yok. Gelip öylece dikelse ne dediğini anlıyorum. En az günaşırı yaptığı gibi, temyizdeki dosyasını sormaya geldiği belli. Pencereyi açınca gürültü bıçak gibi kesildi. Kalabalık, bana seslenildiğinin farkına vardı; ve o an tüm başlar, günebakan gibi bana çevrildi. Herkes bir yerlere varmak için yola çıkmıştır kuşkusuz ama, seyir çıkınca iş değişiyor. Trafiğin allak bullak olması hele, hiç kimsenin umurunda değil. Yine de insanları daha çok bekletmemeli, deyip karşılık verdim: -Ne var? Soruyu duymadan bile biliyorum ama, insan onca izleyicinin karşısında ne diyeceğini bilemiyor. Ama o her zaman olduğu gibi hazırlıklı: -Afgat beeyy! O gaybettiğin dava temyizden döndü mü? Al bakalım! Küçük yerlerde avukatlığın iyi ve kötü yanları vardır. Örneğin iş aramaya hiç gerek olmaz. Halk levhayı gördü mü, kendiliğinden çıkar gelir. Tabi bu, işin nadir iyi yanlarından. Bir de bizim Rasim gibi haftada en az dört kez fiilen, üç beş kez de telefonla sonuç soranlar vardır. Bu da işin kötü yanlarından. Az önce Rasim can alıcı soruyu sorup beklemeye geçmişti ya; doğal olarak yine tüm gözler benim üstümde. Herkes bana bakarken biz de Rasim’le bakışıyoruz. O benden yanıt bekleyedursun, ben bir yandan da ikinci kattan yerin dibine girmenin en kolay yöntemini araştırıyorum. Ama, ne kadar sessizliğe bürünsek boş. Kalabalıktan bir kişi de çıkıp, “Konuşacaklar, diye bunları mı bekleyip duracağız. Yürüyün işimize gücümüze bakalım!” demiyor. Tam tersine merakları gitgide artıyor, gözleri daha bir parlıyor. Yapacak bir şey yok. Yanıtlayacağız soruyu: -Dönmedi. Bu durumda ne yapsa beğenirsiniz? “İyi” dedi, kıyıya çekildi. Yaptığı da çok olağan; adam kırk yılda bir gelip gelişmeleri öğrenmeye çalışmıyor ki. Sık sık, hatta buna zırt pırt da denilebilir, yaptığı olağan sorgulama yöntemini uyguluyor. Ama kalabalık dağılmıyor. Asıl işleri, işlerine bakmak değil de bizim olayın ayrıntılarını öğrenmekmiş gibi, yorum yapmaya da başladılar. Yayalardan biri aldı ilk sözü: -Ne oldu şimdi, kim dönmemiş? En öndeki kamyon şöförü de huzursuz: -Yahu Allahını seven bir şey söylesin. Boşuna mı bekledik bunca zaman? Karşı taraftaki cip şöförü daha sinirli: -Bu ne saygısızlık, burada başçavuşun beygiri mi bekliyor? Karşı tarafın ikinci sırasındaki araç şöförü bu lafı hiç beğenmedi: -Arkadaş, başçavuşun beygiri beklemez zaten. Ya konuşur dinleyen olmaz ya da başka bir şey yapar. Onu söylemeyeyim artık. Bizimki uzaklaşıp gidince ben de pencereyi kapattım. Gösterinin bittiğini anlayan yayalar yavaşça dağılmaya başladı. Araçlar da öyle, inadına yavaş, korna çala çala. … Rasim’le ertesi akşam da bir düğünde karşılaştık. Daha doğrusu karşılaşmadık da, karşıdan karşıyayız. Ben bir kıyıdayım, o en önlerde yer tutmuş. Beni görünce elini def çalar gibi titretmeye başladı. Bu da “Ne oldu, o kaybettiğin dava temyizden döndü mü?” demek oluyor. El yüz hareketiyle “Hayır dönmedi.” yapıyorum ama, ya ben anlatamıyorum ya o anlamıyor. Anlamadığı, anlamadıkça sinirlenişinden belli. Bir an defi bırakıp, her iki avucuyla kartopu okkalamaya başladı. Hiç kuşkum yok, bunlar da “Ne oldu, dosyam nerde kaldı?” sorusunun bir değişik eylemli görüntüsü. Benim asıl korkum başka. Adam en önde, orkestranın yanına oturmuş; gidip “Arkadaşlar yaşamsal bir sorun var. Avukatım arka tarafta, yanına gidemiyorum. Benim davayı kaybetmişti. O dava temyizden dönmüş mü dönmemiş mi bir soruverin.” dese kırmazlar, hatta hemen anonsa başlarlar: -Avu avu avu kat kat kat beyğ beyğ beyğ. Kay kay kay bet bet bet tin tin tin… Bu kez bakacaklar ses titreşimli, düzeltip soracaklar: -Avukat bey, lütfen bizi daha fazla yormayın. Beyefendinin davasını kaybetmişsiniz. Kaybettiğiniz dava temyizden döndü mü, dönmedi mi? Adam meraktan ölüyor! Neyse ki, bu kadarı olmadı, o akşamı da el kol hareketleriyle geçiştirdik. … Hep söylerim, küçük yerlerde avukatların siyasete bulaşmaları da çok zararlıdır. Bunu Rasim’in davasında daha iyi anladım. Bütün aile efradı “Bırak bu işleri!” diye yalvar yakar olsa da yine bir partinin yönetimindeyiz. Genel seçimler geldi çattı. Doğal olarak mahalle mahalle köy köy dolaşıyoruz. Bir mahalle toplantısında milletvekili adayımız konuşuyor. Biz de yönetimdeyiz ya, sağlı sollu dizilendik. Adayımızın her söylediğini alkışlayıp yurttaşı heyecanlandırmaya çalışıyoruz. Arada halktan soru soranlar da oluyor. Bir an baktım bizim Rasim, ısrarla da parmak kaldırıyor. Yok, buna doğal olarak bir itirazım yok. Olamaz da. O da yurttaş, o da ülkenin daha iyi yönetilmesini ister, onun da merak ettiği şeyler vardır. Adayımız ısrara dayanamayıp hemen söz verdi: -Buyur kardeşim, sorunuz neyse hemen yanıtlayalım. Yalnız o tam da benim korktuğumu yaptı: -Benim sorum size değil, avukat beye. Ben sorularını yanıtlamak için ayağa kalmakta olayım, hemen başladı: -Avukat bey benim davayı kaybettiydin ya, o dava daha temyizden dönmedi mi? Ne söylersiniz bu durumda? -Dün akşamdan beri dönmedi! -Neden bu kadar gecikiyor? Yoksa bir istekleri mi var? Bir şey istiyorlarsa hallederiz yani. Para filan! Bir sor bakalım. Bizim aday da hukukçu değil, işlerin öyle görüldüğünü mü sanıyor bilmem; o devam ediyor. -Avukat bey, para filan, diyor! Yurttaşın işini görün yani. Şimdi kaldık mı iki arada bir derede. Ha hı, desen, bu işlerin parayla döndüğünü sanacaklar. “Olmaz öyle şey.” desen, adımız iş bitirmeze çıkacak. Dedim ya, küçük yerlerde avukatların siyasete girmesi iyi değil. … Bu tür olaylar sırf yolda belde, düğünde dernekte de olup bitmiyor. Adliye binasında daha renklileri yaşanabiliyor. Bir gün duruşma arasında bir iki kalem işi yapayım dedim. Kalemin kapısına vardım, içerden bağırışlar geliyor. Hatta bağırış da hafif kalır; katibin sabrını nasıl taşırdılarsa sesi ortalığı inletiyor: -Dönmedi, diyorum sana arkadaşım. Bak, bugün son kez söylüyorum: Senin avukatın sattığı dava hâlâ temyizden dönmediii! Merak edip bakınca ne göreyim, bizim Rasim. Israrcı da: -Nasıl dönmedi! Tam bu son soruyu sorduğu anda göz göze geldik: Şaşırdı biraz: -Dosyayı soruyordum da!... Nasıl dönmez değil mi? “Postacı getirmemiştir.” deyiverdim. O da sıvışmak için bahane arıyormuş, “Gösteririm ben o postacıya!” dedi fırladı gitti. … Dava dosyası temyizden ne zaman mı döner? Rasim de onu soruyor ama…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |