İnsan gülümsemeyle gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır. -Byron |
|
||||||||||
|
- Bir nüfus sureti gerekli. Bu nüfus cüzdanı, bu da fotoğraf. Muhtar gözlüğünü düzeltip nüfus cüzdanımı inceledikten sonra, üstünden baktı : - Annenizin adı Ayş mi ? Muhtar iyi kötü selamlaştığımız biri, sağ olsun ilgi gösteriyor. Annemin adının aslında Ayşe olduğunu, nüfus müdürlüğünde e harfinin eksik yazılması sebebiyle Ayş olarak yazıldığını anlattım. Muhtar gözlüğünün üstünden hâlâ bakmayı sürdürünce, işlerimin çok yoğun olduğunu, fırsat bulur bulmaz düzelttireceğimi söyledim. Söz sırası ona geldi : - İhmalcilik, dedi, hiç iyi bir şey değildir. Her işi zamanında yapmak gerekir. Hele hele siz okumuş, yazmış adamsınız. Siz böyle yaparsanız cahil insanlar neler yapmaz. Hemen bir ilmuhaber yazalım, git düzelttir. Acelem var ya, ezile büzüle nüfus suretini almaya çalışıyorum. Söz üstüne söz veriyorum, “İlk fırsatta, boş kaldığım ilk gün, sizden bir değiştirme yazısı alıp düzelttireceğim” falan filan. Ama nafile. Adamın hayattaki en büyük emeli, benim nüfus cüzdanımdaki e harfi eksikliğini tamamlatmakmış gibi bastırdıkça bastırıyor : - Siz okumuş, yazmış adamsınız. Yakışıyor mu şimdi ? Sen bunu kendine yedirebiliyor musun ? Ben mahçup mahçup kıvranırken o da bir yandan hazırlıyor, bir yandan da söylenmeye devam ediyor : - Şimdi Mehmetçim, cahiller neler yapmaz? Öyle ya. Ayıp değil mi, filan demeye getiriyor. Yalnızca muhtar olsa neyse. İş için gelmiş başkaları da var. Onların üstüne de görevmiş gibi, muhtara destek oluyorlar. - Ya ya olur mu? Yakışır mı? … Köyde bizim muhtar, zeytin hırsızlarını karşısına dikeltir, saatlerce nasihat ederdi, paylardı. Onlar da boyunlarını önlerine eğer, bir daha zeytin çalmayacaklarına söz verirler, yeminler ederlerdi. Biz çocuklar da seyre gider, “Ali şöyle yemin etti”, “Veli böyle yemin etti”, “Bir daha çalmayacaklarmış” vs. gibi sohbetini ederdik. Benim muhtarın karşısındaki boynu bükük duruşum da tam zeytin hırsızı duruşu. Köyde muhtar oturduğu yerden, yetişebildiğine bir tokat çıkarırdı. Bereket versin bu muhtar yalnızca öğüt veriyor. Ama çenesi kalabalık. Ben nüfus suretini almış aceleyle kapıdan çıkarken, o hâlâ arkadan bağırıyor, - Bir yarım gününü ayır. Bir ilmühaber düzenleyelim. Yakışmıyooor ! … Okula kayıt başvurusu yapıcam. Tüm evrakı hazırladım. Muhtar korkusundan eski tarihli bir nüfus sureti var onu ekleyiverdim. Memur evrakı eline aldı, tek tek inceliyor. Nüfus sureti eski tarihli ya, acaba “Bunun yeni tarihlisi gerekli” der mi ? Muhtarın karşısında boynu eğik durmak var. Aklıma geldikçe yüreğim cıız ediyor. İçimden dualar ediyorum. “Tanrım, sen büyüksün, nüfus suretinin eski tarihli olduğunu görmesin”. Sıra ona geldi “Bu da tamaaam” dedi, geçti. Dualarım kabul oldu ya neredeyse göbek atıcam. Ama memur tüm evrakı inceledikten sonra “Tamam” diyeceğine, yine geri uzattı. “Ne oldu ?” dedim. - Fotoğraflı ikametgah senedi eksik. Ekle getir. Tamam. Kendi kendime kızıyorum, şimdi. Nüfus suretindeki eski tarihi görmeme duasını yaptın, tamam, fotoğraflı ikametgâh duasını niye unutursun be adam. Bir de mürekkep yalamışız. İşim o denli acele ki, nüfus değiştirme işini dünyada yapamam. Yapmaya kalksam işi kaybederim. Hiç çıkış yolu yok. Yine karşısına dikilicem , zeytin hırsızı gibi. Çaresiz. Tabii gittim. Odası yine tıklım tıklım. Sıraya girdim. Muhtarın, yirmi gün önceki gelişimden bu yana gündeminde en ufak bir değişiklik yok, en arkalardan beni görüp öğütlere başladı, - Mehmetçim yakışıyor mu şimdi ? Siz böyle yaparsanız, okumuyanlar neler yapmaz. Hiç yakıştıramıyorum. Olmuyor. Sıradakiler bir şey anlamasa da, ben harf harf anlıyorum. Mahçup mahçup bakıyorum. … En büyük sıkıntıyı, ev sahibi “Zaten kiracı virancı, elektriği, suyu üstüne al. Yarın çeker gidersin, başıma kalır. Almayacaksın evimi boşalt” deyince yaşadım. Öğrendim ki, her ikisine hem nüfus sureti hem de ikametgâh gerekirmiş. Yandım ki, ne yandım. Şimdi bu adama gidip, dört tane birden evrakı nasıl isterim. Kabahatimi örtmek için bir kutu baklava aldım, bir büyük şişe de gazoz. Dikildim karşısına. Ne çare. Adam sinir küpü. Hediyelere bakmıyor bile. “Bunlarla suçunu hafifleteceğini mi sandın ?” der gibi yüzüme baktı : - Ne var ? Birazcık yumuşar gibi mi ne ? Hemen atıldım. - İki nüfus, iki ikametgah. - Hem de ikişer ikişer, öyle mi ? - … - Yakışıyor mu sana? Okumuş bir adam olarak, sen kendine yakıştırabiliyor musun ? - Neyse sağ salim bunu da geçiştirdik. Yıllarca en büyük yaşama zorluğum, nüfus cüzdanımdaki anne adının e harfi eksikliği oldu, diyebilirim. … Hiç aklıma gelmezdi. Kaderde bir gün işsiz kalmak da varmış. İşsizim ya boş boş dolanıyorum. Aklıma nüfus cüzdanım geldi. Vaktimi boşa harcayacağıma, gideyim, nüfus cüzdanımı değiştireyim; e harfi eksikliğinden kurtulayım, dedim. Öyle ya, muhtar en az yirmi kez söyledi. Benim e harfine karşı bir tavır takındığımı düşünmüş olacak “Olmadı, yakışmadı…” diye payladı durdu. Şimdi ben de dikileyim karşısına, tabii o yine başlayacak. “Olmuyor Mehmet’çiğim. Sen okumuş yazmış adamsın, Sana yakışıyor mu ?”, “Bir ilmühaber yazalım” diye. Sanacak ki, ben yine “Abi vaktim yok. İşim çok acele. En kısa zamanda...” falan filan diyeceğim. Ezilip büzüleceğim. Tabii ben “Vaktim var. Yaz bir ilmühaber. Götüreyim nüfus müdürlüğüne, şu Ayşe’nin e’sini bir güzel yazdırayım. Şöyle alnı açık, başı dik geleyim bundan sonra karşına” diyeyim. Öyle ya, biz okumuş yazmış adamız. O kadar mürekkep yalamışız. E harfi eksik nüfus cüzdanıyla dolaşmak bize yakışır mı? … Daltaban muhtarlığa koştum. Dikildim karşısına. Nüfus cüzdanımı gururla uzattım. - Buyrun Macit abi. Vaktim oldu, geldim. Yaz bir ilmühaber, tamamlatayım şu “e” harfi eksikliğini, dedim. Muhtar her zaman yaptığı gibi, bir nüfus cüzdanına, bir de yine gözlüğünün üstünden bana baktı. - Talebin nedir? Her gidişimde uzaktan paylamaya başlayan muhtar, bu kez dalgın bir gününde olmalı. Açıklamaya çalıştım : - Hani annemin adı Ayşe idi de, e’si eksikti Ayş mı demiştin ya. İşte ona e ekletmek için yazı yazdırmaya geldim. Nüfus cüzdanına dikkatlice bir daha baktı : - Buna e’mi ekleteceksin? - Öyle. Yanıtıma bir kahkaha attı : - Yahu Mehmet bey. Siz okumuş yazmış adamsınız. O kadar mürekkep yalamışsınız. Ayşe olsa ne oluur, Ayş olsa ne olur. Ne zararı var şimdi. Siz böyle bir harf için sorun çıkarırsanız, okumamışlar neler yapmaz, neler. Baktım yapmayacak, geri döndüm. Arkamdan hâlâ laf yetiştiriyor. - Uğraşmayın böyle gereksiz şeylerle. Çok rica ederim.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |